Bu yazı, son 170 gündür İsrail’in kelimelere sığmaz, inanılmaz zulümleri altında her gün biraz daha ölürken Gazze’nin, insanlığımızdan kalanlara cömertçe ikram ettiği nihai derslere genel bir bakış denemesidir. Hikâyenin sonunu bilmiyormuşçasına seyredip duranlar için “spoiler” (tat kaçıran, havasını söndüren, merak unsurunu öldüren) içermektedir.
Eski ama bildik bir hikâyeden Gazze’ye
İbrahim, yanında bıdır bıdır konuşup tatlı tatlı yürüyerek
gezen kıymetlisi İsmail’i, rüyasına kadar sızan geleneğin baskısından hareketle
kurban etmesi gerektiğine karar verdi. Çünkü denir ki o zamana kadar kabileler,
topluluklar evlatlarını; korktukları, şerrinden emin olmak istedikleri ilahlara
kurban ediyorlardı. Belki de bu öyle yoğun bir bilinçaltı oluşturmuştu ki
doğruyu atalarının dinine karşı çıkarak bulan, sahte ilahları yıkan İbrahim,
bunu Allah’ın istediğini ve O’nun hoşuna gidecek bir eylem olduğunu sandı.
Halbuki böyle bir kurbanı Allah istememişti. Nitekim Rabbi, İbrahim’i tam
İsmail’i kurban edecekken durdurdu. Sonra, yüzyıllar sonra bize o anı şöyle
aktardı: “Fakat ikisi Allah’ın emri (olarak gördükleri)ne kendilerini teslim
edince ve onu yüzüstü yatırınca, kendisine seslendik: ‘Ey İbrahim, sen şimdiden
o rüya(nın amacı)nı yerine getirmiş oldun!’ İşte iyilik yapanları Biz böyle
ödüllendiririz: Çünkü bu, gerçekten apaçık bir sınama idi.” (37:103-106
Muhammed Esed tefsirli meal.)
Gazzelilerin bunca acı karşısında “Hasbünallahu ve ni’mel
vekil!” dediklerini görüyoruz. Nasıl oldukları sorulduğunda hep
“Elhamdulillah!” diyorlar. Bunun üstüne düşünürken yazar Nihan Kaya’nın İyi
Toplum Yoktur kitabındaki “Teslimiyet” ve “Tanrı’nın Dış’tan İç’e taşınması”
bahsini hatırladım. Kaya, teslimiyetin; ruhsal güçlenmenin ve tekamülün nesnesi
olmasından hareketle insanın kendisinden başkası üzerinden gerçekleşemeyeceğine
dikkat çekerek, Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmek istemesinin teslimiyet
olarak tanımlanmasını doğru bulmadığını söylüyor.
Hz. Yunus kıssasına da bu açıdan bakan Kaya, insanın
etrafındaki unsurları çirkin, düşman, saldırgan, tehdit edici şekillerde
algılamasının iç dünyasıyla ilgili olduğunu, kendisini güvende hissedemeyen,
tüm dünyanın ona karşı komplo kurduğunu düşünen şizofrenler gibi tanrı
tasavvurunun da öfkeli ve tehditkâr bir Tanrı olarak tezahür ettiğini ifade
ediyor. Kaya, “Tanrı’nın dış’tan iç’e taşınması, orada tanrıya dönüşmesi,
önemli bir adımdır; masaldaki Çirkin’in yakışıklı ve çekici prense dönüşmesine
benzer. Çirkin’in yakışıklı prense dönüşmesiyle birlikte etraftaki her şey de
dostlaşır. Bakire genç kızlar, keçiler, günahsız çocuklar kurban ettiğimiz bir
Tanrı imgesi, suçluluk duygusunun işaretidir. Tanrı’sı gökyüzünden inip kalbine
yerleşmiş kimse -biz buradaki ‘tanrı’yı nasıl yorumlarsak yorumlayalım, bir
dine inanalım ya da inanmayalım- gece vakti uykusundan depremle uyansa,
hortumla, sellerle, felaketlerle karşılaşsa bile kendisini tehdit altında
hissetmez. Zira ‘merkez’ de dış’tan iç’e taşınmıştır. Yunus’un balığın
karnındayken ‘Allah’ım n’olur beni bu balığın karnından çıkar’ diye dua
etmediğini, bunun yerine ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ anlamındaki
‘Hasbünallahi ve ni’mel vekil’ cümlesini zikrettiğini hatırlayabiliriz. Kurban
kıssasını da İbrahim için önce Ay, sonra Güneş olmuş Tanrı’nın bu sefer de
yukarıdaki yerinden, yani Dış’tan İç’e taşınmasının gerçekleştiği hikâye olarak
okumak mümkün” diyor.
Üç kutsal kitapta da anlatılan kurban kıssasının sonunda
İsmail ilahi müdahaleyle hep kurtuluyor. Rabbimiz, İsmail’i kurtarmak, bu çirkin
geleneğe son vermek için gökten onun yerine bir kurban indirdiğini bildiriyor.
Bizse gerçek bir teslimiyeti anlamak ve inşa etmek yerine; belki dünyadan
umudumuzu kesmemek için, bir süre onunla avunup oyalanmak için ya da evlerimiz,
ellerimiz cennet gibi koksun diye, bir sebeple işte, doğurduğumuz çocuklarımızı
bir şeylere kurban vermeye devam ediyoruz. Kimin ne alıp ne sattığını
bilememenin sıkıntısıyla kıvranan vicdanımızın acısını avutmaya, utancımızı,
çocuklarımızın ölümündeki pasif rolümüzü “çocuk şehit[1]”
diye bir kavramla örtmeye çalışıyoruz. Aslında çocuktan şehit olmaz, çocuklar
ölünce zaten cennete gider biliyoruz. Kendini ilah zanneden bir zalimin, sahteliğini
örtbas etmek isterken yaptığı kıyıma kaptırdığımız kavramlara belki bir de
şehadet kavramı ekleniyor.
Rabbimiz, bize, Gazzeli çocukları bu sahte ilahın ayinine
kurban vermememiz için feda edebileceğimiz şeyleri işaret ederken; biz,
ellerimizi açıp O’ndan Gazze’yi kurtarmasını diliyoruz. Gazze zaten O’nun
hükmüne teslim olmuş, onların kurtuluşundan bize hangi pay düşecek bilmiyoruz.
Esra Özer Duru, Ankara, 23.3.2024.
https://hertaraf.com/koseyazisi-kissanin-sonunda-ismail-kurtuluyor-4095
[1] “Çocuk şehit” tanımıyla ilgili Meryem Suveyda’nın yazdığı bir yazı için: https://hertaraf.com/haber-cocuklarin-sehitlige-ihtiyaci-yoktur-meryem-suveyda-12646