kadın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kadın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Şubat 2025

Cumaya Gittim Geleceğim IX - MÜMİNLER İŞLEVSEL BİR AİLE GİBİDİR

“Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulur.”

“Müminin mümine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.”

Ne zamandır bu iki hadis-i şerif hakkında düşünüyorum. Doğru bir benzetme olacak mı bilemiyorum ama bana işlevsel ve işlevsiz aile tanımlarını hatırlatıyorlar. Hatta oradan bakınca ülkemiz de kocaman bir işlevsiz aile gibi görünüyor. Nasıl mı?

İşlevsiz aile[1]yi (Disfonksiyonel aile) anlayabilmek için önce işlevsel aileyi (Fonksiyonel aile) tanımak gerek. İşlevsel aile, bireyleri arasında saygı, sevgi ve güven zemininde temellenen destekleyici, koruyucu, özenli ilişkilerin olduğu ailelere denir. Böyle ailelerde çocukların özgüven ve özdeğer ölçütleri sağlıklı ve dengeli bir şekilde oluşur. Kendilerinin yanı sıra başka insanlara da değer vermeyi öğrenirler. Aynı zamanda hayata dair, hiçbir okulda, hiçbir öğretmen tarafından verilemeyecek bir eğitim alırlar. Sevilmenin, değer verilmenin en güzel örneği ailede sunulduğu için daha sonra yeterince sevilmedikleri, değer görmedikleri ilişkiler hakkında sağlıklı tavır almayı öğrenirler. Kendilerine değer verdikleri için anlamsız ilişkiler içinde olmaktan kaçınır, arkadaş, eş seçiminde buna özen gösterirler. Karşılaştıkları zorlukları aşmayı, gerekiyorsa yardım almayı bilirler.

İşlevsiz aile (Disfonksiyonel aile) ise sürekli çatışma, ihmal ve yanlış davranışların olduğu, bireylerin yoğun bir duygusal rahatsızlık yaşadığı ailedir. Ailenin yaşadığı maddi sıkıntılar, ebeveynlerin kendi ailelerinden getirdikleri işlevsiz aile geçmişleri, şiddet, aşırı katı kurallar, otorite karmaşası gibi unsurlar da böyle ailelerin ortaya çıkmasına yol açar. Ebeveynler, çocuklarının özellikle duygusal ihtiyaçlarını karşılamakta ve onlara sevgi göstermekte zorlanırlar. Çocuklar ve ebeveynleri ile ebeveynlerin kendi aralarındaki sevgi ve güven eksikliği yüzünden ebeveynler, sağlıklı otorite kuramazlar. Çatışma ortamı çocukların karakter gelişimini olumsuz etkiler. Aile içinde sürekli hissedilen korku ve kaygı, duygusal açıdan hassas ve kırılgan bireyler yetişmesine neden olur. Böyle büyüyen çocuklar, bunu normal zannederler ve öyle zannettikleri için ortamdan kaynaklanan sorunları teşhis edemez, o sorunlarla nasıl baş edeceklerini bilemezler. Yanlış ilişki denklemlerinde bulunur, herkesi memnun etmek zorunda hissettikleri için “hayır” diyemezler. Olumsuz bir şey olduğunda suçu kendilerinde arama eğilimindedirler. Terk edilmekten, başarısız olmaktan endişelenirler. Hakları olanı istemekten korkar, bunun için çatışmaya girmekten çekinirler.

Bir kadın olarak bir kadının yaptırdığı camide Cuma kılamamak: Kayseri Hunat Camii

Kayseri’de Selçuklu mimarisinin şaheserlerinden I. Alaeddin Keykubat’ın eşi ve II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi Mahperi Hunat (Huand) Hatun’un 1238 yılında yaptırdığı, cami, medrese, hamam ve kümbetten oluşan bir Külliye bulunuyor. Hunat Hatun Külliyesi, Kayseri’yi ziyaret edenlerin en önemli duraklarından biri.

Cuma yazılarımı okuyan çok sevdiğim bir arkadaşım, on yıl geçmesine rağmen içini hala hüzünle dolduran bir Cuma anısını şöyle anlattı: “Bundan 10 yıl kadar önceydi. Eşimle Kayseri’ye arkadaşını ziyarete gitmiştik. Arkadaşının iş yeri tarihi Hunat Camii Medresesine çok yakındı. Günlerden Cuma ve vakit öğleydi, ezana çok az kalmıştı. Onlar namaza hazırlanırken ‘ben de sizinle Cumaya gelsem’ diye bir teklifte bulundum ancak eşimin arkadaşı çok katı bir sesle, ‘Burada kadınlar camiye gitmez, Cuma da kılmazlar yenge!’ dedi. Bana iş yerinin altındaki depoyu göstererek, ‘Seccade var, musluk da var, abdestini alıp burada kılabilirsin. Mümkünse biz gelene kadar da buradan çıkma’ dedi. Hem biraz ürpermiş hem de üzülmüştüm. Bodrum katı, nemli, karanlık bir yerde namazımı kıldım. Hunat Hatun’un camisinde bana yer yoktu. Eşimin tesellisi ise ‘Kimsenin Cumasına engel olmadın. Ya senin yüzünden yer bulamayan, farzı kaçıran biri olsaydı?’ olmuştu. Keşke camiler dolup taşsaydı da o yüzden bana yer kalmasaydı!”

Bu anıyı dinleyince, Cuma namazı incelemelerimizde baktığımız diğer ölçütler; kadınlar tuvaleti, tabure, kubbenin, minberin, mihrabın görünmesi, hutbenin duyulması, mekânın sıcaklığı, aydınlatması vs. ölçütleri buharlaşıverdi. Arkadaşım, Anadolu’nun en büyük, en eski şehirlerinden birinde, tam 787 yıl önce bir kadının inşa ettirdiği bir külliyenin camisinde namaz kılmaya “layık” bulunmamış, namaza götürülmemişti. Hunat Hatun, külliyeyi yaptırırken böyle bir dışlanmayı ön görmüş müdür?

Kocaman bir ailenin içinde yapayalnız hissediyorsanız, o aile bu nedenle “işlevsiz bir aile”dir. Baştaki hadis-i şerifler, işlevsel bir ailede büyümenin ve o ailenin bir bireyi olarak hayatın değişik alanlarına atılmanın nasıl bir konfor sunacağının hayalini kurdururken; işlevsiz bir ailede büyümenin, hissettiğimiz ama bilincinde olmadığımız sıkıntılarının altını çizdi. Hepimiz ebeveyn değiliz ama hepimiz bireyiz. Tamamen işlevsiz ailelerde büyüyen çocuklar gibi de değiliz, sorunu gördük, çözüm öneriyor, hakkımızı istiyoruz. Yoksa bünye tümden hasta düşecek.

(Sizden gelecek yeni cami notları için bilgi@hertaraf.com. Yetkililerin dikkatini çekebilmek için: Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm, Ankara Müftülüğü @ankaramuftulugu, Kayseri İl Müftüğü @kayseriilmuftulugu.)

Esra Özer Duru, Ankara, 13 Şubat 2025. 

[1] İşlevsel ve işlevsiz aile tanımları için Davranış Bilimleri Enstitüsünün sitesinden yararlandım. https://www.dbe.com.tr/tr/yetiskin-ve-aile/11/disfonksiyonel-aile-yapisi-nedir-ve-etkileri-nelerdir/#:~:text=Bir%20ailede%20s%C3%BCrekli%20olarak%20%C3%A7at%C4%B1%C5%9Fma,%C5%9Fekilde%20duygusal%20bir%20rahats%C4%B1zl%C4%B1k%20vard%C4%B1r (Son erişim tarihi: 12.2.2025) 

31 Ocak 2025

Cumaya Gittim Geleceğim VIII TUZUMUZ MU KURU?

Geçen hafta Youtube’ta Salih Amel Yolcuları isimli bir platformda, Ayşe Kılınçarslan ve Elif Aldatmaz’ın moderatörlüğünde “Camisiz Kadınlar, Kadınsız Camiler” başlığıyla Cumaya Gittim Geleceğim yazılarını konuştuk. Sohbet sırasında bir kez daha fark ettim ki Cuma namazlarından hareketle dile getirdiğim camideki dışlanmışlık hissi bana özel değilmiş. Maalesef çok sayıda kadın kendisini camide; dışlanmış, istenmeyen, yersiz bir iş yapıyormuş gibi tuhaf hissediyormuş. Yola çıkarken hedef, bu hissi azaltmak hatta mümkün olursa ortadan kaldırmaktı zaten. Yine başlangıçta birtakım eleştirilere muhatap olacağımız belliydi. Gelen eleştirilerden biri, “hayatta bu kadar çok ve ağır sıkıntılar varken tek derdimiz Cuma namazlarında kadınların uğradığı ayrımcı muameleyse buna şükretmemiz” yönündeydi. Eleştiriyi yapan kişi, ağır sıkıntılar olarak gençler arasında yayıldığını ifade ettiği ateizm, deizm, dinden ve ibadetlerden uzaklaşma gibi sorunlara dikkat çekiyordu ki hiç de küçümsenecek eleştiriler değildi. Zaten hiçbir eleştiriyi kulak ardı etme lüksü olmadığını düşünüyorum, onun için bu eleştiriye iyi niyetle yaklaştım ve tam da “tuzumuzun kuru” olduğunu iddia eden ve halimize şükretmemizi tavsiye eden bu kişinin en azından kadınların dışlanmasının sonuçlarını yeteri kadar değerlendirmediği sonucuna vardım.

İslam Tarihi konusunda uzman değilim ancak bugüne kadar öğrendiklerimizden hareketle camilerin daha doğru bir ifadeyle mescitlerin, Hicretten sonra Medine’de ihtiyaçlara binaen ortaya çıktığını görürüz. Bu süreçte mescitler insanların, yeni gönderilen dini, her şeyiyle öğrenmek için geldiği ve aynı zamanda toplumsallaştığı mekânlar olur. Müminler, an be an Peygamberimizin aldığı yeni vahiyleri, yeni sorumlulukları toplandıkları mescitlerde, teşbihte hata olmasın, “canlı yayın”da öğrenirler. Toplumun sorunlarına ilişkin istişareler, itirazlar buralarda dile getirilir. Bu anlamda Cuma namazları çok sayıda insanla belli bir saatte ve yerde buluşmaya sözleşilmiş bir “toplantı” olduğu için ayrı bir önem taşır. Cemaatle kılınan vakit namazları Cuma kadar olmasa da bu anlamda mühim. Toplumun her bir üyesi mescide/camiye gelerek namaz vakitlerinde yetkililere sıkıntılarını ifade etme imkânı bulur. Nitekim Peygamberimiz hayattayken dolayısıyla vahiy aktif bir şekilde inerken bir sahabe kadının yaptığı itiraz üzerine “Eşi hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan (kadın)ın sözlerini Allah elbette duymuştur” ayetiyle başlayan Mücadele Suresinin varlığı bu kanalın ne kadar sağlıklı işlediğini gösterir. Aynı zamanda camilerin sadece bir namaz kılma mekânı değil okul olduğuna işaret eder. Camileri asıl hüviyetine kavuşturmak için bu ehliyeti mutlaka sağlamalıyız.

Kadınlar tarihin hangi noktasında cemaatle yapılan ibadetlerden uzaklaştırıldı bilmiyorum. Belki toplumsal şartlar onu gerektirmiştir ki o zaman kadınların toplumsal hayattaki varlığıyla değil o şartlarla mücadele edilmeliydi. İşte nasıl olduysa kadınlar camilerle ilgili sınırlı taleplerde bulunur olmuş, teravihler ve belirli merkezler dışında camileri dolduran kadın kalabalıkları görmek nadir bir olay. Annesi -camide huzur bulamadığı için- camiye gitmeyen bir çocuğun, hayatının merkezine camiyi koymasını beklemek abesle iştigal olur. Sohbetimiz sırasında Elif Aldatmaz hanımefendinin isabetle işaret ettiği gibi, geldiğimiz noktada “ayetle adeti birbirinden ayırmamız gerek”. Mescid-i Nebevi’nin giriş kısmına Peygamberimiz tarafından kurulan Suffe ashabından Enes bin Malik’i hepimiz biliriz. Çocukken, çocuk bir sahabe olan Enes’in rivayetlerini, hikâyelerini her duyduğumda, İslam’ı Peygamberimizden öğrenebilmek için Asr-ı Saadet’te yaşamış bir erkek olmayı dilerdim. Çünkü toplumsal kurallar bana bunu öğretiyordu.

Yazının başındaki eleştiriye dönecek olursak; muhatabına saygı gösterip adıyla sanıyla bir eleştiri yazmamış da olsa o kişinin ya da başkalarının sandığı gibi “tuzumuz kuru” olduğundan değil, bilhassa canımız yandığı için yola çıktık. Niyetimiz halistir, kalpleri bilen yalnızca Rabbimizdir.

“Kızlar Cuma Kılmaz ki!”

