başörtüsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
başörtüsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

09 Mart 2025

Cumaya Gittim Geleceğim X – KALIPLARIN DIŞINA ÇIKMAK

Boykot, “bir işi, bir davranışı yapmama kararı alma” anlamına gelen ve zalim bir uygulamaya ya da kişiye karşı yapıldığında karakterli bir duruş olan güzel bir eylem biçimi. Bu eylemin başarıya ulaşma ya da en azından fark edilme ihtimali, ne kadar büyük bir kitleyle yapıldığına bağlı. O yüzden boykotçular genellikle “tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış, istediğiniz kadar boykot edin!” tepkisini alıyorlar. Buna rağmen çok kıymetli bir duruş olarak gördüğümüz boykot, birçok insanın gündemine Gazze vesilesiyle girdi. İsrail’in Filistin’de uyguladığı soykırıma bir şekilde fon sağlayan, destek olan ya da zulme rıza gösteren firmalar, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de boykot listelerini oluşturdu. (Yıllarca kendi boykot listelerimizi yapabilmek için ekonomi sayfalarını takip etmekten bizi kurtaran boykot sayfalarına da yeri gelmişken teşekkür edelim.) Bazı ürünleri belli markalardan almamaya başlayınca alternatiflerini aramaya başladık. Çok şükür, artık birçok ürün geçmiş yıllardaki kadar alternatifsiz değil. “Sürme çikolatam/içeceğim şu markadan olmazsa yaşayamam” noktası tamamen kişisel bir durum. Elbette boykota katılıp katılmamak da herkesin kendi kararı. Kapitalizmin; boykottan/alternatifsizlikten kâr sağlama mantığının yanında, alternatif ürün üretmek için hala bir işaret düdüğü beklemek konusunu ise mutlaka konuşmalıyız.

Boykota farklı yaklaşımlar

Başörtülü kadınlar olarak yıllarca üstümüze, başımıza; yaşımıza, bedenimize, mevsime uygun kıyafetler, aksesuarlar bulamadık. Hazır giyim sektörü; uzun kollu penye tişörtler, uzun etekler, bol pantolonlar dikmeyi -kasıtlı değildir herhalde ama neticede- reddetti. 14-15 yaşlarındaki başörtülü bir genç kızken annemizin giydiği etekleri, bluzları ve onun krepten kestirdiği başörtüleri ya da kesimi armuda benzeyen pardösüleri kullandık. Benim yaşlarımda başını örten bütün genç kızlar için aşağı yukarı aynı şey geçerliydi. Sonraları “tesettür giyim” adı altında bazı markalar olduğunu ve bunların daha çeşitli kıyafetler ürettiğini gördük ama hepsi ateş pahasıydı. Sektör; başörtülü kadınlara hem “boykot” uyguluyor hem de onları fahiş fiyatlara mahkûm ediyordu. Mecbur olduğumuz için bunlardan alışveriş yapacağımız fikrinden hareketle yürütülen bu fahiş fiyat politikası bizi yıllarca tesettür giyim firmalarını “boykot” etmeye yöneltti. Eski bir konfeksiyoncu olan teyzemin tanıdığı bir terzi, yarım yamalak tarif ettiğimiz modelden, çok da yabana atılmayacak bir ücret karşılığında bize (kardeşimle bana) yaşımıza uygun kumaşlardan birer takım dikti. Boykot bu noktada bizim kanımıza çoktan karışmıştı.

O yaşlarda bu zorluğun sebebinin hani şu ünlü dergilerin arasından çıkan tek sayfa gibi katlanmış, açıldıkça büyüyen ve halıya yayılan kalıplardan kaynaklandığını sanırdım. Çünkü bana göre onlar bir standardı temsil ediyordu ve bunu aşmak mümkün değildi. Beden farklarının ya da kişisel tercihlerin bu kalıplara nasıl uygulanacağını aklım kesmezdi. O yüzden kalıpsız çalıştığını söyleyen terzilere hayrandım. Onların hayal gücü ve zihinleri; sınırların ötesine geçmeye hazırdı. Bizi kısıtlayan şey; kalıplarla düşünmek zorunda olduğumuzu sanmamızdı. Bunu bir türlü aşamadık.

