07 Ocak 2025

SARIYA ÖVGÜ

Sıcak yaz akşamlarında bahçelerde, odalarda, zayıf ampullerde bir bir yanar

Yorgunca huzur…

Tüplü televizyonun ışığında, kanepede uyuklarken üstüne örtülür

Yumuşacık huzur…

Rengin sararmış kuzum der annen

Bitkince huzur…

Kokladığın zambaklardan burnuna değer

Muzipçe huzur…

Bir bahar günü okul sırasında umulmadık soğuk dondururken çoraplarını

Sırtına değer

Ilıkça huzur…

Çoktan terk edilmiş, çocuksuz kalmış parkta, yalnız bir yürüyüş hışırdar

Hüzünle huzur…

Güneşte unutulmuş takvim yapraklarında

Yaşlanır huzur…

Esra Özer Duru, Ankara, 16 Eylül 2022.

03 Ocak 2025

Cumaya Gittim Geleceğim V İYİLER DEĞİL, KÖTÜLER İSTİSNA OLSUN

Okulda Hukukun Temel Kavramları diye bir ders almıştık. Adı üstünde temel kavramların yanı sıra Türkiye’nin bugüne kadarki anayasalarının genel özelliklerini de işlemiştik. 82 Anayasası için “İstisnalar Anayasası” dendiğini orada öğrenmiştik. Herkes, istisnaları sayılana kadar her hakka sahipti. İstisnalar o kadar kapsamlıydı ki sonuçta hiç kimse temel hak ve özgürlüklerden yararlanamıyordu. Bu istisna bahsinin birinci yorumu.

Suriyeli kardeşlerimiz 14 yıllık savaşın ardından ülkelerine dönerken bize teşekkür ediyorlar. Hertaraf yazarlarının bulunduğu bir grupta, Suriyelilerin ülkemizde yaşadıkları acılar hatırlatılarak bu teşekkür mesajları onların güzelliklerine bağlanınca bir dostumuz, “Kötü insanlar var, biliyorum onların yaptıkları gündem oluyor. İyiliğin gürültüsü olmaz. Orana vurursanız eğer mukayese bile olmaz esasında” diyerek bir hatırlatma yaptı. Bu da istisna bahsinin iyiliğin, iyi standartların genel kural; kötülüğün, kötü standartların istisna olması gerektiğine dair bir bakışla ikinci yorumu.

Kamudan iki örnek: TBMM Mescidi ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Mescidi

Kadınların ibadetlerini herhangi bir zorluk çekmeden ya da bir fedakârlığa katlanmadan yapabildikleri iki örnekle cami gözlemlerimize devam ediyoruz. Bu haftaki örnekler için notlarını bizimle paylaşan Banu Ergül’e teşekkür ederiz. Birinci gözlem Cuma namazı değil de vakit namazlarında TBMM’nin giriş katının altında bulunan TBMM Mescidine dair. Ergül, mescide merdiveni kullanarak inmiş ancak TBMM’nin asansörlü bir bina olmasından hareketle mescit katına asansör olduğunu düşünüyor. Mescit ile aynı katta mescitten bağımsız ve giriş kapısı içerinin dışardan görülmesini engelleyecek şekilde tasarlanmış bir tuvalet bulunuyor. Abdest alma yeri 4 ya da 5 kişilik. Her abdest taburesinin yanına abdest alırken ayağa kalkmadan uzanabileceğiniz şekilde kâğıt havluluk ve çöp kutusu yerleştirilmiş. Böylece abdest alan kişi ayağa kalkıp seke seke havlu almaya gitmek ya da abdest almadan önce havlularını hazırlamak zorunda kalmıyor. Mescit girişinde yeterli sayıda ayakkabılık mevcut. Mescidin içi ferah ve temiz. Ses sistemi gayet iyi çalışıyor. Sonuç olarak TBMM Mescidi biraz ücra bir yerde olsa da abdestinizi ve namazınızı konforlu bir şekilde eda edebiliyorsunuz.     

Ergül’ün ikinci gözlemi, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının Eskişehir Yolundaki binasının mescidine ilişkin. Mescit, alışıldığı üzere otopark girişinde sadece kadınların kullanımına özel bir şekilde düzenlenmiş. Aynı katta TBMM Mescidinde olduğu gibi mescitten bağımsız bir tuvalet bulunuyor. İçinde abdesthanesi bulunan mescidin girişi gayet ferah ve korunaklı. Mescit girişinde bir ayakkabılığın ve askılığın bulunduğu antre yer alıyor. Bu antreden abdesthaneye ve mescide geçiş imkânı sağlanmış. Abdesthane oldukça geniş, ortada bir oturma alanı var. Sıcak su mevcut. Sık aralıklarla ayna ve kâğıt havlu takılmış. İsterseniz kullanmanız için plastik terlikler de bırakılmış. Namaz kılma alanı gayet ferah, temiz ve sıcak. Cemaatin en kalabalık olduğu Cuma vakitleri dahil hiçbir zaman erkeklerin kullanımına tahsis edilmesi gerekmiyor. Ses sistemi oldukça iyi. İmam ve müezzinin kıraati, hutbeler gayet net anlaşılabiliyor. Mescit, mesai çıkışlarında annelerinin yanına gelen çocukların sesleriyle şenleniyor.