Bu haftaki Cuma namazı değerlendirmemiz, Gölbaşı’nda mahalle içinde nispeten küçük ve güzel bir cami olan Bilal-i Habeşi Camisinden. Kadınlar tuvaletinin kapısı kilitli. Erkekler için hem şadırvan hem de tuvalet var. Etrafta esnafın yoğun olması nedeniyle Cuma vakitlerinde oldukça kalabalık. Ayakkabılık ortak. Aynı alana açılmasına ve zaten erkekler tarafından da kullanılmasına rağmen işaretçi amcalar bizi kadınlar girişine yönlendirdi. Caminin girişi düz ayak ancak Cuma vakti erkeklerin doldurduğu kadınlar kısmına ulaşmak için çok sayıda basamak çıkılması gerekiyor. Caminin merdiven aralarında asma katımsı bölümler var. Bunlardan 14-15 yaşında erkek çocukların doldurduğu bir alanı gözümüze kestirdik. Çocuklar bizi “Kızlar Cuma kılmaz ki!” diye karşıladı. “Bu kızlar kılacak” deyip gülerek seccadelerimizi sererken odayı bize bıraktılar. Bu bölüm aydınlık, temiz ama caminin ana mekânından tamamen ayrı, tabure bulunmuyor ve soğuk. Kıble tarafındaki duvarda, biraz yukarıda caminin kubbesini ve o katta bulunan erkek cemaatin sırtlarını görebileceğiniz bir cam var. Sünneti kıldığımız zaman zarfında kapı defalarca açıldı. Hutbe başlayacağı sırada daha önce gülüşerek odayı bize terk eden genç cemaat deyim yerindeyse odaya doluştu. Namazı bizimle kılmak için izin isteyince biz de onlara yer açtık. Onların kıpır kıpır gençlik neşesi eşliğinde hutbe dinleyip namazımızı kıldık. Yalnız kıldığımız cumalardan daha keyifliydi. Camiden yüzümüzde engellemediğimiz bir tebessümle ayrıldık.

(Sizden gelecek yeni cami notları için bilgi@hertaraf.com, yetkililerin dikkatini çekebilmek için: Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm, Ankara Müftülüğü @ankaramuftulugu, Gölbaşı Müftülüğü @golbasimuftulugu.)

https://hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-cumaya-gittim-gelecegim-viii-tuzumuz-mu-kuru-4441 

https://www.youtube.com/live/bR2o4RVNKVc?si=xrO5_vfCzkgN8Ux2

Esra Özer Duru, 29 Ocak 2025, Ankara. 

12 Ocak 2025

Cumaya Gittim Geleceğim VII İTİRAZIM VAR!

Beklenmedik gelişmeler nedeniyle bu hafta ikinci Cuma yazısını yazmam gerekti. Bu ülkede doğmuş 48 yaşında bir kadınım. Hayatımın her günü, hadi abartmayayım bir gün durup bir günü, bütün kadınlar gibi varlık mücadelesi verdim. Ailede, okulda, işte, sokakta, camide; erkek olsak bazı işlerin ne kadar kolay olacağını göre göre yaşadık. Yine birçok kadın gibi ben de erkeklere ne kadar benzersem o kadar rahat edeceğim mesajını aldım, günlük hayatta “erkek gibi” davranmayı öğrendim. Hayatımın ilk günlerinden itibaren ben ve başka kadınlar, şimdi tarif ettiğim şekilde “cinsiyetsizleştirme” politikasına maruz kaldık. Şu koca yeryüzüne kadınsak nasıl sığdırılmadığımızı, nasıl hiçbir yerde (camide dahi) yerimiz olmadığını nefes alıp verir gibi idrak ettik. Bir yere gittiğimizde bize “uygun” yer bulunamadığının, orada bulunmamızdan oranın yerlilerinin ne kadar rahatsız olduğunun hep farkında olduk.

Dün Cuma namazı için Ankara Gölbaşı’nda, Gölbaşı’nın büyük ihtimalle en büyük camisi olan Mevlana Camii’ne gittim. Safları sıklaştırsalar ancak alt katı doldurabilecek erkek müminler mutlu mutlu, sıcak sıcak, caminin altını üstünü, sağını solunu, bildikleri gibi doldurdukları için bir tek bana koca camide yer kalmamıştı. Elimde seccademle kadınlar kısmını ararken içeride iki tur attım. En son üst katta uygun bulduğum bir köşeye seccademi serip namazımı orada kılacağımı gösterince bir işaretçi amca aşağıda bir oda tarif etti. Yersiz bir iş peşinde olduğuma dair şaşkın bakışlar arasında seccademi toplayıp tarif edilen yere gittim. Kapısına yaslanmış insanlardan izin isteyip girdiğim odada namazımı tek başıma, soğukta, elektrik süpürgeleriyle birlikte kılarken Cuma hutbesinin ironisi canımı yaktı.

Hutbede, Rabbimizin insanı bir kadın ve bir erkek olarak aynı özden yarattığına dikkat çekilerek cinsiyetlerin herhangi bir üstünlük ya da eksiklik sebebi olmadığı vurgulanıyordu. O sırada ben bir ayrımcılığın tam göbeğinde namaz kılmaya çalışıyordum. Her iki cins birbirinin rakibi ya da alternatifi değil, tamamlayıcısı ve destekleyicisiydi ama ben kendimi “Allah’ın evi”nde yapayalnız ve istenmeyen bir kul olarak hissetmemek için üstün bir çaba sarf ediyordum. Hz. Ömer’e hutbe sırasında itiraz eden kadın sahabe geldi aklıma, onun kadar cesur değildim. “Dünyada bu yalnızlık hissi herhangi bir insana reva mıdır?” diye düşünürken Allah’ın emirleri ile toplumsal kodları birbirinden ayırabildiğim için şükrettim.

Yıllardır çeşit çeşit ortamda bulundum. Kur’an-ı Kerim’de ataerkil bir ton olduğunu söyleyen arkadaşlarıma itiraz ettim. O “ton”un Allah’a ve O’nun muhteşem kitabına, dinine ait olmadığını anlatmaya çalıştım. Bugüne kadar şu yeryüzünde bu toplumsal kodlar yüzünden bir tek kız çocuğu “Allah galiba erkek!” diye düşündüyse bu vebal kıyamet günü hepimize yeter. Bir tek kadın kendini rahatsız, tehdit altında hissetti ve onun için camiden, dinden uzaklaştıysa bunun sorumluluğunun altında hep birlikte kalırız. Geldiğimiz noktada dayatılan toplumsal din anlayışına, İslam’ın erkek dini gibi takdim edilmesine itirazım var! Ama tek başımıza yaptığımız bu itirazın hiçbir manası olmuyor. Cami cemaatini yönlendirmek, kadınların varlık mücadelesinin haklılığını anlatmak için kurumsal destek gerekiyor. (Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm, Ankara Müftülüğü @ankaramuftulugu, Gölbaşı Müftülüğü @golbasimuftulugu.)

Kızkardeşlerime de kırgınım. Cuma yazılarıma destek vermiyorlar diye falan değil! O zor yola, alacağım desteğin sınırlı olacağını ve büyük bir işe kalkıştığımı bilerek çıktım. Dünkü üzüntüme rağmen Allah izin verdiği, gücüm yettiği müddetçe yazmaya devam etmek istiyorum. Kırgınım çünkü -ne kadar zamandır bilmiyorum- istenmediğimiz camilerde bulunmamayı nasıl kabullendiniz? Kırgınım çünkü nasıl “Yüce Allah, neden sadece erkeklere, üstün bir sevap kazanacakları bir ibadet ikram etti?” diye sorgulamadınız? Kırgınım çünkü “üstünlük takvadadır” buyuran Rabbimizin böyle bir ayrım yapacağını (haşa) nasıl aklınız aldı?

Cuma yazılarını yazmaya başlarken bu noktaya eninde sonunda geleceğimi biliyordum da böyle hızlı olmasını beklemiyordum. Keşke küçücük Gölbaşı’nda bir yetkili, her hafta benim yaptığım gibi ayrı bir camide Cuma kılsa ve bu eksikleri benim yerime tespit etseydi. Kendime bir önem atfediyor da değilim. Sadece bir kadın olarak camide mutlu ve rahat olmak istiyorum. Bence çok şey istemiyorum.

(Sizden gelecek yeni cami notları için bilgi@hertaraf.com, yetkililerin dikkatini çekebilmek için: Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm, Ankara Müftülüğü @ankaramuftulugu, Gölbaşı Müftülüğü @golbasimuftulugu.) 

https://hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-cuma-namazina-gittim-gelecegim-vii-itirazim-var-4426

Esra Özer Duru, Ankara, 11 Ocak 2025.  

09 Ocak 2025

Cumaya Gittim Geleceğim VI GAZZELİ CUMA

Dün bir hayır derneğinin Gazzeli çocuklara pasta ikram ettiği etkinliğin videosunu izledim. Çok uzun zamandır pasta yemeyen çocuklar ayrı, yedirenler ayrı mutlu. 15 aydır Gazzesiz bir anımız geçmiyor. Her an acziyetimizle sınanıyoruz. Gözyaşlarımız onların kanlarına karışıyor. Acıyı anlatacak kelimemiz kalmadı. Gazze’yi unutmamak, orada yaşanan zulme alışmamak, katil İsrail’in katilliğini yüzüne vurmak için susmadan, yorulmadan çabalamaya devam ediyoruz. Aslında Gazze’den başka bir konu konuşmak da içimizden gelmiyor. 

Dronesuz, füzesiz bir gökyüzüne uyanabildiğimiz, özgür insanlar olarak imamı-müezzini, kubbesi, mihrabı, cemaati bulunan camilerde Cuma namazı kılabildiğimiz, çocuklarımıza temiz su, iç çamaşırı, banyo, yemek, ilaç, doktor, ev, yatak, akla gelebilecek bütün temel ihtiyaçları sunabildiğimiz, olağan gerekçelerle vefat etmiş yakınlarımızın arkasından sakin sakin dua edebildiğimiz için vicdan azabı çekmediğimiz bir gün, bir an dahi geçmiyor. Kontrolümüzün, müdahalemizin hiç olamadığı bir alanda her gün sadece şahit olduğumuz bu zulüm; Gazzelilerin yaşadığı dehşetle asla kıyaslanamaz ama şahitlerde de birçok sıkıntıya yol açıyor. Sağ kalan suçluluğu, hayata yabancılaşma, yaşama isteğini kaybetme, güven duygusunun zedelenmesi, adalete inancın sarsılması, genel adıyla depresyon bunlardan bazıları. İşte Gazze’yi konuşmaya takatimiz olsun diye; aksaklıkları görüp dile getirebileceğimiz, derdimizi anlatabileceğimiz, nispeten çok daha küçük bir alan bulup orada günlük mücadelemizi verebilir ve kendimizi bu depresyondan bir nebze uzak tutabiliriz. Kadınların Cuma namazlarında yaşadıklarını tespit anlamındaki yazılar böyle bir gerekçeyle ortaya çıktı.

Haymana Hacı Baba (Yeni) Camii

Bu haftaki Cuma vakti cami incelememiz, Sevgili Cuma namazı yoldaşım annem Mine Özer’den. Annem, Haymana’daki Eski Camii’de yer bulamayınca gittikleri Yeni Camii ya da diğer adıyla Hacı Baba Camii’nden cuma izlenimlerini aktarıyor. Birkaç basamakla çıkılan camide, kadınların namaz kılması için yapılan asıl bölümün kapısı kilitli ve depo olarak kullanılıyor. Caminin ana girişinde solda üzerine kadınlar bölümü yazılmış ayakkabılığı da olan bir yer bulunuyor. İçerideki kombi ve bir kısmı açıktan geçen kalorifer tesisatı mekânı daraltıyor. Ortamın sıcaklığı iyi ancak halının üstü oldukça tozlu. Yeterli miktarda tabure bulunuyor, ses sistemi gayet iyi, hutbe anlaşılıyor. Bu bölümün duvarına caminin içini görecek şekilde bir cam yapılmış ama camda perde var. Dolayısıyla zaten caminin içini, kubbeyi, minberi, mihrabı görmeniz mümkün değil. Caminin iki tuvaleti de kirli ve kullanılmaz durumda.

Sizden gelecek yeni cami notlarını Hertaraf’ın bilgi@hertaraf.com adresine beklemeye devam ediyoruz. (Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm, Ankara Müftülüğü @ankaramuftulugu, @haymanamuftulugu.)     

https://hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-cumaya-gittim-donecegim-vi-gazzeli-cuma-4423 

Esra Özer Duru, Ankara, 9 Ocak 2025.  

03 Ocak 2025

Cumaya Gittim Geleceğim V İYİLER DEĞİL, KÖTÜLER İSTİSNA OLSUN

Okulda Hukukun Temel Kavramları diye bir ders almıştık. Adı üstünde temel kavramların yanı sıra Türkiye’nin bugüne kadarki anayasalarının genel özelliklerini de işlemiştik. 82 Anayasası için “İstisnalar Anayasası” dendiğini orada öğrenmiştik. Herkes, istisnaları sayılana kadar her hakka sahipti. İstisnalar o kadar kapsamlıydı ki sonuçta hiç kimse temel hak ve özgürlüklerden yararlanamıyordu. Bu istisna bahsinin birinci yorumu.

Suriyeli kardeşlerimiz 14 yıllık savaşın ardından ülkelerine dönerken bize teşekkür ediyorlar. Hertaraf yazarlarının bulunduğu bir grupta, Suriyelilerin ülkemizde yaşadıkları acılar hatırlatılarak bu teşekkür mesajları onların güzelliklerine bağlanınca bir dostumuz, “Kötü insanlar var, biliyorum onların yaptıkları gündem oluyor. İyiliğin gürültüsü olmaz. Orana vurursanız eğer mukayese bile olmaz esasında” diyerek bir hatırlatma yaptı. Bu da istisna bahsinin iyiliğin, iyi standartların genel kural; kötülüğün, kötü standartların istisna olması gerektiğine dair bir bakışla ikinci yorumu.

