Bir süredir eğitim öğretim sistemlerimizle ilgili düşünüyorum. Gazze’de 7 Ekim’den beri yaşanan soykırım da bu düşünce sürecini etkiliyor. Biraz dağınık olmakla birlikte yazı boyunca bu yolculuğa eşlik etmenizi rica ediyorum. Sabır gösterirseniz konuyu Gazze’yi anmadan bağlamayacağım. Birçok insanın ebeveyn olduğunda kendisine sorduğu sorular vardır:
“- Çocuklarımız bize verilmiş oyun hamurları mıdır ya da
‘Tabula Rasa’dan mülhem istediğimiz metni yazabileceğimiz boş kâğıtlar mı? Peki
çocuk bizim yazdığımız metinlerden hoşlanmazsa ne yapmak gerekir?
- Ebeveyn olarak tüm kontrolün elimizde olduğunu
sandığımızda neler yapabileceğimizin farkında mıyız? Kontrolü kaybedersek neler
olur?
- Çocuğa; iyiye, güzele, ahlaklıya dair anlatmaya
çalıştığımız şeyler ilahi kaynaklara mı dayanır, yoksa bizim korkularımıza,
geleneklerimize mi?
- Biz korktuğumuz için onları da korkak mı yaparız?
- Hz. İbrahim’e put üreticisi babasının ve putperest
kavminin yanlış yaptığını düşündüren neydi?
- Hz. İbrahim, babasının putlarını inkâr ettiğinde babası ne
düşündü?
- Hz. Ali, küçücük bir çocukken babasının yolunu izlemek
yerine Hz. Muhammed’e nasıl yöneldi?
- İnsanlar bulundukları toplumdan, yıllarca değirmeninde
öğütüldükleri Siyonist eğitim sisteminden sağ çıkmayı nasıl başarıp Gazze için
gözyaşı dökebiliyorlar? Onların düşünme biçimlerini “diğerinin haklılık
ihtimaline”, “toplumsal bir yanlışın içinde olabileceklerini” düşünmeye,
değerlendirmeye açık kılan ne?
- Bizim toplumumuzda mesela basit bir boykotun dahi başarılı
olamamasına ne sebep oluyor? Topluma, çocuklarımıza, gençlerimize ne
yaptık/yapmadık da insanlık için basit ve bireysel bir duruş olarak tüketim
tercihlerini bir süreliğine değiştirmek dahi onlara zor geliyor?
- Bütün dünya insanlık, iyilik yönünde bir arayış içindeyken
aynı arayış bizim toplumumuzda neden hak ettiği yankıyı bulmuyor?”
Yazıyı sıkıcılaştırmak pahasına ama önemine binaen
sıraladığım bu sorulara cevap bulma yolculuğum beni Nihan Kaya’nın İyi Aile
Yoktur serisine getirdi ya da kitabı okuyunca sorularım daha da zor bir hal
aldı.
İyi Aile Var mıdır?
İyi Aile Yoktur, Nihan Kaya’nın, İyi Toplum Yoktur ve Bütün Çocuklar İyidir isimli kitaplarından oluşan üçlü serisinin birinci kitabı. Yazar, inandığınız, uyguladığınız, kural zannettiğiniz her şeyle ilgili sizi derinlemesine düşündürmeye çalışıyor. Öyle yabana atılır şekilde de değil; kendisinin ya da başka insanların anılarını, tecrübelerini anlatıyor, sorular soruyor, fikrini ortaya koyuyor, uzman görüşleriyle destekliyor. En sevdiği ve sık sık görüşlerine yer verdiği hatta kitabını ithaf ettiği uzman ise psikolog, psikanalist Alice Miller. Miller’ın öğretisi ebeveyn kaynaklı çocuk istismarını anlatmaya ve çözümler bulmaya odaklı dolayısıyla Kaya’nın anlatısı da öyle. Bu nedenle Nihan Kaya’nın kitabını okumak ve faydalanmak için açık fikirli olmak önemli. Kitabı, inançlarınıza, ebeveynliğinize, toplumsal değerlerinize saldırıldığını düşünmeden okursanız murat hasıl olabilir.