Kalıplardan oluşan sistem, başörtülü kadınları, 28 Şubat’ta oldukça keskin şekilde “boykot” etti. Okullara, işyerlerine, hastanelere, ne bileyim, birilerinin kendi şahsına münhasır bir şekilde tanımladığı “kamusal alan”lara başörtümüzle giremez, oralarda var olamaz hale geldik ve evet bunca yıl geçmesine rağmen “bi bitmedi mağduriyetimiz!” Çünkü bu mağduriyet, dışarıdan bakanların sandığı gibi iyileşip gidecek bir şey değildi. Bize uygulanan boykot, birçoğumuzun hayatının tam ortasına yıldırım gibi düştü ve kaldı. Yaşanmasaydı nasıl insanlar olacağımızı ölene kadar merak edeceğimiz bir kırılma hakkında konuşmamız bile engellendi.

Sonsuzluk ve Ötesine!

Boykot listesinde yer alan Disney’in yuttuğu, animasyon şirketi Pixar’ın ilk filmi Toy Story’yi çocuklarımızla severek izlemiştik. Hikâyede ana kahraman Andy’nin, önce rakibi sonra dostu olan uzay şerifi Buzz Lightyear karakterinin “Sonsuzluk ve ötesine!” şeklinde çevirebileceğimiz bir sloganı vardı. Yakın tarihimize baktığımızda kalıpları aşmamız ve “sonsuzluk ve ötesine” bakmamız gerektiği açıkça görülüyor artık. Bu vesileyle “sonsuzluk ve ötesine” bakan birkaç kadınla ilgili biriktirdiğim küçük notları aktarıp Cuma namazı notlarımı başka bir yazıya saklayacağım. Çünkü uzaya bakan kadınlardan, Cuma vakti camide kendine yer bakan kadınlara gerilemek çok umut kırıcı. (Sizden gelecek yeni cami notları için: bilgi@hertaraf.com. Yetkililerin dikkatini çekebilmek için: Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm.) 

Meryem El İcliyye ya da Meryem El Usturlabi: Tarihe adını yazdıran bir usturlap (kısaca temel işlevi yıldızların konumunu belirlemek olan bir alet) ustası. Halep’te doğdu. Babası, bilinen en eski usturlabı yapan Muhammed bin Abdullah Nastulus’un yanında yetişmiş iyi bir usturlap ustasıydı. Meryem, astronomi, matematik ve mühendislik eğitimleri aldı ve günümüzün akıllı saati sayılabilecek saat, pusula ve navigasyon cihazını bünyesinde barındıran en karmaşık ilk usturlabı üretti. Tasarladığı aletlerle adı bilim tarihine kazındı. Kariyerine duyulan saygıdan dolayı 1990’da keşfedilen bir asteroide 7060 Al-‘Ijliya ismi verildi.

Fatima El Fihri: Dünyanın ilk sürekli ve en eski üniversitesi Tunus’taki El Karaviyyin’in kurucusu. Ailesinden kalan yüklü mirası bir cami ve onun etrafında bir medrese inşa etmeye harcadı. Cami ve medrese tamamlanana kadar her gün oruç tuttu. Kurduğu medresede, İslam hukuku, tıp, matematik, astronomi, kimya, tarih ve yabancı dillerde verilen lisans eğitimi, 20 kişilik sınıflarda halka açık yapılıyordu. İbni Haldun, İbni Rüşd, İbni Arabi değişik dönemlerde bu üniversitede eğitim aldı. Üniversite hala faal ve dünyanın en eski ve güncel kütüphanesine sahip.

Seyyide Hurra (Hür Kadın) ya da Aisha Al Alami: İslam tarihinin ilk kadın denizcisi, korsan ve bir sultan. İspanyolca ve Portekizce biliyordu. İspanyolların Endülüs’te giriştiği kıyımlar sırasında Fas’ın Tetuan (Tetvan) eyaletinin yöneticisi olan eşiyle birlikte denizlerde İspanyollar ve Portekizlerle mücadele etmeye başladı. Eşinin vefatından sonra mücadeleye tek başına devam etti. Tetvan’ı 30 yıl yönetti. Bu zaman zarfında Tetvan şehrinin jeopolitik konumunu ve köklü tersanesini gerektiği gibi kullanarak önemli başarılara imza attı. Onun başarıları Türk denizcilerin işini kolaylaştırdı. Bir dönem Oruç Reis’le iş birliği yaptı.