Kamudan iki örnek: TBMM Mescidi ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Mescidi

Kadınların ibadetlerini herhangi bir zorluk çekmeden ya da bir fedakârlığa katlanmadan yapabildikleri iki örnekle cami gözlemlerimize devam ediyoruz. Bu haftaki örnekler için notlarını bizimle paylaşan Banu Ergül’e teşekkür ederiz. Birinci gözlem Cuma namazı değil de vakit namazlarında TBMM’nin giriş katının altında bulunan TBMM Mescidine dair. Ergül, mescide merdiveni kullanarak inmiş ancak TBMM’nin asansörlü bir bina olmasından hareketle mescit katına asansör olduğunu düşünüyor. Mescit ile aynı katta mescitten bağımsız ve giriş kapısı içerinin dışardan görülmesini engelleyecek şekilde tasarlanmış bir tuvalet bulunuyor. Abdest alma yeri 4 ya da 5 kişilik. Her abdest taburesinin yanına abdest alırken ayağa kalkmadan uzanabileceğiniz şekilde kâğıt havluluk ve çöp kutusu yerleştirilmiş. Böylece abdest alan kişi ayağa kalkıp seke seke havlu almaya gitmek ya da abdest almadan önce havlularını hazırlamak zorunda kalmıyor. Mescit girişinde yeterli sayıda ayakkabılık mevcut. Mescidin içi ferah ve temiz. Ses sistemi gayet iyi çalışıyor. Sonuç olarak TBMM Mescidi biraz ücra bir yerde olsa da abdestinizi ve namazınızı konforlu bir şekilde eda edebiliyorsunuz.     

Ergül’ün ikinci gözlemi, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının Eskişehir Yolundaki binasının mescidine ilişkin. Mescit, alışıldığı üzere otopark girişinde sadece kadınların kullanımına özel bir şekilde düzenlenmiş. Aynı katta TBMM Mescidinde olduğu gibi mescitten bağımsız bir tuvalet bulunuyor. İçinde abdesthanesi bulunan mescidin girişi gayet ferah ve korunaklı. Mescit girişinde bir ayakkabılığın ve askılığın bulunduğu antre yer alıyor. Bu antreden abdesthaneye ve mescide geçiş imkânı sağlanmış. Abdesthane oldukça geniş, ortada bir oturma alanı var. Sıcak su mevcut. Sık aralıklarla ayna ve kâğıt havlu takılmış. İsterseniz kullanmanız için plastik terlikler de bırakılmış. Namaz kılma alanı gayet ferah, temiz ve sıcak. Cemaatin en kalabalık olduğu Cuma vakitleri dahil hiçbir zaman erkeklerin kullanımına tahsis edilmesi gerekmiyor. Ses sistemi oldukça iyi. İmam ve müezzinin kıraati, hutbeler gayet net anlaşılabiliyor. Mescit, mesai çıkışlarında annelerinin yanına gelen çocukların sesleriyle şenleniyor.

Demek ki mümkün

Bu haftaki örneklerin ikisi de kamuya ait mescitlerden. Bunlara bakıldığında kadınların herhangi bir sorun yaşamayacağı mescit ve camiler tasarlamanın mümkün olduğunu açıkça görüyoruz. En baştaki istisna bahsine dönecek olursak kadınların ibadet edebilmek için fedakârlıklar yapmak zorunda kaldığı camiler, mescitler, tüm camiler içinde istisna olmalıydı ki mazur görülebilsin. Şimdiki tabloda iyi örnekler istisna gibi duruyor.

Sizden gelecek yeni cami notlarını Hertaraf’ın bilgi@hertaraf.com adresine beklemeye devam ediyoruz. (Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm, Ankara Müftülüğü @ankaramuftulugu, Çankaya Müftülüğü @cankayamuftulugu.) 

https://www.hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-cumaya-gittim-gelecegim-v-iyiler-degil-kotuler-istisna-olsun-4416

Esra Özer Duru, Ankara, 2 Ocak 2024.

27 Aralık 2024

Cumaya Gittim Geleceğim IV KADINLARIN CUMASI ÜZERİNDEN SOSYAL KİMLİK TEORİSİ

Birkaç yıl önce Ulus’ta Denizciler Caddesinin kenarındaki ahşap bir caminin kadınlar mahfilinde tam namaza durmaya hazırlanırken yerdeki etek ve başörtüsü yığını harekete geçti. Orada uyuyan ve bilmeden uyandırdığımız bir erkek aniden yattığı yerden kalkıp bizi epey korkuttu. Bu olayı geçen hafta sosyal medyada karşılaştığım çirkin bir video yüzünden hatırladım. Aslında şimdi yazacaklarımı yazmayı daha önce düşünmüş ve eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmekten imtina ettiğim için vazgeçmiştim. Belli ki yazmak gerekmiş. Çünkü bahsettiğim videoda, bir caminin kadınlar kısmının ayakkabılığında çekildiği iddia edilen edep dışı, çirkin bazı görüntüler var. Detay vermeyeceğim ama görüntüler, camilerin kadınlar mahfili girişlerinin tehlikeye ne kadar açık olduğunu gösteriyor.

Camilerin ana girişleri genellikle ihtişamlı, çift kanatlı kapılarla inşa edilirken kadınlar kısmının girişi caminin arkasında, bahçesinde, kuytularda, karanlıklarda, gözden ırakta oluyor. Caminin ta planlamasından itibaren söz konusu olan bu en nazik deyimiyle “ihmal” göz yaşartıcı değil göz karartıcı! Kadınların camiye gelmesi genel olarak neden bu kadar rahatsız edici bulunuyor bilemiyorum. Sanki “gözümüzden ne kadar ırak olurlarsa o kadar iyi!” deniyormuş gibi. Daha önceki bir yazıda (https://hertaraf.com/koseyazisi-cuma-ya-gittim-gelecegim-ii-siz-iyiligimizi-istiyorsunuz-ama-sanirim-biz-vermeyecegiz-4393) korumacı cinsiyetçilik (Benevolent Sexism) diye bir kavramdan bahsetmiştim. Doğrusu kadınlar kısmı girişlerine bakınca insan bir korumacılık göremiyor. Zaten böyle korumayı da kimse istemiyor. Günlük hayatın her alanında var olmaya çalışan, varlığı bir ölçüde kabul edilen kadınlar, camide neden bu kadar istenmiyor?

Sosyal Kimlik Teorisi nedir?

Bu soru üstüne kafa yorunca karşımıza sosyolojideki “sosyal kimlik teorisi” çıkıyor. Teori kabaca birbirleriyle ortak özellikleri olduğunu düşünen bir grubun, kendilerini diğer gruplardan farklı, başarılı, değerli vs. addederek diğerlerine uyguladıkları ayrımcı davranışları açıklamakta kullanılıyor. Toplumda genellikle yabancılara yönelik önyargılı davranışları tanımlayıcı bir teori. Kendilerini belli bir gruba ait addeden bireyler; kaydettiklerini düşündükleri başarıda, sahip olduklarını sandıkları ayrıcalıkta, kendilerinin diye kodladıkları mekânda başka ortaklar istemiyor. Cumanın bir erkek namazı, caminin bir erkek mekânı olduğu yönündeki bu teoriyle açıklanabilecek toplumsal algı; kadınlara camilerde istenmediklerini ve güvende olmadıklarını hissettiriyor. Malumun ilamı gibi olacak ama tekrar etmekte fayda var: Camiler, cami derneğine bağış yaptığı için camiyi sahiplenen insanların dışında, camiye gelmek isteyen herkesin gelebildiği, ibadet edebildiği, zaman geçirebildiği, en önemlisi kendini güvende ve ait hissedebildiği mekânlar olmalı. Tabi ki bütün camilere güvenlik görevlisi dikmek, kameraları sürekli izleyip anında müdahale etmek mümkün değil ancak cemaat birbirine göz kulak olursa kadın cemaatin güvenliği büyük ölçüde zaten sağlanır.

Bu haftaki Cuma namazı cami değerlendirmemiz Ankara Gölbaşı Şafak Mahallesi Camii:

Cami, Konya Yolunun kenarında ve ana cadde üstünde olduğu için erkekler kısmı yoğundur diye tahmin ediliyor. Tahmin çünkü kapısından bakmak bile mümkün olmadığı için konuya dair bir bilgi toplanamıyor. Caminin altında çok basamaklı bir merdivenle inilebilen paralı tuvaletler mevcut. Caminin ana girişinde kadınlar kısmını işaret eden bir ok, tabela vs mevcut değil, o nedenle kadınlar kısmını işaretçi amcaların yardımseverliği sayesinde buluyorsunuz. Az ama yine merdivenle çıkılan kadınlar kısmı, camiden tamamen ayrı bir bölüm olarak yapılmış yani aslında kadınlar namazı camide kılamıyorlar. Kadınlar için düzenlenen oda iki kısımdan oluşuyor, sokaktan girilen ilk kısmın kapısında bu bölümün sabah ve yatsı namazlarında açık olduğuna dair bir bilgi var. Burası ayakkabılıkların bulunduğu ve dört beş kişinin rahatça namaz kılabileceği bir oda. Buradan kadınlar kısmı olarak düşünülmüş ikinci bir odaya geçiyorsunuz ki on kişinin rahatlıkla namaz kılabileceği geniş, temiz, aydınlık ve sıcak bir alan. Ses sistemi iyi çalışıyor, hutbe anlaşılıyor. Ancak caminin içi, minber, mihrap, kubbe vs. görünmüyor. Dolayısıyla erkek cemaatle asla muhatap olunmuyor. Elektrik süpürgesi, halı parçası gibi aksesuarlar yok. Namazını oturarak kılmak zorunda kalanlar için tek bir tabure bulunuyor. Cami değerlendirmelerimizde baktığımız kriterler arasında güvende olma hali zaten vardı ama son gelişmeler ışığında bu konuyu daha çok vurgulamak icap ediyor belli ki. Dolayısıyla kadın cemaate “küçük sürprizler” (!) hazırlanmak istenirse gayet elverişli bir mekân.

Sizden gelecek yeni cami notlarını Hertaraf’ın bilgi@hertaraf.com adresine beklemeye devam ediyoruz. (Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm, Ankara Müftülüğü @ankaramuftulugu, @golbasimuftulugu.)    

https://hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-kadinlarin-cumasi-uzerinden-sosyal-kimlik-teorisi-4407

Esra Özer Duru, Ankara, 26 Aralık 2024. 

21 Aralık 2024

Cumaya Gittim Geleceğim III SELAMÜN ALEYKÜM CUMA, BİZ GELDİK

Toplum olarak gelişmiş bir “katlanma” kültürümüz var. Sonunda güzel bir şeye sahip olunacaksa mutlaka sıkıntılara, acılara katlanıp bu güzel şeyin bedelini peşin peşin ödememiz gerektiğine inanırız. Herhalde bu kültürden kaynaklanan bir anlayışla namaz kılmak isteyen bireylerin önce sıkıntılara, pisliğe tahammül etmeyi öğrenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Hele de bu birey kadınsa… Bunca yıllık cami, mescit, abdesthane, tuvalet tecrübesi bu fikri doğruluyor. Namaz, Yüce Allah’ın inananlara farz kıldığı ibadetlerden biri ve günde beş vakit, işlerin en yoğun, uykunun en tatlı, insanın en aç… olduğu zamanlarda kılınması gerekiyor ve bu yönüyle zaten kişisel bir disiplin meselesi. Her ne kadar Rabbimiz, namazın insanlar tarafından zorlaştırıldığı için zor kılınanına daha çok ecir vereceğine dair bir vaatte bulunmadıysa da toplumumuz bunun böyle olduğunu düşünüyor galiba. Sanki namaz kılan insan bunu kolay yaparsa namazın ecri azalıyor. Kadınların da herhangi bir ecre ulaşmak için erkeklerden daha ağır bedel ödemesi gerektiğine dair bir inanış olsa gerek ki kadınlar namazı evleri dışında herkesten daha zor koşullarda kılıyor.

Üniversite öğrencilik zamanlarımızda, okulda mescit, abdesthane olmadığından evden abdestli çıkar o abdesti eve dönünceye ya da abdest almaya uygun bir yer buluncaya kadar muhafaza ederdik. Arkadaşlarımızla çay, kahve içmekten kaçındığımız çok olurdu. İçinde abdesthanesi ve mescidi olan fakülte binası bizim için hayal gibiydi. Dekanlığa yaptığımız talep ise reddedilmişti. Kısa ders aralarında namaza giden birkaç kişiyle diğer fakülte binasına gider orada namaz kılmaya çalışırdık. Kısa bir süre sonra başka fakülteden geldiğimiz için zorluk çıkartıldı, o mescidi de kullanamaz olduk. Bu sıralarda bir ahbabımızın yakında oturduğunu öğrenince onlardan rica ettim ve uzun bir zaman namazlarımı onların evinde kıldım. Hala duayla anıyorum onları. Namaz kılmak hiç kimse için bu kadar zor olmamalıydı.

Ankara’daki birçok Avm’de mescide gidebilmek için -3. kata falan inmeniz, Avm’den tamamen dışarıda, otoparkın içindeki mescidi bulmanız ve deyim yerindeyse çoğu zaman in cinin top oynadığı bir alandan geçerek namazınızı kılmanız gerekiyor. Mesela Taurus’un mescidine böyle ulaşılıyor maalesef. Mescit tertemiz, hemen karşısında tuvalet ve abdest alma yeri bulunuyor ama vakit namazlardan biri yaklaşmıyorsa oldukça boş ve korkutucu oluyor. Panora’da üçüncü katta bulunan mescit için böyle bir korku ve endişe taşımıyorsunuz çünkü medeniyete yakın bir yerde namazınızı eda edebiliyorsunuz. Birkaç yıl önce Cepa’nın mescidine gittiğimizde abdest alma yerinin giderden taşan suyla dolu olduğunu görmüştük. Yine buraya erişim de Avm’nin en alt otopark katından sağlanıyordu. Ankamall’da mescide ayrı bir asansörle ya da ayrı bir merdivenden gidiliyor. Asansör doluysa birkaç kat merdiven çıkmak ya da inmek gerekiyor.  

Eskişehir Yolundaki Medicana Hastanesinin mescidi de Avm mescitleri gibi -3’te bulunuyor. Mescitle aynı katta tuvalet olmadığını bilmeden indiyseniz bir katı geri çıkıp tuvalete öyle gidebiliyorsunuz. Hazır tuvalete girmişken orada abdest alamazsınız tabi ki. Sizi abdest alırken görenler ne yaptığınızı anlayamadıkları için tuvaletten çığlık çığlığa kaçabilir. Zaten siz de tuvalette abdest almaktan rahatsız olabilirsiniz. O nedenle aşağı inip mescidin girişinde bulunan tek kişilik abdest alma yerini kullanmalısınız. Mescit oldukça küçük, kapısı dışa doğru açılıyor ve bu açılım tek kişilik abdest alma yerinin koridordan geçenler tarafından görülmesine neden oluyor. Üstelik mescidin karşısında (büyük ihtimalle iyi niyetle yerleştirilmiş ancak) mahremiyeti tehlikeye düşüren banklar mevcut. Namaz vakitlerinin ilk ya da son anlarında denk gelinirse yer bulmak için beklemek gerekebiliyor. Namaz sırasında kalabalık olması ve mekânın darlığı nedeniyle sıcak ve boğucu bir ortam oluşuyor. Ama madem namaz kılıyorsunuz o zaman fedakârlığa katlanmak gerekir değil mi? Yani abartmayın, bir süre nefes almasanız ne olur?

Halbuki insan kendisini evinde hissetmeliydi: Ankara Gölbaşı Merkez Camii

Bu haftaki Cuma namazında cami değerlendirmemiz Ebru Uludağ’dan geldi. Uludağ’ın aktardığına göre, kadınlar, Cuma namazına, caminin içine hiç girmeden dışarıya eklenen bir baraka/müştemilattan katılıyor. Dolayısıyla minber, mihrap, kubbeyi falan boş verin cami hiç görünmüyor. Kadınlardan oluşan Cuma cemaati en az on kişi olmasına rağmen şartlar çok zorlayıcı. Bu bölümlerin ayrılmaz dekoru halı parçaları tabi ki bu küçücük bölmede bile kendilerini özletmeyerek bir köşede yığılı duruyor. Yerdeki halı insana kirli olduğu hissini veriyor, üzeri ipliklerle, kırıntılarla vs. kaplı. Mekân oldukça soğuk, kalorifer peteği yanmıyor, namaz kılınırken montla dahi üşünüyor. Neyse ki hoparlör sistemi iyi, hutbe rahatlıkla duyuluyor ve anlaşılıyor. Ayakkabılık yeterli, tabure mevcut. Caminin tuvalet ve abdesthanesi ise camiden bağımsız bahçedeki bir evin alt katında ve ücretli. Bizimle cami notlarını paylaşan Ebru hanım, camideki en büyük eksikliğin “insanın kendisini camide hissedememesi” olduğunu ifade ediyor.

(Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm, Ankara Müftülüğü @ankaramuftulugu, @golbasimuftulugu.) Yeni cami notlarınızı Hertaraf’ın bilgi@hertaraf.com adresine bekliyoruz.   

https://www.hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-selamun-aleykum-cuma-biz-geldik-4401  

Esra Özer Duru, Ankara, 19 Aralık 2024.   

13 Aralık 2024

Cuma’ya Gittim Geleceğim II SİZ “İYİLİĞİMİZİ” İSTİYORSUNUZ AMA SANIRIM BİZ VERMEYECEĞİZ!

Kadınların uğradıkları ayrımcılıklar arasında insana en ilginç gelen korumacı cinsiyetçilik olarak Türkçeye çevrilen Benevolent Sexism. Korumacı cinsiyetçilik; genellikle kadınların bir şeyi beceremeyeceği, gücünün yetmeyeceği, üstesinden gelemeyeceği, sakar, unutkan, zor anlayan, korunmaya muhtaç, kendi iyiliği için yapılması gereken şeyleri anlayıp düşünemeyen bir varlık olduğu gibi kadını küçümseyen inançlardan yola çıkarak yapılan ayrımcılıklara deniyor. Nedense bu kadın imajı film, dizi sektörü başta olmak üzere birçok kesim tarafından “sevimli” bulunuyor, yeniden yeniden üretiliyor.

Ünlü bir kadın oyuncu katıldığı bir ödül töreninde, kadın oyunculara yazılan “Şimdi ne yapacağız?” repliğinin neredeyse bütün filmlerde tekrarlandığını belirterek bunu eleştirdi. Bu durum azımsanacak gibi değil ve insana kadınların camide yaşadığı zorlukları hatırlatıyor. Nasıl mı? Mesela kıyafetlerinin düğmelerini kendilerinin ilikleyebileceği yönün tersine dikerseniz kadınlar üstlerini giyerken yardım almak zorunda kalır. Ya da kadın kıyafetlerine cep dikmezseniz, küçücük veya dev tek gözlü çantalar üretirseniz elindeki anahtarı, cep telefonunu, mendili, çocuğun emziğini nereye koyacağını bilemeyen kadın illa ki bir şeyleri düşürür, çantanın içinde kaybedebilir ya da çantaya sığdıramayabilir. Siz de bu “tatlı şey”in “iyiliğini” düşünerek üstelik ayrımcı, yasakçı görünmek tehlikesini de kıvrak bir manevrayla savuşturup ona evden çıkmamasını, şuraya buraya gitmemesini ya da cemaatle yapılması farz olan bir namazı evde kılmasını tavsiye edebilirsiniz. “Korkuyorsan, zorlanıyorsan, abdest alamıyorsan, erkek cemaat garip davranıyorsa, namazını da geçirmek istemiyorsan evinde kıl.” Böylece bir sürü pürüz kendiliğinden hallolur. Kadın da “ne kadar sevildiğini, önemsendiğini” falan hisseder. Ama bilin bakalım kim “iyilik”ten anlamıyordur? Yeni cami incelememiz işte burada devreye giriyor.

Ankara Gölbaşı Karşıyaka Güzelyalı Camii

En sık ve severek gittiğimiz cami. Hatları, süslemeleri pek güzel, zarif. Kadınlar mahfiline caminin arkasından açılmış bir girişten doğrudan kadınlar kısmına çıkılan bir merdivenle giriliyor. Camide asansör bulunmuyor. Girişte yeterli sayıda ayakkabılık mevcut ama teravih namazlarında büyük ihtimalle yetmiyordur. Ayakkabıların konduğu alanda, kadınlar kısmının değişmez dekoru halı parçaları merdiven altındaki geleneksel yerini almış. Merdivenler geniş ve aydınlık, duvarda tutunarak çıkılabilmesi için trabzan mevcut. Üst kat geniş, ferah, aydınlık. Mekân alt kattan, üst katın yarım kat yapılması marifetiyle ayrıldığı için kubbe, minber ve mihrap rahatlıkla görünüyor.

Bir süredir kadınlar mahfilini ortadan ikiye bölecek şekilde paravanlar konmuş bu bölümün bir kısmı da erkeklere tahsis edilmişti. Namaza gittiğimiz ilk zamanlarda namazlarının kabul olmayacağı endişesiyle biraz geri çekilmemiz için yukarı haber gönderen erkekler, ne değiştiyse, yaz boyu paravanla ayrılmış da olsa bizimle aynı safta namaz kıldı. Geçen hafta paravanlarımız kaldırıldı, bize de nereye götürüldüklerine dair herhangi bir not bırakılmadı.😊

Üst katta hiç pencere açılmadığı ve klimanın üstünde kocaman harflerle DOKUNMAYIN yazdığından yazın 40 derecenin üstünde sıcakta, kışın üst katı bir vakit için ısıtmak gerçekten büyük israf olacağı için soğukta namaz kılınıyor. Geçmiş yıllarda cemaat az olduğunda kullanılan pvc ile yapılmış odada kadınların Cuma kılmasına imkân tanınmıştı. Kovid salgını sırasında bu ilerlemelerin hepsi yok oldu. Sağlık sıkıntıları olduğu halde merdiveni çıkabilen ama oturarak namaz kılmak zorunda olanlar için üst katta uzun zamandır hiç tabure yoktu. Annem hutbeyi yan duvara dayalı duran inşaat kalaslarının çakılması suretiyle yapılmış bankta dinliyordu. Bu hafta kırık da olsa bir taburemiz oldu.

Ses sisteminde, basların artıp tizlerin yok olması ve söylenenlerin bir homurtuya dönüşmesine sebep olan sorun nedeniyle hutbe anlaşılmıyor. İmam, müezzin ya da erkek cemaatin, kadın cemaate nasıl davrandığına dair bir gözlem yapmaya yetecek karşılaşma yaşanmıyor. Erkekler için bir tuvalet bir de bahçede şadırvan var. Kadınlar tuvaleti işareti, tuvaletin caminin altındaki Kur’an kursunun içinde yer aldığını gösteriyor. Ancak kursun kapısı kapalı, zile bastığımız halde açan olmadığı için camide hali hazırda işlevsel bir kadınlar tuvaleti ve abdest alma alanı bulunmuyor. (Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm, Ankara Müftülüğü @ankaramuftulugu, @golbasimuftulugu.) İlki elimize ulaşan yeni cami notlarınızı Hertaraf’ın bilgi@hertaraf.com adresine bekliyoruz.    

https://hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-cuma-ya-gittim-gelecegim-2-siz-iyiligimizi-istiyorsunuz-ama-sanirim-biz-vermeyecegiz-4393

Esra Özer Duru, Ankara, 12 Aralık 2024.

06 Aralık 2024

CUMAYA GİTTİM GELECEĞİM

Eskiden mahalle kahvelerine, kadınlar asla yaklaşmaz, önünden bile geçmek istemezlerdi. “Kahvenin önünden geçmişsin” kavgalarını duymuşluğumuz çoktu. Çocukluğumuzda bir komşumuz, işten çıkınca bir türlü eve gelmeyen kocasının “oturduğunu” bildiği kahveye çocuklarını yollayıp babalarını çağırttı diye büyük olay yaşanmıştı. Kahvedeki erkekler ve kahveler için birçok insanın şimdi anlayamayacağı, saçma bulacağı bir dokunulmazlık, korku kültürü geliştirilmişti. Her nasılsa toplumsal hayatta camiler de erkeklere has bir mekân gibi kodlanmış ve korku değilse de bir dokunulmazlık inşası hissediliyor. Gidip bir köşede namazınızı kılsanız kimse size müdahale etmez ama cemaate katılma talebinizin sıkıntıya yol açacağını bilirsiniz. Mesela vakit namazlarında bütün camiyi ısıtmak israf olacağından cami içinde oluşturulmuş ve ısıtılmış küçük odada az miktardaki erkek cemaatin arkasında namaz kılmayı asla düşünemezsiniz. Kadınlar çarşıda, pazarda, ezan okunurken abdestli bir şekilde caminin önünden geçiyor dahi olsalar vakit namazlarını cemaatle kılmak için camiye gitmezler. Namazı eve yetiştirmeye çalışır, evdelerse zaten evde kılarlar. İşin özeti camiye girdiğinizde o mekânda çok hoş karşılanmadığınızı hissettiren birtakım sorunlar var.

Şu anda okuduğunuz yazı, kadınlar ve camilerde yaşadıkları sorunlarla ilgili bir kaçıncı yazı. Genç bir kadınsanız aksayan bir şeylere müdahale etme cesareti bulmak zor olabiliyor. Ama belli bir yaştan sonra nispi bir dokunulmazlık kazanıyor, söz söyleyecek bir alan açmayı ya da tepkilerle baş etmeyi öğreniyorsunuz. Hele ki konu dinin toplumsal yönü ile ilgili olunca bu cesareti gençken kazansak ne güzel olurdu. Bundan hareketle düşündük ki böyle bir alanımız varsa (yoksa da olsun) biz de bunu bir sorunu düzeltmek için sorumluluk almak ve aksayan yönleri göstermek için kullanalım. Bundan sonra bir yazı formatı olarak imkân buldukça farklı bir camide Cuma namazına (vakit namazı da olur) katılıp o caminin kadınlar kısmı hakkında tespitler yapalım, ilgililerin dikkatine sunalım ve aksaklıkların düzeltilmesi konusunda bize yardımcı olmalarını beklediğimizi söyleyelim. (Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm, Ankara Müftülüğü @ankaramuftulugu)

Bu format, Hertaraf internet sitesinin izni ve iş birliğiyle camilerde, mescitlerde kadınların varlığının kabullenilmesi, şartlarının düzeltilmesinde rol almak isteyen bütün kadınlara açık olsun. İster notlarını, çektikleri fotoğrafları göndererek isterlerse kendileri birkaç satır kaleme alarak sorunları dile getirsinler, Hertaraf’ın bilgi@hertaraf.com adresine göndersinler. Formatımızda, caminin adı, hangi vakit için cemaate katılındığı, caminin kadınlar tuvaleti/abdesthanesinin şartları, kadınlar kısmının giriş çıkışı (merdiven durumu), aydınlatması, güvende hissedilip edilmeyişi, sıcak/soğuk oluşu, tabure, asansör vs. bulunup bulunmayışı, akustiği, hutbenin anlaşılır şekilde duyulup duyulmadığı, imam/müezzin ve cemaatin kadın cemaate yaklaşımı, kadınlar kısmında elektrik süpürgesi, artık halı ruloları tutulup tutulmadığı gibi tespitler bulunsun. Şikâyet etmekten sıkıldık, bu konu artık tarih olsun, kadınların çözdüğü sorunlardan biri olarak geçmişte kalsın.     