Demek ki mümkün

Bu haftaki örneklerin ikisi de kamuya ait mescitlerden. Bunlara bakıldığında kadınların herhangi bir sorun yaşamayacağı mescit ve camiler tasarlamanın mümkün olduğunu açıkça görüyoruz. En baştaki istisna bahsine dönecek olursak kadınların ibadet edebilmek için fedakârlıklar yapmak zorunda kaldığı camiler, mescitler, tüm camiler içinde istisna olmalıydı ki mazur görülebilsin. Şimdiki tabloda iyi örnekler istisna gibi duruyor.

Sizden gelecek yeni cami notlarını Hertaraf’ın bilgi@hertaraf.com adresine beklemeye devam ediyoruz. (Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm, Ankara Müftülüğü @ankaramuftulugu, Çankaya Müftülüğü @cankayamuftulugu.) 

https://www.hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-cumaya-gittim-gelecegim-v-iyiler-degil-kotuler-istisna-olsun-4416

Esra Özer Duru, Ankara, 2 Ocak 2024.

27 Aralık 2024

Cumaya Gittim Geleceğim IV KADINLARIN CUMASI ÜZERİNDEN SOSYAL KİMLİK TEORİSİ

Birkaç yıl önce Ulus’ta Denizciler Caddesinin kenarındaki ahşap bir caminin kadınlar mahfilinde tam namaza durmaya hazırlanırken yerdeki etek ve başörtüsü yığını harekete geçti. Orada uyuyan ve bilmeden uyandırdığımız bir erkek aniden yattığı yerden kalkıp bizi epey korkuttu. Bu olayı geçen hafta sosyal medyada karşılaştığım çirkin bir video yüzünden hatırladım. Aslında şimdi yazacaklarımı yazmayı daha önce düşünmüş ve eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmekten imtina ettiğim için vazgeçmiştim. Belli ki yazmak gerekmiş. Çünkü bahsettiğim videoda, bir caminin kadınlar kısmının ayakkabılığında çekildiği iddia edilen edep dışı, çirkin bazı görüntüler var. Detay vermeyeceğim ama görüntüler, camilerin kadınlar mahfili girişlerinin tehlikeye ne kadar açık olduğunu gösteriyor.

Camilerin ana girişleri genellikle ihtişamlı, çift kanatlı kapılarla inşa edilirken kadınlar kısmının girişi caminin arkasında, bahçesinde, kuytularda, karanlıklarda, gözden ırakta oluyor. Caminin ta planlamasından itibaren söz konusu olan bu en nazik deyimiyle “ihmal” göz yaşartıcı değil göz karartıcı! Kadınların camiye gelmesi genel olarak neden bu kadar rahatsız edici bulunuyor bilemiyorum. Sanki “gözümüzden ne kadar ırak olurlarsa o kadar iyi!” deniyormuş gibi. Daha önceki bir yazıda (https://hertaraf.com/koseyazisi-cuma-ya-gittim-gelecegim-ii-siz-iyiligimizi-istiyorsunuz-ama-sanirim-biz-vermeyecegiz-4393) korumacı cinsiyetçilik (Benevolent Sexism) diye bir kavramdan bahsetmiştim. Doğrusu kadınlar kısmı girişlerine bakınca insan bir korumacılık göremiyor. Zaten böyle korumayı da kimse istemiyor. Günlük hayatın her alanında var olmaya çalışan, varlığı bir ölçüde kabul edilen kadınlar, camide neden bu kadar istenmiyor?

Sosyal Kimlik Teorisi nedir?