Kurtubalı Lübna ya da Lubna bint Abdül Mevla: Gerçek bir bilim insanı. Kurtuba’da doğdu. Aritmetik, matematik ve cebirin yanı sıra astronomi, edebiyat, hat alanlarına hakimdi. Ayrıca Yunan metinlerini okuyacak ve çevirilerini yapacak kadar Yunanca bilirdi. Endülüs Emevilerinin Sultanı III. Abdurrahman tarafından Kurtuba Kraliyet Kütüphanesinin yöneticiliğine getirildi. Matematik dehası ve kültür abidesi olarak anıldı.  

Sutayta El Mahamali: Bağdat’ta doğup büyüdü. Hafızdı, genelde hukuk, özelde miras hukuku, edebiyat, matematik alanlarında yetkindi. Ondalık sayma sistemini basite indirgeyerek günümüzde hala kullanılır düzeyde olmasını sağladı. Matematik alanındaki hakimiyeti sayesinde Bağdat’ta birçok kadı özellikle bir mülkün gelirinin vefat eden kişinin yakınlarına nasıl dağıtılacağına dair sıkıntılar yaşadıkları miras davalarıyla ilgili olarak ona danışırlardı. Muhasebe bilirdi. Ayrıca Şafi fıkhına da hakimdi.

https://hertaraf.com/koseyazisi-cumaya-gittim-gelecegim-x-kaliplarin-disina-cikmak-4472

Esra Özer Duru, Ankara, 8 Mart 2025.

03 Eylül 2022

POŞETTEKİ JAPON BALIKLARI

Ömrümüz evde, sokakta, okulda, kamusal alanda ne yapıp ne yapamayacağımızın başkaları tarafından belirlendiği bir atmosferde geçti. Üstüne kavanoz kapatılmış böcek hissiyatı veren bunaltıcı yasakları, zaman zaman başörtülü kadını kamusal alanda istemeyen, dini; ileri yaşlarda gidilen bir umre ya da hac ziyareti zanneden ya da katıldığı mevlitte iğne oyalı krep örtü rahatlığında omuzlarına düşürüverilecek bir şey gibi yorumlayan insanlar koydu. Zaman zaman da bizim yapmak istediğimiz işlerin şöyle uygunsuz, böyle mekruh olduğunu söylemeyi vazife edinmiş “kardeşlerimiz” sınırlar çizdi. İkisinin üslubu çoğu zaman aynıydı. Bazen bir fakülte amfisinde, “Sen, türbanlı! Evet sana diyorum, dışarı!” diye bağırdılar. Bazen bir Meclis salonu dolusu anasınıfı (!) çocuğuna, “Dışarı!” diye tempo tutturdular. Bazen de kadınların evinden hiç çıkmaması gerektiğini, çıkarsa çabuk dönmesinin en iyisi olduğunu beyan ettiler.

Genç yaşta başını örtenler bilir, kız çocuğu için problem olan her şey başörtülü kız çocuğu için daha büyük problemdir. Başınızı niye örttüğünüzle ilgili, komşular, akrabalar, arkadaşlar tarafından uzun uzun hesaba çekilirsiniz. “Bu örtü işi nereye kadar gidecek, daha fazla örtecek misin, Kur’an kursuna mı okula mı devam edeceksin, okula girerken açacak mısın, imam hatibe mi gideceksin, pek de zekiydin kadından imam da olmaz ne olacaksın, vah vah pek de gençtin, keşke nişanlanınca falan örtseydin…” Başka bir cepheden gelen sorularsa şöyle olur: “Başörtülü top mu oynayacaksın, bisiklete binmek mi tövbe estağfurullah, pardösü bari giy üstüne, altına pantolon giymek mi dinden çıkarsın, hem kız kısmı okuyup ne olacak, dikişe falan git.”