İlk değerlendirme: Ahmet Hamdi Akseki Camii

Cami, Ankara’da son yıllarda inşa edilmiş en büyük ve projesine en çok emek verilmiş camilerden biri. Aydınlık, ferah. Mihrabı, minberi, kubbesi, hat ve süslemeleri sanat eseri. Camiye erişim sıkıntısını ortadan kaldırmak için aşağı yukarı her şey düşünülmüş. Geniş merdivenleri, bir değil birkaç asansörü var. Asansörler abdesthanelerden kadınlar mahfiline kadar her yere kolayca ulaşmayı sağlıyor. Tuvaletler çok sayıda, tertemiz ve ferah. Yalnız artık günlük hayatın bir gerekliliği olan alafranga tuvalet sayısı çok az. Camiye girdiğimizde kadınlar mahfilinin yön tabelasını göremedik, sormak zorunda kaldık. Girişteki ayakkabılıkta yer kalmamıştı. Yukarıda kadınlar kısmında ayakkabılık olduğuna dair bir bilgi tabelası da mevcut değildi. Çantamızdaki poşetlere güvenerek ayakkabılarımız elimizde olduğu halde yukarı çıktık. Cuma vakti erkek cemaatin fazlalığı nedeniyle üst katın büyük bir kısmı yine erkeklere tahsis edilmişti. Kadınlar kısmından caminin mihrabını, minberini, kubbesini, hatlarını ve süslemelerini görebilmemiz gayet güzel bir özellik olarak kayda geçti. Kadınlar kısmında bizim bulunduğumuz alanda hiç tabure kalmamış, dizlerinde sağlık sorunları olan kadınlar rahlelere vs. oturmaya çalışıyorlardı. Bu yüzden namaza birlikte gittiğimiz annem, hutbeyi ayakta dinlemek zorunda kaldı. Ses sistemlerinin genel bir sorunu mu var yoksa zaten akustik olan mekânda mikrofon yankı mı yapıyor bilemediğimiz şekilde hutbe anlaşılmıyordu. Kadın cemaatin, varlığının yadırgandığını hissedeceği herhangi bir olumsuzluk yoktu. 

https://hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-cumaya-gittim-gelecegim-4389 

Esra Özer Duru, Ankara, Aralık 2024.


27 Eylül 2024

CAMİSİZ KADINLAR, KADINSIZ CAMİLER

Hayırlı Cumalar!

Camiye her gittiğimizde yeni bir anımız oluyor ne yazık ki! Hepimizin en rahat hissetmesi gereken yerde, kadınların rahat edememesi ve bu yönde anılar biriktirmesi üzücü! Halbuki erkekler camide oldukça rahatlar, orası birçok mekân gibi onların mekânı. Camilerde var olmaya, camiyi hayatının içine almaya çalışan kadınlarsa sürekli olumsuz karşılaşmalar yaşıyor ve neredeyse tamamen geri çekilmiş durumda. Bu konuyu mutlaka çözmeliyiz[1] çünkü camilerin günlük hayatımızdaki yeri gittikçe azalıyor, cami cemaatinin yaş ortalaması artıyor ve cinsiyet profili de büyük oranda erkeklerden oluşuyor.

Annemle her hafta Cuma namazına gitmeye çalışıyoruz. Her Cuma ayrı bir camiye gitmek mümkün olmuyor ama kendi mahallemizin camisinde bile her hafta bir anı yapabiliyoruz. Mesela yaz boyu 40 derecenin üstünde sıcakta, camları açılmayan, kliması çalışmayan, yarısının erkeklere paravanla tahsis edildiği bir kadınlar kısmında Cuma namazlarımızı eda etmeye çalıştık. Başlarda farklı katlarda olmamıza rağmen bizimle aynı hizada namaz kılmamak için bize geri çekilmemizi söyleyen erkekler; şimdi paravanla ayrılmış da olsa aynı safta namaza duruyorlar. Alt kat bile dolmazken kadınlar kısmının yarısı neden erkeklere tahsis edildi anlamak zor.    

Sorun sosyolojik

Kısa bir internet taramasında dahi kadınların, camilerdeki varlıklarını kabul ettirebilmek ve rahat hissedebilmek yolunda mücadele verdiğini görüyoruz. Covid salgınından önce İstanbul’da Kadınlar Camide isimli bir hareket başlatıldı. Kadınlar sosyal medyadan, her hafta belli bir camide Cuma namazına katılmak için sözleşip hem namazlarını kılıyor hem de o caminin kadınlar kısmı ya da o camide kadınlara yönelik muamele ile ilgili tespitler yapıyorlardı. Araya salgın girince hareket sekteye uğradı. KADEM de bir süre önce başlattığı “Camiler Hepimizin” projesi kapsamında 17 camide, camilerin fiziksel şartlarını, erişilebilirliğini ve etkinlik alanlarındaki durumları tespit ettiği bir saha çalışması yaptı. Sonuç çalıştayında[2], kadınların camilerde yaşadığı fiziksel sorunlar, fırsat eşitliğini ihlal eden uygulamalar, kadınları ve çocukları camiden uzaklaştıran zihinsel kodlar başta olmak üzere pek çok sorun ve çözüm önerileri tartışıldı, bunların kaynağının dini değil sosyolojik temelli olduğuna dikkat çekildi. 

Kadınların camilere gelmeyişinin en önemli sebebi, yıllardır inşa edilen toplumsal yargılar. Anlaşılan, bu yargıları içselleştiren kadınlar, zaman içerisinde camilere gelmeyi denemekten vazgeçmiş, ibadetlerini evde yapmayı tercih eder hale gelmiş. Geçen Kurban Bayramında Gazze’de savaş şartlarında Gazzeli kadınların erkeklerle birlikte bayram namazı kıldığı görüntüler düştü önümüze. Buna bakıldığında ülkemizde kadınların öğrenilmiş bir çaresizlik durumu olduğu, camide istenmeyişlerinden deyim yerindeyse zamanla bazı “yan kazançlar” elde ettiği akla geliyor. Ezan okunmadan işi gücü bırakıp namaza hazırlanmak ve en yakın camiye gitmek, kadınlara yüklenen günlük sorumluluklar açısından kolay organize edilebilecek bir durum değil. Dahası o hafta Cuma vaktinde erkek cemaatin artması nedeniyle kadınlar kısmının erkeklere tahsis edilme ihtimali de durumu pek parlak kılmıyor. Halbuki Gazze örneğinde ya da hac ve umrede gördüğümüz kadarıyla kadınlar vakit namazlarına iştirak ediyor ve bu durumdan mutlu oluyorlar.

Cuma namazının kadınlara farz olup olmadığı, kadınların namazı evde kılmalarının cemaatle namaz kılmalarından daha efdal olduğu gibi tartışmalar bu yazının zaten kapsamı dışında. Çünkü muhtelif kaynaklarda herkes kendi düşüncesine mesnet teşkil edebilecek yorumu bulabiliyor. Diğer yandan bazıları kadınların haklarını talep ettikleri her alanda bir mevzi kaybetme hüznü yaşıyor. Yani bu konuda değişim sağlayabilmek ancak yeni bir zihniyet inşa edebilmekle mümkün. O nedenle camide bulunmak, ibadet etmek isteyen kadınlarla ilgili durumu tespit etmek beklenen sonuç açısından daha verimli olabilir.

Kadınlar camilerde neden rahat değil?

Camilerde kadınlara ayrılan alanlar genellikle fiziksel açıdan yeterli değil. Hatta bazı camilere kadınların yeri olduğunu varsayarak gitmek riskli. Çünkü erkek cemaatin sayısında artış olursa önce de söylediğimiz gibi kadınlar kısmı erkeklere tahsis edilebilir yani kadınların elinden gidebilir. Bu durumda namazınızı tuhaf gecekondumsu bölümlerde kılmak zorunda kalırsınız. Kadınlar kısmı; caminin tamamen dışında alet edevat koymak için inşa edilmiş küçük bir odaysa ya da caminin içinde ama mahzen gibi alt kattaysa genellikle havasız, ışıksız, küçük, kokulu, çok soğuk ya da çok sıcak. Üst kattaysa erişimi zor veya zorlaştırılmış olabilir. Kadınlar kısmına gitmek için erkek cemaatin arasından geçerken dahi işaretçi amcalar geçişinize sabredemeyebilir.  

Camiye sürekli giden nüfusun yaş ortalaması maalesef oldukça yüksek. Bu insanların bir kısmı namaza ayakta başlayıp oturarak devam ediyor. Dolayısıyla merdiven çıkmakta zorlanıyorlar. Ancak kadınlar kısmının üst katta olduğu pek çok camide asansör bulunmuyor. Buna ek olarak kadınlar kısmında namazı oturarak kılmak için tabure de bırakılmıyor çünkü tabureler erkeklere daha çok lazım oluyor(!).  

Kadın abdesthaneleri hem temizlik hem de erişim bakımından oldukça sıkıntılı. Kadınların çoğunun camiye abdestli gelmesi ve abdestinin sıkışmaması için dua ediyor olması kuvvetle muhtemel. Ezan okunacağında en yakın camide abdest alıp cemaate katılmak imkânsıza yakın bir durum. Hele çocuklarla camiye gelmek en akıldışı işler listesinde üst sıralarda.

Kadınların camilerde yaşadıkları zorlukları çözebilecekleri halde bazı imam ve müezzinlerin gereken adımları atmaması başka bir üzücü durum. Camilerin birincil sorumlusu onlar ve isterlerse cemaati yönlendirebilecekleri gibi birtakım teknik sorunları ortadan kaldırabilirler. Camilerde çocuk ve kadınların daha çok bulunması ve daha fazla zaman geçirmesi onlara temizlik, güvenlik ve düzen bakımından birçok ek sorumluluk getirebilir, bu da onları çözümün parçası olmaktan alıkoyuyor olabilir.

Aslında Ankara’daki Ahmet Hamdi Akseki Camii gibi yeni ve büyük camilerde sayılan sorunlarla neredeyse hiç karşılaşılmıyor. Bu da yetkililerin çözümleri bildiğini ve gerekli adımların atılması halinde sorunların çözülebileceğini gösteriyor. Belki de ilk olarak kadınlara konulan bazı kısıtlamaların “bir hak mahrumiyeti olarak değil, onların iyiliği için” olduğu takdiminden vazgeçilmesi gerekiyor. Çünkü ibadetini camide yapmak ya da camide zaman geçirmek isteyen bir kadını bundan alıkoymanın iyi niyetlerle izahı mümkün görünmüyor. Kadınların camilerde yaşadığı sıkıntıların genel durum olmaktan çıkarılıp istisna kılınması zorunluluk arz ediyor. Sadece Cuma namazlarında değil, vakit ve bayram namazlarında da kadınların camideki varlığına alışılması, herkesin birbirine uygun, birbirinin varlığının bilincinde ve varlığına saygılı davranmayı öğrenmesi icap ediyor. Bunun çözümü de akıl vermekten değil, kadınlara camilerde erkek cemaatin sahip olduğu şartları sağlayabilmekten geçiyor.
Esra Özer Duru, Ankara, 26 Eylül 2024.

03 Eylül 2022

POŞETTEKİ JAPON BALIKLARI

Ömrümüz evde, sokakta, okulda, kamusal alanda ne yapıp ne yapamayacağımızın başkaları tarafından belirlendiği bir atmosferde geçti. Üstüne kavanoz kapatılmış böcek hissiyatı veren bunaltıcı yasakları, zaman zaman başörtülü kadını kamusal alanda istemeyen, dini; ileri yaşlarda gidilen bir umre ya da hac ziyareti zanneden ya da katıldığı mevlitte iğne oyalı krep örtü rahatlığında omuzlarına düşürüverilecek bir şey gibi yorumlayan insanlar koydu. Zaman zaman da bizim yapmak istediğimiz işlerin şöyle uygunsuz, böyle mekruh olduğunu söylemeyi vazife edinmiş “kardeşlerimiz” sınırlar çizdi. İkisinin üslubu çoğu zaman aynıydı. Bazen bir fakülte amfisinde, “Sen, türbanlı! Evet sana diyorum, dışarı!” diye bağırdılar. Bazen bir Meclis salonu dolusu anasınıfı (!) çocuğuna, “Dışarı!” diye tempo tutturdular. Bazen de kadınların evinden hiç çıkmaması gerektiğini, çıkarsa çabuk dönmesinin en iyisi olduğunu beyan ettiler.