Serideki kitapların adları oldukça kışkırtıcı. Yazar bu
adları koyarken ne düşündüğünü hemen kapakta açıklamaya başlıyor: “İyi Aile
Yoktur ya da paradoks şu ki iyi aile, ‘iyi aile yoktur’ düsturuyla hareket
edebilen ailedir”. Serinin ilk iki kitabını okurken yerleşik yargılara,
geleneklere sürekli saldırıldığını hissediyorsunuz. Aslında kimse bir şeye
saldırmıyor. Yazarın oldukça saygılı, mesafeli bir dili var. Sadece “Bu nereden
çıktı? Bunun kökeni nedir? Dini zannettiğimiz şeyler gerçekten dinden mi sadır
olmuş? Bunları sürdürürken aslında neyi sürdürmeye çalışıyoruz? Allah gerçekten
bizden bunu istemiş midir?” gibi zor sorular sorduruyor. Biz, yüzyıllardır
sırtımıza yüklenen, toplumsal hafızamıza kazınan şeylere kendi varlığımızdan
bile daha kuvvetle inanıp savunduğumuz için saldırıya uğramış gibi hissediyoruz.
Yazarın üslubuna ve anlattıklarına yönelik yaklaşımımız aslında eğitim öğretim
süreçleriyle ilgili sorunlarımıza bir nebze ışık tutuyor.
Yazarın dikkatimizi çektiği en önemli sorun, ailede
başlayan, okulla devam eden, toplumun sürekli eşlik ettiği, insanın
çocukluğundan itibaren kendisi olmaktan vazgeçirilmesi, özgün karakterinin yok
edilmesi, iyiye güzele dair içgüdülerinin baskılanmasını içeren “eğitim”
süreçleri. Kaya’nın bu konuda yazdıkları halihazırda bizim yaşadığımız eğitimle
ilgili sorunları da hatırlatıyor.
Sahne Gazze’nin
Bu noktada biraz soğanlı bitkilerden bahsedelim. Soğanlı bitkilerle uğraşanlar bilir. Bu bitkiler aslında doğal şartlara dayanıklı kendine has bilgeliği olan bitkilerdir. Soğanları; onların açmalarına uygun şartlar olduğunda açmalarını aksi halde yıllarca saklı kalmalarını sağlar. Kaya diplerinde, taş aralarında, karın altında açarlar. Çiçekleri bize oldukça nadide ve kırılgan görünür. Hatta uluslararası kaçakçılığa dahi konu olurlar. Bu bitkiler bir yerden bir yere taşındıklarında hemen çiçek açmazlar. En az bir yılı yeni yerlerinde çiçeksiz geçirmeleri gerekir. Şartları beğenmezlerse ya da çiçek açacak kadar olgunlaşmadıklarını değerlendirirlerse daha uzun süre de açmayabilirler. Mesela bitki çiçek açmaya hazırlanırken dikili olduğu yerden sökülüp başka bir yere taşınırsa açmaktan vazgeçer. Bu bitkilerin bütün güzellikleriyle açması, soğanlarını çoğaltması için çevre şartlarından emin olmaları gerekir. Bu yönleriyle hayranlık uyandırıcıdırlar.
7 Ekim’den beri Gazze’de korkunç şeyler yaşanıyor. Bunlara
şahit olmak çok zor. Gazze imtihanı bizi insanlık olarak nihai bir noktaya
götürüyor. Dünya halkları, Gazze’de yaşananlar karşısında devletlerinin
politikalarındaki, eğitim sistemlerindeki, ailelerindeki, inanç sistemlerindeki
ikiyüzlülükleri tespit edip onlara karşı koyuyor, bunları samimi bir şekilde
protesto ediyor. İnsanlar, yıllarca tabi tutuldukları eğitimleri, toplumsal ön
kabulleri sorgulayarak, bunlara karşı çıkarak, dışlanma, yargılanma gibi
sonuçları olabilecek tepkileri göze alarak insanlığa/Gazze’ye sahip çıkıyor. Bazıları,
büyükanne ve büyükbabalarının 2. Dünya Savaşındaki soykırımdan sağ kalan
insanlar olduğunu, anne babalarının katıksız Siyonistler olduğunu ama yanlış
bir şeyler olduğunu fark ettiklerini dile getiriyorlar. Bulundukları aydınlık
noktaya baktığımızda onları kahraman gibi görürken kendi çocuklarımızın düşünce
yolculuklarından ölesiye paniğe kapılıp yollarında yürümelerine engel oluyoruz.
Ama belli ki kahramanlar, “atalarının dini”ne eleştirel gözle bakabilen sağlam
karakterli, sorgulayıcı insanlardan çıkıyor. Öyleyse mensubu olmakla
şereflendirildiğimiz son dini bir “atalar/gelenekler kültü”ne çevirmeden önce
toprağın altında saklı duran hazinelerimizin olgunlaşmasına uygun şartları
oluşturalım. Hani Aliya İzzetbegoviç’e de atfedilen bir Meksika atasözü var ya
işte onun gibi: “Bizi toprağa gömmeye çalıştılar ama tohum olduğumuzu
bilmiyorlardı.”
https://hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-icinden-gazze-gecen-yazi-4047
Esra Özer Duru, Ankara, 17.02.2024.