Bu beyin öğüten, insanı kendisi olmaktan çıkarıp tek tip bir şeye dönüştürmeye çalışan hiza vermelerin birbirinden farkı yoktur aslında. Hiç susmazlar, hiç yetinmezler, hiç mutlu olmazlar. Sürekli parmak sallar, siz geri adım attıkça onlar daha da cesaret kazanıp saldırılarını büyütürler. İnsan olduğunuzu, dünya hayatındaki sınavların sizin için de geçerli olduğunu kimse hesaba katmaz. Sizden başka herkes günah işlemekte özgürdür sanki. Sizse bir kesimi temsil ettiğiniz için (nedense?) asla günah işlememeli, günaha benzer, görenler tarafından günah denebilecek herhangi bir davranışta bulunmamalısınızdır. Madem bir kere başınızı örttünüz, çocuk, genç, insan olmak gibi vasıflardan kaynaklanan zaaflar size asla uğramamalıdır. Yüksek sesle sohbet edemez, bahçe duvarının üstüne oturup arkadaşlarınızla basitçe çekirdek çıtlayamaz, gülemez, koşamaz, sakız çiğneyemezsiniz. Başınızı örtmenize taraftar ya da karşı olanlar için fark etmez, bir kere örttüyseniz Allah’tan çok hatta önce onları memnun etmelisinizdir.

Bir taraf sunduklarını sandıkları bir özgürlük tanımıyla seçimlerinize, aklınıza, kimliğinize saldırırken diğer taraf yalnızca Allah’la aranızda var olan ibadet/kulluk tanımlarınıza müdahale ederek size saygısızlık yapar. Sanki siz bir günah işlerseniz hep birlikte ceza alınacakmış gibi yaklaşırlar yaptıklarınıza. Yani Allah’ın emirlerini temel haliyle yapıyor olmanız yetmez, başkalarından hiç beklenmediği şekilde sizden sürekli en takvalı haliyle ibadet etmeniz beklenir. Takvanın ölçüsü de kendi memnuniyetleridir.

Bütün kızlar toplansak! 

Bunları düşündüğümüzde toplumu oluşturan bu kesimlerin aslında bizim başörtülü ya da başörtüsüz oluşumuzla değil topyekûn kadın oluşumuzla bir dertleri olduğunu görüyoruz. Eğer kadınsanız, öyle kafanıza göre sokakta yürüyemez, istediğinizi giyemez, istediğiniz işi yapamaz, istediğiniz okulda okuyamaz, yüksek lisans, doktora gibi akademik faaliyetlerde bulunamaz, bisiklete binemez, tek başına yolculuk yapamaz, kendi aklınızla hareket edemezsiniz. Size birilerinin hep “yol” göstermesi gerekir. Neyse ki sorulmadığı halde fikrini beyan eden, size sınırlılıklarınızı hatırlatan “yüce” bir insan her zaman bulunur.

Halbuki tam tersi erkek bireylere bu türlü kısıtlamalar getirilmez. Bir erkek çocuğun meslek seçimi için zekâsı, becerisi ve ailesinin beklentisi dışında “limit yok”ken, bir kız çocuğun meslek seçiminde zekâsı, becerisinden çok bir kadın/anneye en uygun mesleği seçmesi elbirliğiyle sağlanır. Kendisini müslüman sıfatlarıyla tanımlayan bir erkeğe, en görünürü o olduğu için sakalını kesmek dışında bir kısıtlama getirilemezken, kamusal temsili her iki tarafın nezdinde oldukça yüksek ve görünür olan başörtülü kadının aşması gereken dünya kadar engel çıkarılır. Kadın olmak zaten zorken başörtülü kadın olmak ekstra zorlaştırılır. Bu zorluklara bir de yasakçılar tarafından bölünüp küçük küçük düşman kamplara ayrılan kız kardeşlerimizin saldırıları eklenir.

İşin aslı kadınlara ayrımcılık yapanlar bir şekilde iş birliği içinde. Onlar kadınları, akvaryumcudan saydam poşetle alıp eve taşıdıkları japon balıkları gibi “yalıttıklarını”, “koruduklarını” zannederken, bizler kadınlığımızdan ve kız kardeşliğimizden vazgeçmeden, her gün pek çok kadının şiddete maruz kaldığı, günlük sıkıntılarla baş etmek için gücünü israf ettiği bu dünyada birbirimize sahip çıkabiliriz.  

Esra Özer Duru, Ankara, 16.8.2022.

https://hertaraf.com/koseyazisi-posetteki-japon-baliklari-3199

Taze Taze Hikâyeler

BEKLEME ODASI

Mart ayı ortalarıydı. Hava, okullardaki mevsim tablolarında her zaman bahara dahil edilmesine rağmen, yıllardır rolüne direnen bu aya yakışı...

Yeni Yazılardan Haberdar Olun

Kaçırmayın!