Genç yaşta başını örtenler bilir, kız çocuğu için problem olan her şey başörtülü kız çocuğu için daha büyük problemdir. Başınızı niye örttüğünüzle ilgili, komşular, akrabalar, arkadaşlar tarafından uzun uzun hesaba çekilirsiniz. “Bu örtü işi nereye kadar gidecek, daha fazla örtecek misin, Kur’an kursuna mı okula mı devam edeceksin, okula girerken açacak mısın, imam hatibe mi gideceksin, pek de zekiydin kadından imam da olmaz ne olacaksın, vah vah pek de gençtin, keşke nişanlanınca falan örtseydin…” Başka bir cepheden gelen sorularsa şöyle olur: “Başörtülü top mu oynayacaksın, bisiklete binmek mi tövbe estağfurullah, pardösü bari giy üstüne, altına pantolon giymek mi dinden çıkarsın, hem kız kısmı okuyup ne olacak, dikişe falan git.”

Bu beyin öğüten, insanı kendisi olmaktan çıkarıp tek tip bir şeye dönüştürmeye çalışan hiza vermelerin birbirinden farkı yoktur aslında. Hiç susmazlar, hiç yetinmezler, hiç mutlu olmazlar. Sürekli parmak sallar, siz geri adım attıkça onlar daha da cesaret kazanıp saldırılarını büyütürler. İnsan olduğunuzu, dünya hayatındaki sınavların sizin için de geçerli olduğunu kimse hesaba katmaz. Sizden başka herkes günah işlemekte özgürdür sanki. Sizse bir kesimi temsil ettiğiniz için (nedense?) asla günah işlememeli, günaha benzer, görenler tarafından günah denebilecek herhangi bir davranışta bulunmamalısınızdır. Madem bir kere başınızı örttünüz, çocuk, genç, insan olmak gibi vasıflardan kaynaklanan zaaflar size asla uğramamalıdır. Yüksek sesle sohbet edemez, bahçe duvarının üstüne oturup arkadaşlarınızla basitçe çekirdek çıtlayamaz, gülemez, koşamaz, sakız çiğneyemezsiniz. Başınızı örtmenize taraftar ya da karşı olanlar için fark etmez, bir kere örttüyseniz Allah’tan çok hatta önce onları memnun etmelisinizdir.

Bir taraf sunduklarını sandıkları bir özgürlük tanımıyla seçimlerinize, aklınıza, kimliğinize saldırırken diğer taraf yalnızca Allah’la aranızda var olan ibadet/kulluk tanımlarınıza müdahale ederek size saygısızlık yapar. Sanki siz bir günah işlerseniz hep birlikte ceza alınacakmış gibi yaklaşırlar yaptıklarınıza. Yani Allah’ın emirlerini temel haliyle yapıyor olmanız yetmez, başkalarından hiç beklenmediği şekilde sizden sürekli en takvalı haliyle ibadet etmeniz beklenir. Takvanın ölçüsü de kendi memnuniyetleridir.

Bütün kızlar toplansak! 

Bunları düşündüğümüzde toplumu oluşturan bu kesimlerin aslında bizim başörtülü ya da başörtüsüz oluşumuzla değil topyekûn kadın oluşumuzla bir dertleri olduğunu görüyoruz. Eğer kadınsanız, öyle kafanıza göre sokakta yürüyemez, istediğinizi giyemez, istediğiniz işi yapamaz, istediğiniz okulda okuyamaz, yüksek lisans, doktora gibi akademik faaliyetlerde bulunamaz, bisiklete binemez, tek başına yolculuk yapamaz, kendi aklınızla hareket edemezsiniz. Size birilerinin hep “yol” göstermesi gerekir. Neyse ki sorulmadığı halde fikrini beyan eden, size sınırlılıklarınızı hatırlatan “yüce” bir insan her zaman bulunur.

Halbuki tam tersi erkek bireylere bu türlü kısıtlamalar getirilmez. Bir erkek çocuğun meslek seçimi için zekâsı, becerisi ve ailesinin beklentisi dışında “limit yok”ken, bir kız çocuğun meslek seçiminde zekâsı, becerisinden çok bir kadın/anneye en uygun mesleği seçmesi elbirliğiyle sağlanır. Kendisini müslüman sıfatlarıyla tanımlayan bir erkeğe, en görünürü o olduğu için sakalını kesmek dışında bir kısıtlama getirilemezken, kamusal temsili her iki tarafın nezdinde oldukça yüksek ve görünür olan başörtülü kadının aşması gereken dünya kadar engel çıkarılır. Kadın olmak zaten zorken başörtülü kadın olmak ekstra zorlaştırılır. Bu zorluklara bir de yasakçılar tarafından bölünüp küçük küçük düşman kamplara ayrılan kız kardeşlerimizin saldırıları eklenir.

İşin aslı kadınlara ayrımcılık yapanlar bir şekilde iş birliği içinde. Onlar kadınları, akvaryumcudan saydam poşetle alıp eve taşıdıkları japon balıkları gibi “yalıttıklarını”, “koruduklarını” zannederken, bizler kadınlığımızdan ve kız kardeşliğimizden vazgeçmeden, her gün pek çok kadının şiddete maruz kaldığı, günlük sıkıntılarla baş etmek için gücünü israf ettiği bu dünyada birbirimize sahip çıkabiliriz.  

Esra Özer Duru, Ankara, 16.8.2022.

https://hertaraf.com/koseyazisi-posetteki-japon-baliklari-3199

HUZUR-U İLAHİ’DE AYRICALIKLI KULLAR KİMLER?

Geçen hafta kadınların camilerde karşılaştığı muameleyle ilgili iki paylaşıma denk geldim. İlki tanımadığım bir insanın paylaşımıydı. İstanbul’da iki büyük camide kadınlara ayrılan yerin Cuma namazı sırasında tümüyle erkeklere tahsis edilmesi nedeniyle namazını kılamadığını serzenişlerle yazmıştı. İkincisi, şahsen tanıştığım bir arkadaşımın kadınlara camilerde ayrılan yerlerin kötü şartları üzerinden eleştirilerini dile getirdiği başka bir paylaşımdı. Kişisel tecrübelerimizden bu muameleye aşinayız zaten. Üstelik bu tecrübeler, vakit, Cuma, teravih, tahiyyetül mescit namazları için ayrı ayrı mevcut.

Salgın sürecinden önce her Cuma bir grup kadınla birlikte camiye gider, küçük safımızla, camide kadınlara ayrılan yerde namazımızı kılardık. Cemaat, camide kadın varlığına o kadar yabancı ki, “vakit namazları cemaatle kılalım” diye hiç düşünmedik. Yaşadığımız yer küçük ve namaz için tercih ettiğimiz cami oldukça büyük olduğundan bize yer kalmaması gibi bir sıkıntıyla karşılaşmadık. Her ne kadar kadınların girdiği arka kapı birkaç Cuma kilitli unutulsa da, amcalar kapıya yaslanıp içeri girmemizi bilmeden engellese de, en arkada duvara yaslanıp namaz vaktinin girmesini bekleyenlerin önünden yürümek resmi geçit hissi yaşatsa da, namazdan hemen önce kadınlar kısmına aşağıdaki erkeklerden önde olur da namazları kabul olmaz diye ilk iki safı boş bırakmamız için çocuklarla haber gönderilse de… namazımızı kıldık. Hatta kışın buz gibi olan kadınlar kısmı yerine cemaatin vakit namazlarda kullandığı, ses sistemi bulunduğu için camiden kopmayan, daha sıcak küçük alanda namaz kılma ayrıcalığına bile kavuştuk. Ne yazık ki, salgınla birlikte sürecimiz akamete uğradı.

Merkezde bir camide Cuma namazı kılmak istediğimizde ham betonun üzerine serilmiş kilimlerle karşılaştık. Büyük ihtimalle depo olan oda, caminin içindeki kadınlar kısmının erkek cemaat tarafından doldurulması ve kadın cemaatteki “beklenmedik” artış nedeniyle kadınlar kısmı olarak hizmet vermeye başlamıştı. Bu odacık çapraz olduğu için kadınlar saf tutamıyor, secdeye vardıkça hem dizleri eziliyor hem de buz gibi beton yüzünden donuyorlardı. İlçe müftülüğüne yaptığımız müracaat sonrası odaya bir halı serildi ve elektrik sobası kondu. Nispeten ayrıcalıklı bu tecrübenin yanında olumsuz tecrübeler daha çok. Artık halı parçaları ve elektrik süpürgeleriyle defalarca saf tuttuk.

Yazıyı biraz uzatma ve okuyucuyu sıkma pahasına örnekleri arttıralım. Ankara Ulus’ta tarihi bir caminin kadınlar kısmına çıkıp namaza durduk. Biz namazdayken yanımızdaki kumaş yığını kıpırdamaya başladı. Hepimizin yüreği ağzına gelirken burayı kestirmeye uygun bulan kişi kalkıp gitti. Bir keresinde bir gezi vesilesiyle bulunduğumuz Bilecik’te tren istasyonuna yakın küçük bir camide Cuma vakti denk geldi. Kadınlar tuvaletindeki su, dışarıdaki şadırvanda erkekler abdest alırken kesildiği için az kalsın namaza yetişemiyorduk. Abdestle ilgili badireyi sağ salim atlattıktan sonra deyim yerindeyse kadınların “tıkıldığı” küçük odada artık halı rulosunu açarak namaz yeri ayarladık. Ama bu küçük odada ses sistemi bulunmadığını gördük. Üzülerek Cuma yerine öğle namazı kıldık. Bir keresinde Bursa’da Yeşil Camii’de tahiyyetül mescit namazını “fahri kadınlar kısmı hatırlatıcısı amca” yetişemeden hızla eda ettik. Edirne Selimiye Camii’nde bahçenin diğer ucundaki tuvalette abdest almaya çalışırken cemaati kaçırdık. Ortaköy’deki Büyük Mecidiye Camii’nde ise o güzelim ışığın altında namaz kılmamız engellendiği için arka tarafta camiden tamamen kopuk bir bölümde namazımızı cemaatsiz kıldık. Hatta namazdan sonra mimarisini, kubbesini, vitrayını, ışığını görelim diye camiye girmek isteyince “fahri kadınlar kısmı hatırlatıcısı amca” önümüzü kesti, çok kararlı bir şekilde bizi camiye almamak için direndi. Az kalsın göremeden çıkacaktık. Eyüp Sultan’da kıldığımız namazsa hafızamızda caminin huzurlu ortamı yerine ıslak, kokulu ve loş bir anı bıraktı.

Düşünüldüğünde kadınlar sadece teravih namazı için camileri doldurduğunda makbul karşılanıyor. O zaman yaşananlar ise ayrı bir yazı konusu. Özetle “çocuklar kadınların aparatı gibi görüldüğünden teravih esnasında zaten küçük olan kadınlar bölümünden camiyi şenlendiriyorlar” desek yeterli olur. Bu deneyimlerin çoğu hayatta sadece bir kere yaşanabilecek deneyimler. Düşünsenize “fahri kadınlar kısmı hatırlatıcısı amcalar” Mescid-i Haram’da ya da Mescid-i Nebevi’de görevlerini icra etmeye devam etselerdi…

Aslında sorunlar Peygamberimizin günlük pratiklerine baktığımızda görmediğimiz gelenekleşmiş yaklaşımlardan kaynaklanıyor. Artık bu sıkıntılara dair farklı çözümler geliştirmek gerekiyor. Bunun için özellikle Diyanet İşleri Başkanlığına büyük iş düşüyor. Başkanlık, camilerde kadınların varlığını kolaylaştırıcı fiziki şartların sağlanıp sağlanmadığını bizzat ve özellikle imamları, müezzinleri eliyle denetlemeli. Daha önemlisi ise cemaati, kadınların öncelikle farz ibadetlere katılımlarını sonra da camideki varlıklarını engellememek, yaptıkları engellemeleri hadislere, sünnete dayandırmamak konusunda uyarmalı. Kimse “tek saf olalım, omuz omuza namaz kılalım” demiyor zaten. Yeter ki, hepimize farz kılınan Cuma namazını eda etmemiz imkânsız hale gelmesin. Aynı zamanda kadın müminler, yüzlerce yıl önce büyük maharetle inşa edilmiş, incelikle işlenmiş kubbelerin, vitraylardan içeri huşu getiren ışığın altında lezzetli namazlar kılmaktan mahrum bırakılmasın. Ayet hükümleri dururken birtakım uygulamalarla ortaya çıkarılan bu ayrımcılıklar ortadan kalksın! Üstünlük takvayladır. Hiçbirimiz bir başkasının Huzur-u İlahi’deki yerini zaten ç/alamaz. Kimse Allah’ın ayetlerinden cinsiyetleri bir ayrımcılık konusu yapmasın!

Esra Özer Duru, Ankara, 2.2.2022. 

https://hertaraf.com/koseyazisi-huzur-u-ilahi-de-ayricalikli-kullar-kimler-2832

22 Aralık 2021

SEVGİLİ GÖRÜNMEZ EMEĞİM!

Ünlü Japon yönetmen Hayao Miyazaki, daha önce ilan ettiği emekliliğini son bir animasyon yapmak için ertelediğini açıklamış. Miyazaki, animasyonlarında geleneksel Japon kültürünün unsurları vasıtasıyla modern hayatın sorunlarına eleştiriler yöneltiyor. Anladığımız kadarıyla özetlersek her şeyin (eşyaların, ağaçların, hayvanların…) bir ruhu olduğuna inanıyor ve mevcut sorunların insanın bu ruhla barışık yaşamamasından, dengeyi bozmasından kaynaklandığını, eninde sonunda sulh yapması gerektiğini savunuyor. Ben de bir süredir Miyazaki’nin yaklaşımından hareketle, Türkiye’de kadınlar dışında kalan hane bireylerinin “evin ruhu[1]” diye bir şeye inandığını düşünmeye başladım. Şöyle ki; aile bireyleri, “evin ruhu”nun evdeki bütün işlerin yanı sıra kendilerinin tek tek ve toplum içindeki hayatını kolaylaştıracak tüm organizasyonları yapmasını ama hallettiği işleri sayarak, göstererek onlar için yardım ya da karşılık bekleyerek kimseyi rahatsız etmemesini umuyor. Bu beklentilerin evin ruhunun fiziksel ve psikolojik sınırlarını zorladığını görmezden geliyor. Biraz filmin sonunu söylemek (spoiler) gibi olacak ama Miyazaki animasyonlarına baktığımızda “evin ruhu” kendisiyle uzlaşmaya gidilmezse bir noktada işleri tamamen içinden çıkılmaz hale getirebiliyor.

Evin Ruhunun Görünmeyen Emeği/İşleri

Öncelikle şunları belirtmekte fayda var; bu yazı kadınlar lehine ayrımcılık yapıldığı için değil, kaydı tutulmaya değecek oranda “ev erkeği/evde erkek emeği” ya da onlara dair yeterli veri olmadığından kadınlar üzerinden yazıldı. Şikâyet konusu haline gelen unsurlarda bahsi geçen erkekler tabii ki bütün erkekler değil, mutlaka istisnalar var ama istisnaların sayısı şimdilik genel tabloyu değiştirecek kadar göze çarpmıyor.

İkinci önemli konuysa evdeki haksızlıkları sadece feministlerin dile getirmiş olması nedeniyle yazının ekseninin de o yöne kaymış gibi görünmesi. Feministlerin bir kısmı, Marks’ı bütün ilişki biçimlerindeki doğallaştırıcılığı sorgulayıp onunla mücadele ederken, sıra görünmeyen emeğe geldiğinde bunu doğallık alanı olarak görüp kabullendiği için eleştiriyor. Doğallık alanından kasıt mesela hukuk stajyerinin yanında staj yaptığı avukatın kahvesini almasının, ofisteki bulaşıkları yıkamasının beklenmesi. Bu işler stajın parçası gibi algılanıyor ve yapılmadığında stajyerden hesap sorulabiliyor. Ev işlerini yapmanın kadınların doğasından kaynaklandığının düşünülmesi de böyle. En iyi aşçıların erkeklerden çıktığı fikri yaygınken evde yemek pişirmenin kadınların görev tanımında yer alması başka bir örnek olarak verilebilir. Diğer kesimlerin bu konuda söz söylemesini de yine bu doğallık tanımı güçleştiriyor. Evdeki adaletsiz iş bölümünü “aileye saldırı” değil, özel alandaki haksızlıklar çerçevesinde gören bir bakış açısı gelişebilseydi konu en azından bir yönüyle sadece feministlerin konuştuğu bir konu olmazdı. Belki böyle bırakılarak mücadele marjinalleştirmek isteniyordur.

İşler, cinsiyet temelinde oluşmuş toplumsal iş bölümünün iki temel düzenleyicisi olan ayrılma ve hiyerarşi ilkeleri doğrultusunda önce kadın ve erkek işleri diye ayrılıyor, sonra da hiyerarşik olarak kadın işleri daha az değerli görülüyor. Geleneksel anlamda zaten erkek işi olarak kodlanan inşaat şantiyelerinde, maden ocaklarında, ameliyathanelerde, görkemli ofislerde masa başında vs. yapılan işler daha değerli addedilirken, aile işinde, alışveriş merkezlerinde çalışanların, evlerinden ya da sağlıksız atölyelerden parça başı iş üretenlerin, bütün gün kimyasala maruz kalan kuaförlerin, temizlik işçilerinin, gün boyu ayakta duran tezgahtarların, çağrı merkezi çalışanlarının yaptıkları işler değersiz işler olarak nitelendirilip görünmez kılınıyor. Bunların bir kısmı, kendilerine atfedilen düşük statüye rağmen ekonomide ücret, sigorta, emeklilik gibi verilerle kayıt altına alındığı için tam olarak görünmez sayılmıyor. Asıl “görünmeyen emek”, dışarıda değil evde üretildiği için herhangi bir ekonomik girdiye/çıktıya tekabül ettirilmeyen, bu nedenle daha da değersiz görülen, aynı zamanda kadın işi olarak tarif edilen ev işleri oluyor.

Daha detaylı bir şekilde açıklamak gerekirse, çalışan insanların kendilerini her gün yeniden üretebilmesi ve ertesi gün işinin başına yenilenmiş olarak geçebilmesi için ayrı bir emek harcanması gerekiyor. Bu emeğin kapsamına, çalışan kişinin çamaşırlarının yıkanması, yaşadığı alanın temizlenmesi, nevresimlerinin değiştirilmesi, yemeğinin pişirilmesi, derdinin dinlenmesi gibi işler giriyor. Bu hizmetlerin üretiminde bir işçi istihdam edildiğinde farklı bir durum ortaya çıksa da bunlar genellikle eş, anne, kız kardeş, kız evlat gibi ailenin kadın üyeleri tarafından karşılıksız yapılıyor. Bu durum toplum tarafından “doğal, kutsal” gibi tanımlarla meşrulaştırılarak kadınların doğasının bir parçası kılınıyor. Böylece bu işleri aile içinde başka kimse üstlenmek gereği hissetmiyor. Üstlenilirse, o bireyden o sorumluluğu bir kadının yaptığı gibi detaylı, sürekli ve en iyi şekilde yerine getirmesi beklenmediği gibi, bu yürütülen geçici göreve “yüce gönüllülükle yapılmış iyiliklerden” gözüyle bakılıyor; ilk fırsatta da asıl sahibine iade ediliyor. Bu doğallaştırma kendi içinde birtakım çelişkileri barındırıyor. Mesela evdeki herkes kendisinin kullanıp kirlettiği tuvaleti “doğallıkla” temizleyip, biten tuvalet kağıdının yerine yenisini takabilecekken bu, kadının, genellikle annenin görevi oluyor. Nasılsa yine aynı doğallık tanımıyla cam silmek de kadına kalıyor. Öyle ki “toplumun bekası, ahlakı…” kadınların bu işlevleri kutsal aile yapısı çerçevesinde “sevgiyle, doğası gereği” yerine getirip herhangi bir talepte bulunmamasına dayanıyor. İşin tuhafı bu kadar önemli işlevler, toplumda hep ikincil bireyler olarak görülen kadınların sırtına yükleniyor. Kadınlar örgütlü ya da bireysel herhangi bir sorgulama içine girer, hak talep ederse bu arayışları; “ailenin çöküşü”, “ahlaki bozulma” gibi büyük başlıklarla boğuluyor. Dahası talepte bulunan, arayış içinde olan kadınlar, bir takım fikir akımlarının küfürmüş, hakaretmiş gibi kullanımıyla toplum gözünde mahkûm ediliyor. Kadınların talep ettikleri hakların meşruluğu ile ilgili muteber kaynaklardan referanslar getirmesi beklenirken, konfor alanının zarar görmesini istemediği için bu haksızlık silsilesinin sürmesine ses çıkarmayanlardan hiçbir referans sorulmuyor. Yani uzun yıllardır her türlü kendini geliştirme imkânından bir şekilde mahrum bırakılan kadınların (ahlaklı, tahsilli, saygılı bireylerden müteşekkil) ailenin dolayısıyla toplumun teminatı olması en büyük çelişki olarak önümüzde duruyor.

Evin ruhunun (görünmez emeğin) özgeçmişi

Evin ruhunun mücadelesine genel olarak baktığımızda, kadınların hep görünmez kalan günlük yorgunluklarının, bezginliklerinin, hapsoldukları kısır döngünün, siyasi, akademik literatürde farklı isimler altında ve küçük de olsa yer bulması sevindirici. Uğradığı haksızlıkları düzeltmek, haksızlık yapmamak ya da haksızlığa uğradığında birlikte düzeltmek kimsenin aklına, işine gelmediği için evin ruhunun yani kendilerinin hakkını aramak kadınlara kalıyor. Evin ruhu evdeki sorunlardan önce kamusal alanda birtakım hak talepleriyle yola çıkıyor. Belki evi düzeltmenin, hapsolduğu sorumluluklar döngüsünden çıkmanın yolunun devletin haklar tanımasından geçtiğini ya da muhatap olunan ortak haksızlıklarla mücadelenin kolektif bir güç ortaya çıkarabileceğini ve hakkını arayamayacak kadar zayıf olan bireyleri birlikte koruyabileceklerini düşünmüşlerdir. Böylece ortaya çıkan birinci dalga feminizm (biraz da hareketi aşağılamak amacıyla konulan isimleriyle süfrajetler) kadınların seçme ve seçilme talebiyle işe başlıyor.

Dünya kadınlarının kamusal alandaki yasal haklarının teminat altına alınması özel alanda neler olup bittiğini sorgulayan ikinci dalga feminizmi doğuruyor. Charlotte Perkins Gilmann ta 1900lerde ev işlerinin kolektifleştirilmesi gerektiğini ifade ederken, yıllar sonra Christine Delpy “Baş Düşman” adlı makalesinde, kapitalist ve sosyalist toplumlar da dahil olmak üzere mevcut tüm toplumların kadınların karşılıksız emeğine dayandığını söylüyor. 1972 yılında başlatılan uluslararası “Ev İçi Emek İçin Ücret” kampanyasında, ücrete tabi olsa ev işlerinin kapitalizme maliyetinin ne kadar yüksek olacağı vurgulanıyor. “Görünmez” de olsa kadın emeğinin, kendisinin yeniden üretimi için gerekli olandan daha fazlasını ürettiğine, bu fazlalığın kapitaliste kâr olarak geri döndüğüne dikkat çekiliyor. Günümüzde ise Oxfam’ın Ocak 2020 verilerine göre dünyadaki kadınların tümü yaptıkları işi tek bir şirket için yapıyor olsaydı bu şirketin yıllık cirosu Apple’ın 43 katı olurken, en büyük ilk 50 şirketin toplam cirosunu geride bırakırdı. Yani kadınlar, kimsenin görmek istemediği evin ruhu vasıtasıyla dünyanın en büyük ekonomik verisini üretiyorlar ve buna rağmen sistemin dışında bırakılıyorlar.

Bitmeyen mesai yapmışlar!

Konu dünyada 1960-70lerde gündeme gelirken, Türkiye’de birkaç yıldır sınırlı bir şekilde konuşuluyor. Çünkü her tartışma ailenin kutsallığına çarpıyor. Aslında itirazlar aileden çok, aile kavramıyla örtülmek istenen adaletsiz iş bölümüne yönelik. Ama talepler kadınlar dışındaki aile bireylerinin konfor alanını büyük ölçüde bozacağı için değişik adlandırmalarla yaftalanarak baskı altında tutuluyor.

Çalışan kadınların işyerindeki mesailerinin ardından evde yemek, sofra, bulaşık, çocuk bakımı, ödevlere refakat, çay servisi gibi işleri kapsayan ikinci mesaisi başlıyor. Yani çalışma saatleri 16-17 saati bulabiliyor. Görünmez emeğin (diğer bir adıyla bakım emeğinin) kadınlara ait bir alan olarak görülmesi çalışan kadınların emek piyasasında var olma biçimini de belirliyor. Hemşirelik, okul öncesi öğretmenliği gibi mesleklere yönelimde kadınlık belirleyici olabilirken, özellikle çocuklu kadınlar esnek istihdam biçimlerine, erkeklere oranla sınırlı kariyer olanaklarına, yer yer yoksulluk ve aileye bağımlılığa mahkûm ediliyor. Kadın çalışanların ücretinin düşüklüğü aile işleri, çocuk bakımı gibi konularda izin alacak tarafı otomatik olarak belirliyor. Bütün bu sorunlu çalışma alanına rağmen çalışan kadınlar en azından işyerinde geçirdikleri zaman için sigorta, maaş, emeklilik, terfi gibi haklara kavuşabilirken, tüm zamanını evle geçiren kadın için böyle bir durum söz konusu olamıyor. Gün içinde “ne yaptığı” sorulan kadın, bazen emeğinin yok sayılmasına alıştığından, bazen başka bir var olma biçimi bilmediğinden, bazen de kendisi için normal gördüğünden “küçük” bulduğu işleri sıralamıyor bile. 

Evin Ruhu nerede?

Evin ruhu, temizlik, yemek, çamaşır, alışveriş gibi ev işlerinin yanı sıra kendine bakamayacak durumda olan aile üyeleri, yakınlar (çocuklar, yaşlılar, hastalar ve engelliler) ile kendine bakabilecek durumda olan eşler, yetişkin çocuklar için bakım hizmeti sağlıyor. Ondan evle ve içinde yaşayan herkesle ilgili bütün detaylara hâkim olması, sonsuz bir adanmışlık, şefkat ve bitmeyen enerji ile sürekli, hem de tatlı dil, güler yüz göstererek, aynı işleri yeniden üretmesi bekleniyor. Çalışan bir kadının ev ve hane bakımına ayırdığı süre 3.5 saati, çalışmayan kadınlar için 5 saati bulurken, erkeklerin aynı alana ayırdığı süre 45 dakikayla sınırlı kalıyor. Üstelik bu işler boşanma sırasında da kadınlara herhangi bir avantaj sağlamıyor. Mesela yıllar boyunca yıkanan çamaşır, bulaşık için bir fon birikmiyor. Aslında bu işlerin çoğunu, özellikle bir kadının yapması gerekmiyor. Herkes, yapabildiği ölçüde yapsa zaten böyle bir “yük” ortaya çıkmayabilir. Gerçekten bir annenin ya da kadının bizzat çözmesi gereken sorunları ise kadın/anne daha iyi durumda olan enerjisi ile rahatça ve severek çözebilir.