Bu soru üstüne kafa yorunca karşımıza sosyolojideki “sosyal kimlik teorisi” çıkıyor. Teori kabaca birbirleriyle ortak özellikleri olduğunu düşünen bir grubun, kendilerini diğer gruplardan farklı, başarılı, değerli vs. addederek diğerlerine uyguladıkları ayrımcı davranışları açıklamakta kullanılıyor. Toplumda genellikle yabancılara yönelik önyargılı davranışları tanımlayıcı bir teori. Kendilerini belli bir gruba ait addeden bireyler; kaydettiklerini düşündükleri başarıda, sahip olduklarını sandıkları ayrıcalıkta, kendilerinin diye kodladıkları mekânda başka ortaklar istemiyor. Cumanın bir erkek namazı, caminin bir erkek mekânı olduğu yönündeki bu teoriyle açıklanabilecek toplumsal algı; kadınlara camilerde istenmediklerini ve güvende olmadıklarını hissettiriyor. Malumun ilamı gibi olacak ama tekrar etmekte fayda var: Camiler, cami derneğine bağış yaptığı için camiyi sahiplenen insanların dışında, camiye gelmek isteyen herkesin gelebildiği, ibadet edebildiği, zaman geçirebildiği, en önemlisi kendini güvende ve ait hissedebildiği mekânlar olmalı. Tabi ki bütün camilere güvenlik görevlisi dikmek, kameraları sürekli izleyip anında müdahale etmek mümkün değil ancak cemaat birbirine göz kulak olursa kadın cemaatin güvenliği büyük ölçüde zaten sağlanır.

Bu haftaki Cuma namazı cami değerlendirmemiz Ankara Gölbaşı Şafak Mahallesi Camii:

Cami, Konya Yolunun kenarında ve ana cadde üstünde olduğu için erkekler kısmı yoğundur diye tahmin ediliyor. Tahmin çünkü kapısından bakmak bile mümkün olmadığı için konuya dair bir bilgi toplanamıyor. Caminin altında çok basamaklı bir merdivenle inilebilen paralı tuvaletler mevcut. Caminin ana girişinde kadınlar kısmını işaret eden bir ok, tabela vs mevcut değil, o nedenle kadınlar kısmını işaretçi amcaların yardımseverliği sayesinde buluyorsunuz. Az ama yine merdivenle çıkılan kadınlar kısmı, camiden tamamen ayrı bir bölüm olarak yapılmış yani aslında kadınlar namazı camide kılamıyorlar. Kadınlar için düzenlenen oda iki kısımdan oluşuyor, sokaktan girilen ilk kısmın kapısında bu bölümün sabah ve yatsı namazlarında açık olduğuna dair bir bilgi var. Burası ayakkabılıkların bulunduğu ve dört beş kişinin rahatça namaz kılabileceği bir oda. Buradan kadınlar kısmı olarak düşünülmüş ikinci bir odaya geçiyorsunuz ki on kişinin rahatlıkla namaz kılabileceği geniş, temiz, aydınlık ve sıcak bir alan. Ses sistemi iyi çalışıyor, hutbe anlaşılıyor. Ancak caminin içi, minber, mihrap, kubbe vs. görünmüyor. Dolayısıyla erkek cemaatle asla muhatap olunmuyor. Elektrik süpürgesi, halı parçası gibi aksesuarlar yok. Namazını oturarak kılmak zorunda kalanlar için tek bir tabure bulunuyor. Cami değerlendirmelerimizde baktığımız kriterler arasında güvende olma hali zaten vardı ama son gelişmeler ışığında bu konuyu daha çok vurgulamak icap ediyor belli ki. Dolayısıyla kadın cemaate “küçük sürprizler” (!) hazırlanmak istenirse gayet elverişli bir mekân.

Sizden gelecek yeni cami notlarını Hertaraf’ın bilgi@hertaraf.com adresine beklemeye devam ediyoruz. (Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm, Ankara Müftülüğü @ankaramuftulugu, @golbasimuftulugu.)    

https://hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-kadinlarin-cumasi-uzerinden-sosyal-kimlik-teorisi-4407

Esra Özer Duru, Ankara, 26 Aralık 2024. 

21 Aralık 2024

Cumaya Gittim Geleceğim III SELAMÜN ALEYKÜM CUMA, BİZ GELDİK

Toplum olarak gelişmiş bir “katlanma” kültürümüz var. Sonunda güzel bir şeye sahip olunacaksa mutlaka sıkıntılara, acılara katlanıp bu güzel şeyin bedelini peşin peşin ödememiz gerektiğine inanırız. Herhalde bu kültürden kaynaklanan bir anlayışla namaz kılmak isteyen bireylerin önce sıkıntılara, pisliğe tahammül etmeyi öğrenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Hele de bu birey kadınsa… Bunca yıllık cami, mescit, abdesthane, tuvalet tecrübesi bu fikri doğruluyor. Namaz, Yüce Allah’ın inananlara farz kıldığı ibadetlerden biri ve günde beş vakit, işlerin en yoğun, uykunun en tatlı, insanın en aç… olduğu zamanlarda kılınması gerekiyor ve bu yönüyle zaten kişisel bir disiplin meselesi. Her ne kadar Rabbimiz, namazın insanlar tarafından zorlaştırıldığı için zor kılınanına daha çok ecir vereceğine dair bir vaatte bulunmadıysa da toplumumuz bunun böyle olduğunu düşünüyor galiba. Sanki namaz kılan insan bunu kolay yaparsa namazın ecri azalıyor. Kadınların da herhangi bir ecre ulaşmak için erkeklerden daha ağır bedel ödemesi gerektiğine dair bir inanış olsa gerek ki kadınlar namazı evleri dışında herkesten daha zor koşullarda kılıyor.

Üniversite öğrencilik zamanlarımızda, okulda mescit, abdesthane olmadığından evden abdestli çıkar o abdesti eve dönünceye ya da abdest almaya uygun bir yer buluncaya kadar muhafaza ederdik. Arkadaşlarımızla çay, kahve içmekten kaçındığımız çok olurdu. İçinde abdesthanesi ve mescidi olan fakülte binası bizim için hayal gibiydi. Dekanlığa yaptığımız talep ise reddedilmişti. Kısa ders aralarında namaza giden birkaç kişiyle diğer fakülte binasına gider orada namaz kılmaya çalışırdık. Kısa bir süre sonra başka fakülteden geldiğimiz için zorluk çıkartıldı, o mescidi de kullanamaz olduk. Bu sıralarda bir ahbabımızın yakında oturduğunu öğrenince onlardan rica ettim ve uzun bir zaman namazlarımı onların evinde kıldım. Hala duayla anıyorum onları. Namaz kılmak hiç kimse için bu kadar zor olmamalıydı.

Ankara’daki birçok Avm’de mescide gidebilmek için -3. kata falan inmeniz, Avm’den tamamen dışarıda, otoparkın içindeki mescidi bulmanız ve deyim yerindeyse çoğu zaman in cinin top oynadığı bir alandan geçerek namazınızı kılmanız gerekiyor. Mesela Taurus’un mescidine böyle ulaşılıyor maalesef. Mescit tertemiz, hemen karşısında tuvalet ve abdest alma yeri bulunuyor ama vakit namazlardan biri yaklaşmıyorsa oldukça boş ve korkutucu oluyor. Panora’da üçüncü katta bulunan mescit için böyle bir korku ve endişe taşımıyorsunuz çünkü medeniyete yakın bir yerde namazınızı eda edebiliyorsunuz. Birkaç yıl önce Cepa’nın mescidine gittiğimizde abdest alma yerinin giderden taşan suyla dolu olduğunu görmüştük. Yine buraya erişim de Avm’nin en alt otopark katından sağlanıyordu. Ankamall’da mescide ayrı bir asansörle ya da ayrı bir merdivenden gidiliyor. Asansör doluysa birkaç kat merdiven çıkmak ya da inmek gerekiyor.  

Eskişehir Yolundaki Medicana Hastanesinin mescidi de Avm mescitleri gibi -3’te bulunuyor. Mescitle aynı katta tuvalet olmadığını bilmeden indiyseniz bir katı geri çıkıp tuvalete öyle gidebiliyorsunuz. Hazır tuvalete girmişken orada abdest alamazsınız tabi ki. Sizi abdest alırken görenler ne yaptığınızı anlayamadıkları için tuvaletten çığlık çığlığa kaçabilir. Zaten siz de tuvalette abdest almaktan rahatsız olabilirsiniz. O nedenle aşağı inip mescidin girişinde bulunan tek kişilik abdest alma yerini kullanmalısınız. Mescit oldukça küçük, kapısı dışa doğru açılıyor ve bu açılım tek kişilik abdest alma yerinin koridordan geçenler tarafından görülmesine neden oluyor. Üstelik mescidin karşısında (büyük ihtimalle iyi niyetle yerleştirilmiş ancak) mahremiyeti tehlikeye düşüren banklar mevcut. Namaz vakitlerinin ilk ya da son anlarında denk gelinirse yer bulmak için beklemek gerekebiliyor. Namaz sırasında kalabalık olması ve mekânın darlığı nedeniyle sıcak ve boğucu bir ortam oluşuyor. Ama madem namaz kılıyorsunuz o zaman fedakârlığa katlanmak gerekir değil mi? Yani abartmayın, bir süre nefes almasanız ne olur?

Halbuki insan kendisini evinde hissetmeliydi: Ankara Gölbaşı Merkez Camii

Bu haftaki Cuma namazında cami değerlendirmemiz Ebru Uludağ’dan geldi. Uludağ’ın aktardığına göre, kadınlar, Cuma namazına, caminin içine hiç girmeden dışarıya eklenen bir baraka/müştemilattan katılıyor. Dolayısıyla minber, mihrap, kubbeyi falan boş verin cami hiç görünmüyor. