Siyonizm, “katledilen masum halk” rütbesini kimseyle paylaşmak istemediği için Nazi Almanyasında Yahudilerden başka insan topluluklarının da öldürüldüğünün konuşulmasını istemez. Halbuki Naziler; Yahudilerin yanında Romanları, Polonyalıları, çeşitli Slav halklarını, ırkı fark etmeksizin engellileri de ortadan kaldırmayı denedi. Siyonistlerin en önemli silahı olan Hollywood yapımı filmlerde, kamplarda ölen diğer halkların ismi bu nedenle neredeyse hiç geçmez. Yıllardır esaslı Siyonist bir eğitimden geçiyor olmasına rağmen dünya halklarının geldiği İsrail’in meşruiyetini ve zulümlerini sorgulayan nokta o yüzden takdire şayan.
Kıyamet filmleri (apokaliptik) denilen bir kategori vardır, meraklısı seyreder. Hollywood, bu filmlerde dünyanın bir felakete gidişini ya da bir felaketten nasıl toparlandığını anlatır. Bu filmler, komplo teorisyenleri için bolca malzeme içerir. Diğer yandan anlatılan hikâyede, izleyeni, mantıkla, gerçekle bağdaştığı için rahatsız eden yönler vardır. 2013 yılında Dünya Savaşı Z isimli bir film gösterime girdi. Senaryonun kaydettiği isabet filmin, Covid salgını sırasında bol bol haber olmasını sağladı. Film, laboratuvarda üretilen bir salgın hastalık virüsünün kontrolden çıkarak dünyaya yayılması ve cengâver bir grup insanın bununla mücadelesini anlatıyordu. Ekip, mücadelelerine destek ararken çeşitli ülkelere gidiyor ancak hiçbirinden umdukları yardımı alamıyordu. Duraklardan biri de İsrail’di. İsrailliler virüsün ülkelerine girmeyeceğinden çok eminlerdi çünkü ülkelerinin etrafı kalın ve yüksek duvarlarla çevriliydi. Zaten bu duvarları ileri görüşlülükleriyle (!) Filistinliler ve onlardan gelecek böyle tehlikelerden korunmak için örmüşlerdi. Burada senaryonun ironisi devreye girdi, beklenmeyen gerçekleşti, hastalıktan deliren İsrailliler, o duvarların içini birbirlerinin mezarına çevirdi.
Hz. İbrahim, oğlu İsmail, kurbanlıktan azat edildiğinde;
başka bir oğlunun soyundan gelen torunlarının, insan kardeşlerini kıyıma
uğratacağını hiç düşünmüş müdür? Kendilerine onun ve oğullarının adını ata adı
olarak seçen İbraniler/İsrailoğulları/Museviler/Yahudiler -bunların hepsi bir
peygambere dayanan isimlendirmeler- yazdıkları efsanevi öykülerden
devşirdiklerini sandıkları meşruiyetle, akraba bir kavmi yok edebilmeyi mi
hedefliyor? Torah’ta Hz. Adem’in oğullarından Kabil, Habil’i öldürdüğünde,
Tanrı’nın Kabil’e sorduğu “Kardeşine ne yaptın?” sorusundan kaçabileceklerini
mi düşünüyor? Kur’an-ı Kerim’de aynı kıssa anlatıldıktan sonra yapılan “İşte
bundan dolayı İsrailoğulları için şu hükmü koyduk: ‘Bir cana kıymanın veya
yeryüzünde bozgunculuk çıkarmanın cezası olmaksızın kim bir kimseyi öldürürse
sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir canı kurtarırsa sanki
bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.’ Şüphesiz peygamberlerimiz
onlara apaçık deliller, mucizeler getirdiler. Ne var ki, bütün bunlardan sonra
onların pek çoğu hâlâ yeryüzünde taşkınlık yapıp durmaktadırlar” ilahi
ikazından kurtulabileceklerini mi hayal ediyor?
Bu kadar kan, acı, gözyaşı üstüne bir şehir, bir ülke nasıl
kurulabilir?
Hangi dinin kutsal kitabı, peygamberi, böyle bir soykırımı
emredebilir ve meşru bulabilir?
Ölü bedenler üzerine bir medeniyet inşa edemezsiniz!
O kan sizi tutar!
Siyonistler, yıllardır kendilerine Nazi Almanyasında maruz
kaldıkları zulümleri istismar ederek sanal bir güçlülük dünyası inşa ettiler. “Yenilmez”,
“güçlü”, “Ortadoğu’nun tek demokrasisi”, “dünyanın mazlumu” gibi sıfatlarla
zalim, katliamcı, gayrimeşru, haysiyetten yoksun, canavar Siyonist işgallerinin
üstünü örtebileceklerini zannettiler. Ancak çok yanıldılar. Dünya halkları
uyandı. İsrail’in ne kadar düşebileceğini gördü. Tıpkı Dünya Savaşı Z
filmindeki gibi İsrail, kendisini, inşa ettiği o duvarlar arasında yok edecek.
Dünya halkları, İsrail’in kibirden aynasını paramparça edecek ve zafer mazlum
Gazzelilerin olacak!
BİSAN’IN SAÇLARI[1]
Çerçeve Hikâye, içinde başka öykü ya da öyküler barındıran iç
içe geçmiş hikâyelerdir. Anlatılan ilk hikâye ya da tüm hikâyelerin yanında
sürüp giden hikâye ana hikâyedir, dış çerçeveyi oluşturur. Bu teknik sayesinde
yazar okuyucusuna bir metinde birkaç hikâyeyi, mesajı birlikte ve kolayca
verebilir. Başka bir deyişle “öykü içinde öykü” veya “öyküler dizisi”
barındırır.
“Gülüşleri ve öpüşleri çalınmış çocuğun gidişler uğruna
uzattığı saçları için…”[2]
Bisan’ın kıvır kıvır çok güzel saçları vardı. Örmezdi
ama bazen başının üstünde bazen de kulaklarının arkasında topuzlar yapardı. Bisan’ın
kıvırcık saçlarından başka içleri gülen gözleri, cıvıl cıvıl bir gülüşü vardı. Bisan
Gazzeliydi[3].
1983’te babam yeni kurulmuş bir yayınevinin (Çekirdek Yayınları) bastığı “İslam Ülkelerinden Hikâyeler Dizisi[4]”nden üç kitap getirdi. Kitaplar geldiğinde okuma yazmam yoktu, çizimleriyle dost olduk. Yalçın Turgut’un çizdiği iri gözlü, kıvırcık saçlı, hüzünlü çocuklarla yarenlik ettik uzun süre. Onlara kafamda birer hikâye yazmıştım ama hikâyeleri başkaydı.
Filistin’de Bir Çocuk’un hüzünlü kahramanı 10 yaşında,
kıvırcık saçları iki örgülü Ayşe Sevra, bir mülteci kampında doğmuştu. Bütün
Filistinli çocuklar gibi büyük hayalleri vardı. Dalgın gözlerinde hep bir damla
yaşı olurdu. Gerçek bir olayın kahramanı 9 yaşındaki Mehtike Libyalıydı.
İki yandan ördüğü koyu renkli, kıvırcık saçlarını hoplata hoplata kuzularının
peşinden koşardı. Kısacık ömrü, kuzularını otlatırken ABD üssünden kalkan bir
helikopterden açılan ateşle bitiverdi. Küçük Tuba Büyük Yolda’da Tuba
ailesi ile birlikte karayoluyla hac yolcusu bir Türk kızıydı. Tabi ki kıvırcık,
iki yanından örgülü saçları vardı.
Bisan, Filistinli bir sosyal medya içerik üreticisi,
kendi hikâyesinin başrolünde. Dünya, Gazzeli kadınların acılarını,
ihtiyaçlarını onun objektifinden ve anlatımından öğreniyor. Bisan, birkaç
gün önce uzun ve kıvırcık saçlarını, İsrail’in Gazze’deki zulümlerinden biri
olan susuzluk nedeniyle kesmek zorunda kaldığını açıkladı. Paylaştığı
fotoğrafta, avucunda güzelim kıvırcık saçlarından kesilmiş bir tutam vardı.
Bisan’ın saçlarını görünce aklıma kendi çocukluğum
geldi. Biraz komik biraz talihsiz bir sebeple o güne kadar sımsıkı ördüğüm kıvırcık
saçlarımı kısacık kestirmek zorunda kalmıştık. Bazı arkadaşlarım o sırada
popüler olan bir köle dizisindeki çocuk köleden ilhamla bana isim takmıştı. Küçük
Sebastio özgürlüğü için mücadele ediyordu.
Yerli kadınları da saçlarını iki yanlarından örerlerdi. Gazzeli
kadınlarla kendi ülkelerinde dayanışan yerli kadınlar (sömürgecilerin
adlandırmasıyla Kızılderililer) örgülü saçlarıyla dans edip şarkı söylüyorlar.
Yani Bisan’ın saçları çerçeve hikâyemiz. Bizi, yeryüzünün özgür
kadınlarını, birbirimize bağlıyor. Ayşe Sevra’nın, Mehtike’nin, Tuba’nın,
Esra’nın, Mahsa’nın, Rachel’ın, Bisan’ın kıvırcık, düz,
uzun, kısa, sarı, siyah, örgülü, örtülü, örtüsüz saçları… Sevgili Bisan’ın
saçları; özgür Filistin’in özgür rüzgarlarında çok yakında uçuşur inşallah[5].
Esra Özer Duru, Ankara, 20.12.2023.
[1] Yazıyı
okurken dinleme önerisi: Savage Daughter https://youtu.be/tegev08KyHY?si=WlcSskV532iTffM0
[2] Bu
mısranın şairini hatırlayamadım ve internet taramalarında da bulamadım. Özür ve
saygıyla…
[3] Bisan,
Gazze’de ve şimdilik iyi. -di’li geçmiş zamanı, hikâye zamanı olduğu için
kullandım.
[4] Çekirdek
Yayınevi, 1982’de ORBAY Ortadoğu Basın Yayın A.Ş tarafından çocuklara İslam
coğrafyasında yaşananları anlatabilmek amacıyla kitaplar yayınlamak için kuruldu.
İdare Meclisi Başkanı Hasan Aksay’dı. Filistin’de Bir Çocuk ve Mehtike’nin
yazarı Abdurrahman Dilipak, çizeri ise Yalçın Turgut Balaban’dı. Balaban,
2021’de vefat etti. Hasan Aksay, (Aralık 2023 itibariyle) rahatsızlığı
nedeniyle hastanede tedavi görüyor. Küçük Tuba Büyük Yolda’nın yazarı Hasan
Fettahoğlu ile ilgili bilgi bulunamadı.
[5] https://www.hertaraf.com/koseyazisi-siyonist-israil-kendi-yarattigi-efsaneyi-yikarken-3981