Evin Ruhu nelerle meşgul olmalı?

Her gün en erken kalkıp en geç yatan kişi olmasına rağmen aile bireylerine, günün evden ilk çıkanı dahil olmak üzere beş yıldızlı otel konforunda taze çay, sıcak kahvaltı menüsü hazırlamalı. Menüleri ayarlarken kendini tekrar etmemeli, akşam yemeğine ne pişeceğini düşündüğü yetmezmiş gibi kahvaltı için de zengin seçenekler sunmalı.

Aile bireylerinin kıyafetlerinin envanterini düzenli olarak tutmalı, çekmecelerdeki çamaşır stoku azaldığında kirlileri yıkamalı, kuruyanları hızlıca yerine yerleştirmeli, ütü isteyenleri ütüleyip askılara takmalı. Gecikmelerden kaynaklanan tavırlara asla karşılık vermemeli. Kabahati kendinden bilmeli.

Vefat eden komşuya, akrabaya başsağlığına gitmeli, giderken halden anlayıp yanında ev ekonomisini sarsmaması için evde pişirilmiş sıcak bir kap yemek, bir tepsi börek götürmeli. Bunu da ev halkının akşam yemeği konforunu bozmayacak şekilde zamanlamalı, eve vaktinde dönmeli, akşam için gereken hazırlığı tamamlamalı.

Yazın sebze meyvenin en bol olduğu dönemde (ev halkından çok kendisinin “ne pişireyim?” krizlerine çare olsun diye!) domates, biberden menemenlik, erikten, vişneden kompostoluk, çilekten, kayısıdan reçellik, biberden, patlıcandan dolmalık, bamyadan, bezelyeden, yapraktan derin donduruculuk erzak depolamalı, tatlı ev halkının seçici damak zevkine uygun menüleri en azından zihnen hazırlamalı. Çalışan bir kadınsa ve bu mevsimleri gözetemiyorsa başka bir evin ruhunu bulup bazen anne-kız, gelin-kayınvalide ilişkilerine dayanarak bilâ bedel, bazen pazara getiren teyzeden ücreti mukabilinde bu nevaleyi temin etmeli, ev halkını bu lezzetlerden mahrum bırakmamalı.

Kendi kırgınlıklarını bir kenara bırakmalı, aile bireylerinin akşamın dar saatinde geçirmeye karar verdiği sinir buhranlarıyla meşgul olmalı.

Eve yalvar yakar alınan evcil hayvanların bakım ve temizliklerini ihmal etmemeli, tüylerini yemeklerin içinden çıkmaması için gerektiği şekilde izole etmeli. Ayrıca mekânı çiçeklerle güzelleştirmeli, evi düzenli olarak havalandırarak pişirdiği şeylerin kokularıyla kimseyi rahatsız etmemeli.

Evde herhangi bir şey üretmeye karar verirse, onun başından elli defa kalkmayı göze almalı, çalıştığı alanı ve zamanı bakmakla yükümlü olduğu bebek, yaşlı ya da hastayla paylaşmaya alışmalı, bu üretime ayırdığı enerjinin, zamanın hesabını değişik aile bireylerine, komşulara, akrabalara farklı zamanlarda defalarca verebilmeli. Hatta doktora tezi, kitap/yazı yazımı gibi faaliyetler yapacaksa bunlar için herkesin uyuduğu zamanlarda çalışmalı, ev sakinlerinin günlük hayat akışını asla bozmamalı. Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda kitabında önerdiği gibi kendisi için özerk bir çalışma zamanı ve alanı hayalini asla kurmamalı.

Bir şekilde biriktirdiği paraları kendisiyle ilgili bir alanda değerlendirmek yerine (zaten nereye harcayabilir ki?), evin ortak ihtiyaçlarına; çocuklara baza alımı ya da ailenin arabasının yenilenmesi gibi projelere kendi rızasıyla sunmalı, bu paranın kendisine geri verilmesini beklememeli.

Teknolojinin gelişmesi, sosyal medya kullanımının artmasıyla birlikte hiç bitmez hale gelen velilik işlerini telefonuyla takip etmeli, oradan çocuklarına yeni ders programlarını, ödevleri düzgünce haber vermeli. Bir mesajı kaçırırsa gruptaki velilere mutlaka geçerli bir mazeret gösterebilmeli.

Çocukların, evde bakıma muhtaç yaşlıların, engellilerin sağlıklarının takibini titizlikle yapmalı, ilaç dozlarının, tedavilerinin asla aksamamasını sağlamalı. Çocuklar düşerse, dişlerinde bir çürüğü, gözlerinde bir kaymayı, ayaklarında bir eğri basmayı zamanında teşhis edip eylem planını uygulamaya koymazsa her türlü suçluluk duygusunu üstlenmeye meyilli olmalı.

Eve alınan nevalenin vaktinde ayıklanıp pişirilmesini, yıkanıp yenmesini mükemmel şekilde organize etmeli, hiçbir ürünün bozulmasına, küflenmesine ya da son kullanma tarihinin geçmesine sebep olmamalı. Aile bireylerinin kişisel damak tatlarıyla ilgili geliştirdikleri ya da geliştirmedikleri, kalıcı ya da geçici her türlü hassasiyeti dikkate almalı, bunlara uygun çoklu menüler sunmalı.

Tuvaletlerde, banyolarda biten tuvalet kâğıdı, kâğıt havlu, diş macunu, sıvı sabun, şampuan gibi malzemelerin yerine, kimsenin elinin boşa gelmesine izin vermeden, yenisini koymalı, bittiği halde çöpe değil yerlere atılan ruloları, şişeleri toparlayıp geri dönüşüme atmalı.

Yılların birikimiyle ortaya çıkan bel, boyun fıtığı, sırt, diz ağrısı, omurgada düzleşme, karpal tünel sendromu[2]  gibi rahatsızlıkların vücudunda ortaya çıkarttığı iş göremezlik halini en fazla 24 saatle sınırlamalı, uzasa da ev halkına yansıtmamalı, onlardan herhangi bir günlük görevin geçici olarak yürütülmesini istememeli. Bu tür rahatsızlıklar uzun ve istirahat içeren tedaviler gerektirdiğinden bunları artık işe yaramayacakları zamana kadar ertelemeli, acısını değişik ilaç kombinasyonları ile bastırmalı.

Arkadaşlarıyla bir araya gelip çay içtiği zamanlar için suçluluk hissini daima canlı tutmalı, şu hayatta ancak işlevsel olursa var olabileceğini aklından çıkarmamalı. Başka insanlar bir araya geldiğinde daima dünyayı kurtardıkları için “kadın günleri”nde çok kilo alındığı, “anca dedikodu yapıldığı” şeklindeki bezdirici yorumlara tahammül etmeli. Müze dolaşmaya, seçkin sinema, tiyatro örnekleri izlemeye, kitap okumaya her zaman bol vakti ve nakti olduğu halde bunları kendi seçimiyle (!) yapmadığını aklında tutmalı, beynini uyuşturmak için takip ettiği gündüz kuşağı programları ile ilgili her türlü negatif yargıya katlanmalı.

Özetle doğduğundan beri birilerinin ablası, kızı, karısı, gelini, annesi olduğundan ve başka bir var olma biçimi tanımadığından doğal olanın dışına çıkacak hareketler yapmamalı, kimsenin rahatını kaçırmamalı. Belki de bulabileceği bütüncül bir kendi olma tarzını aramaktan toplumu tehdit ettiği gerekçesiyle uzak durmalı. 

Evin ruhunu huzura kavuşturmak

Evin ruhunun emeklilik, maaş, sigorta gibi hakları bir nebze kazanması büyük ölçüde mücadelenin başındaki gibi kamusal haklar verilmesine dayanıyor. Bu alandaki mağduriyetlerin çözümünde “isteğe bağlı sigortalılık”, “bireysel emeklilik”, “doğum borçlanması” gibi uygulamalarla kamu nezdinde küçük ilerlemeler sağlanabiliyor. Ancak bu sistemlere katılım kadınların düşük de olsa primleri ödeyebilecek bir kaynağa sahip olduğu varsayımından geçiyor. Son zamanlarda gündeme getirilen ev kadınlarına evliliklerinin belli bir süreye ulaşmasından sonra emeklilik hakkı sağlanması gibi tartışmalarsa yarım kalmışa benziyor. Bu tür kamusal iyileşmeler, kadının kamusal durumunu bir ölçüde düzeltirken evdeki fiziksel ve psikolojik iş yükünü azaltmıyor. Bu yükü azaltmanın yolu ise aile bireyleriyle adil iş bölümünden geçiyor. Evdeki diğer yetişkin, erkek/baba/eş olduğu için onun çözüme aktif ve eşit katılımı gerekiyor. Bunu gören çocuklar da daha doğal bir biçimde evin ruhunun sürekli emek vererek ayakta tuttuğu sistemin yükünü paylaşabilir. 

Yazıyı yazarken faydalanılan kaynaklar:

- Bora, Aksu, “Hepimiz Ev Kadınıyız”, Birikim Dergisi, 4.3.2020, son erişim: 11.11.2021,  https://birikimdergisi.com/haftalik/9960/hepimiz-ev-kadiniyiz 

- Bora, Aksu, “Metafor olarak Ev”, Birikim Dergisi, 25.10.2021, son erişim: 13.11.2021, https://birikimdergisi.com/haftalik/10761/metafor-olarak-ev

- Dinçer, Yeşim, “Görünmeyen Emek”, 5.1.2021, son erişim: 16.11.2021, https://feministbellek.org/gorunmeyen-emek/

- Erdoğan, Necmi, “Gündelikçi Kadınlar, Emir Erleri ve Benzerlerine Dair Aşağı Sınıflar, Yüksek Tahayyüller”, Birikim Dergisi, Sayı 132, Nisan 2000, son erişim: 11.11.2021,  https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-132-nisan-2000/2325/gundelikci-kadinlar-emir-erleri-ve-benzerlerine-dair-asagi-siniflar-yuksek-tahayyuller/3271

- Gürcanlı, Emre, “Az görünen, pek görünmeyen ve hiç görünmeyen işler: Kadınlar evde de ‘iş kazası’ kurbanları!”, İSİG Meclisi, 17.03.2019, son erişim: 11.11.2021, http://isigmeclisi.org/19920-az-gorunen-pek-gorunmeyen-ve-hic-gorunmeyen-isler-kadinlar-evde-de-i

- Savran, Gülnur Acar, Ekin Funda (söyleşi), “Feminizm Bütün Kadınların İsyanı”, Birikim Dergisi, 5.4. 2006, son erişim: 14.12.2021, https://birikimdergisi.com/guncel/89/feminizm-butun-kadinlarin-isyani

Esra Özer Duru, Ankara, 15.12.2021.

 https://hertaraf.com/haber-sevgili-gorunmez-emegim-esra-duru-8159



[1] Evin ruhu” tamlamasını, kadınların evdeki her türlü işi ve organizasyonu yapması ama yaptığını diğer aile bireylerini rahatsız, mutsuz edecek, suçlu hissettirecek şekilde belli etmemesini talep eden ev halkından hareketle düşündüm. Benden önce bulan olmuş mu diye Google’da bir araştırma yaptım. Aramaların kısa özetlerinde Marks’ın adını görünce, önce “tabii ya” dedim. Sonra feministlerin Marks’ın tüm ilişki biçimlerindeki doğallaştırıcılığı sorgular ve bunları doğallıklarından arındırırken, sıra görünmeyen emek alanına geldiğinde bu alana doğallık alanı olarak bakmasına dair eleştirisini hatırladım. Tamlama, Ukraynalı yazar Galina Serebryakova’nın Ateşi Çalmak isimli roman serisinde, Marks’ın iç sesinden eşi Jenny’yi tarif ederken kullanılıyor. Kitap serisini okumadım, tanımlama Marks’a mı, Serebryakova’ya mı ait bilmiyorum. Ama feminist eleştiriyi dikkate alınca tamlama bana ait değilse de içini ben doldurdum sanırım. 😊 Her ihtimale karşı, Nazım Hikmet de demiyor mu, “Benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere, benden sonra da söylenecek.” 

[2] Karpal tünel sendromu, ellerle yapılan ince işler nedeniyle zamanla avuçların bileğe yakın kısmında bulunan bağlar ve kemiklerin el sinirlerine baskı yapması sonucu ortaya çıkan uyuşukluk, ağrı, his kaybı. Bu sendromu ilk kez bir ilaç fabrikasında çalışan kadın işçilerin yaşadığı sağlık sorunu olarak öğrendim. Daha sonra dantel, lif, patik örerek ya da temizlik yaparak ev geçindiren kadınların da aynı rahatsızlığı yaşadığını gözledim. 

Taze Taze Hikâyeler

BEKLEME ODASI

Mart ayı ortalarıydı. Hava, okullardaki mevsim tablolarında her zaman bahara dahil edilmesine rağmen, yıllardır rolüne direnen bu aya yakışı...

Yeni Yazılardan Haberdar Olun

Kaçırmayın!