20 Mart 2023

SOSYAL MEDYA, NEFES, OPERA

Sosyal medyanın günlük hayatımızdaki yönlendiriciliği her geçen gün artıyor. Orada gelişen (aslında gerileyen) üslup, birbirimizin gözüne bakarak söyleyemeyeceğimiz küfürler, hakaretler, cümleler maalesef genel davranışlarımıza dönüşüyor. Aynı sofraya hiç oturmamış, aynı sıkıntılara hiç katlanmamış, aynı fırında ekmek sırasına hiç girmemiş, aynı acılara hiç yanmamış, hiç gözyaşı dökmemiş gibi birbirimizden uzak, merhametsiz, keskin bir dil yerleşiyor. Özellikle toplumsal felaket dönemlerinde insanlar hızla siyasi kamplara ayrılıyor, yaraları daha hızlı sarıp daha büyük yardım, destek faaliyetleri yapabilme imkanından yoksun kalıyor. Bir de yalan paylaşımlar var ki elden ele dolaştığı için uzun süre canlılığını koruyor ve bunların gerçek olup olmadığının anlaşılabilmesi için bir telefon yeterliyken herkes birbirine “forward” ediveriyor.

En son 11 ilimizi içine alan 6 Şubat depremlerinde de bunu gördük ne yazık ki! Çok sayıda kayıp verdik, şehirlerimiz yerle bir oldu. Ateş düştüğü yeri yaktı ama bizi de kavurdu. Felaket bölgesinin dışında olmamıza rağmen günlük faaliyetlerimizi sürdürecek enerjiyi, isteği bulamadık. Bu kadar canımız yanmasına rağmen konuşma üslubumuzu ayarlayamadık. Böyle bir acı ortada dururken hep yapıldığı gibi hiç konuşulmaması gereken konular konuşuldu, hiç fikrimiz olmayan alanlarda teoriler üretildi. Şahit olduğumuz bütün bu tartışmalar, yaklaşımlar, sosyal medya yalanları; bir üslup inşasının şart olduğunu gösterdi.

Çocukken öğretmencilik oynadıysanız, milli bayramlarda, okul bahçesinde yapılan programlarda şiir okuyup konuşma yaptıysanız siz de yaşamışsınızdır: Acemi konuşmacılar seslerini veya nefeslerini güzel ayarlayamadıkları için sesleri kısılır, boğazları tahriş olur. Bu ses kısıklığı birkaç gün kahramanlık nişanı gibi taşınır. Bunun sebebi konuşurken, okurken bağırmamız; boğazımıza yani ses tellerimize ve akciğer nefesimize yüklenmemiz. Diyafram nefesimizi kullanmayı öğrenebilsek ses tellerimizdeki tahribatın önüne büyük ölçüde geçebiliriz.

Eskiden yaka mikrofonu gibi imkanlar yoktu. Tiyatro, opera oyuncuları seslerini en arka sıradan duyulabilecek şekilde ayarlamak zorundaydı ve iyi tiyatrocu/operacı fısıltıyla dahi konuşsa sesini duyururdu. Böyle bir ses kullanımı, doğru nefesi bilmeyen bir insanın boğazının ağrımasına, sesinin kısılmasına sebep olurken tiyatrocular, operacılar ertesi gün yine oyuna çıkarlar. Mesela bebekler de saatlerce ağladıkları halde sesleri kısılmaz, boğazları tahriş olmaz. Çünkü doğru nefes almayı fıtraten bilirler.

Normal insanların akciğer kapasitesi 4 litreyken, opera sanatçılarınınki 5.5 litreymiş. Sahne almadan önce kendilerini tüpsüz dalan bir dalgıç gibi tüm seslere, tüm dünyaya “kim ne derse desin kulaklarını tıka, doğru olduğuna inandığın şeyi yap” der gibi kapatırlarmış. Kalp ritimlerini yavaşlatmak amacıyla soluk egzersizi yaparlarmış. Soluklarını dengelemezlerse aldıkları nefes kan basıncını arttırır, kulaklarını tıkarmış ki bu “ağızlarından çıkanı kulaklarının duymaması”na sebep olurmuş. Meşhur opera eserleri en az üç perde yaklaşık 1,5-2 saatlik bir sunuş gerektirdiğinden bu kondisyonu bu süreye yaymak gerekirmiş.  

Eseri seslendirirken, contre-ut yani zirve noktasındaki notaya ulaşmak için sabırla, yıllarca çalışırlarmış. Bu noktada kalıcı olmak; sanatçının yaşına, akciğer kapasitesini belirleyen sağlığına, yaşam tarzına bağlı olduğundan, söz konusu değilmiş. Yani zirveyi gördükten kısa bir süre sonra iniş yolculuğu başlıyormuş. Contre-ut’a çalışılırken, beyindeki basınç mesela “la” notası çıkarılırkenkinin dört beş kat üstünde oluyormuş. Tüm titreşim beyinde olduğundan baş dönmesi hissediliyor, bu kadar basıncın iyi yönetilmesi gerekiyormuş. Çünkü bu sırada bağırmak opera sanatçısının gırtlağının parçalanmasına sebep olabilirmiş. O nedenle karın bölgesinin desteğine ihtiyaç duyulduğu gibi doğru hava basıncı bulunduğunda uzun süre muhafaza edebilmek için de müthiş bir kas hakimiyeti gerekiyormuş. En kötüsü de seyirci bu sanata ne kadar aşina olursa olsun sesin ya da sanatçının bütün maharetini anlamayabilirmiş. Yani opera sanatçısı bazen sanatını en güzel şekilde yaptığını bilmekle (teşbihte hata olmaz, balık bilmezse Halik bilir misali) yetinmek durumunda kalabilirmiş. 

Rabbimizin İbrahim Suresi 24. Ayette buyurduğu gibi, güzel söz kökü yere, dalları göğe uzanan güzel bir ağaç gibidir. Bu güzel sözü söylemek de güzel ve yumuşak bir üslup, sabır gerektirir. Sözlerin en güzelinin muhatabı olmak iddiasındaysak, onu sosyal medyanın oluşturduğu kısır çekişmelerin diliyle ve üslubuyla değil; iki saatlik, dört perdelik bir opera söylüyormuşçasına sabırla çalışıp çabalayarak, sakin ve uzun nefes planlamaları yaparak dile getirelim.  

Not: Yazıyı yazarken opera sanatçılarının ses yönetimi hakkında bilgiler için https://www.hurriyet.com.tr/opera-sanatcisi-yuksek-performansli-bir-sporcu-gibi-4822217 linkindeki yazıdan faydalandım. 

https://www.hertaraf.com/koseyazisi-sosyal-medya-nefes-opera-3560 

Esra Özer Duru, Ankara, 10 Mart 2023.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Taze Taze Hikâyeler

BEKLEME ODASI

Mart ayı ortalarıydı. Hava, okullardaki mevsim tablolarında her zaman bahara dahil edilmesine rağmen, yıllardır rolüne direnen bu aya yakışı...

Yeni Yazılardan Haberdar Olun

Kaçırmayın!