Düşünmeye, yazmaya, konuşmaya, yaşamaya çalışıyoruz. Olmuyor! Dünya halkları, Gazze’deki soykırıma bağırarak, ağlayarak, protesto ederek, meydanlara çıkarak, şarkılar söyleyip dans ederek, mumlar yakarak… karşı koyarken, İsrail ve işbirlikçileri gözümüzün önünde, Gazze’de; bilmediğimiz bir tanrıya, kirlettikleri semboller eşliğinde gözü dönmüş şekilde cinayetler işleyip kan akıtarak kurbanlar sunuyor. Bu tanrıyı kutsamak için, Hz. Musa’yı, Hz. Davut’u, Hz. Süleyman’ı, Davut Yıldızı da dedikleri Mühr-ü Süleyman’ı, Tevrat’ı, “vadedilmiş topraklar”ı, yıkmaya çalıştıkları Mescid-i Aksa’yı, “antisemitizm”i, “Holokost”u, “kendini savunma hakkı”nı, “kınama”yı, “ateşkes”i, “esir takası”nı, “orantılı güç kullanımı”nı… her şeyi ama her şeyi bozup yeniden tanımlamaya kalkışıyor. Cümleler merhametsizce formüle ediliyor. Fail İsrail olunca fiiller edilgenleşiyor, Gazzeliler sanki kendiliğinden ölüyor.
İsrail hep yaptığını yapıyor. Fotoğraflarla, haritalarla, videolarla,
kayıtlarla, haberlerle, enkazlarla oynuyor, kendince “haklılığını” dekore
ediyor. Gerçeğin şahitleri gazetecileri ortadan kaldırmak istercesine
kendilerini, ailelerini öldürüyor. Hastaneleri, camileri, kiliseleri, okulları,
sivil toplum binalarını yok ediyor. Bir halkı orada hiç yaşamamışçasına yok
etmeyi, hepimizi bu algıya maruz bırakmayı deniyor. Kelimelerimizle,
vicdanımızla, aklımızla, tarihimizle oynuyor. Hem üzümü yiyip hem bağcıyı
dövüyor hem de ciyak ciyak bağırıyor. Bunları yaparken öyle rahat ki, yarın
dünyaya dönüp “Gazze mi? Saçmalamayın, burada öyle bir yer yoktu!” diyebilir,
bir dizi şahit bile getirebilir. Bu utanmazlık, insafsızlık karşısında
hissettiklerimizi ifade edecek kelime, eylem, duygu bulamıyoruz. Hatta
boykotların duyurulduğu şekillendirildiği, sansürlere direnildiği yeni bir
mecra olan sosyal medya meydanının dili “emoji”ler de yetersiz kalıyor şahit
olduklarımız karşısında. Ne desek hafif kalıyor!
Gazze bizim neyimiz olur?
Ankara’daki Kelime Müzesinde g harfindeki “gazlı bez” kelimesinin tanımında şöyle yazıyor: “Düşeriz, dizimizi kanatırız, yaralanırız da oraya gazlı bez sararız. Ama koklarsın, koklarsın gaz kokusu gelmez. Çünkü gazlı bez, gazlı bez değildir. Onun aslı gaz bezidir. Onun da aslı Gazze bezi. Gazze’nin meşhur incecik tülbent bezi.” Yani Gazze bizim hem yaramız hem yaramızı saranımız oluyor. Gazze; yakamızı, kalbimizi, elimizi bırakmıyor. Aklımız, fikrimiz, gündemimiz hep Gazze… Buna rağmen Gazze’de yaşananlar, insanlığımızın, merhametimizin, cesaretimizin, aklımızın, mantığımızın, fedakârlığımızın, hassasiyetimizin, kahramanlığımızın üstünü; çaresizliğimizin, acizliğimizin, az gelişmişliğimizin altını çiziyor.
Gazze’de şu kadar çocuk, şu kadar kadın, şu kadar erkek
ölüyor… İsimleri sevgiyle konulmuş, sofraya çağrılmış, hediyeler alınmış, başı
okşanmış, dizine yatılmış, saçının topuzu öpülmüş, bir tohum ekmiş, bir çiçeği
sulamış, bir kediyi kucaklamış, topu arabanın altına kaçmış, şarkılar söylemiş,
dualar etmiş, hatta bu dünyanın oksijeni dahi ciğerlerine küvözsüz nasip
olmamış bebeklerin aralarında olduğu her kim varsa vahşi bir ölümle öldürüyor
İsrail. Seçmiyor, ayırmıyor, acımıyor, durmuyor, dinlemiyor.
Hesapların üstünde bir hesap var: İsrail kendi ayağına
sıkıyor
Siyonist İsrail, Gazze’deki cürümleri işlerken bugüne kadar
istismar ettiği “Nazi mağduru”, “Holokost sağ kalanı” imajlarını kendi kendine yerle
bir ediyor. Siyonistler gerçek yüzleriyle bütün dünyada ilk kez böyle faş
oluyor. Aralarında Nazi soykırımından sağ kalmış insanların çocukları ve
torunları da olan bazı Yahudiler İsrail’e “bizim acımızı kullanma, bizim
adımıza öldürme” diyerek karşı çıkıyorlar. Kıyamete yaklaşan dünyada hiçbir şey
gizli kapaklı kalmıyor. Gazze’nin şehitleri, emanetlerini teslim etmeye bütün
ihtişamlarıyla yükselirken İsrail’i ve işbirlikçilerini tarihin en büyük utancı
ve hesabı bekliyor[1].
Esra ÖZER DURU, Ankara, 8 Aralık 2023.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder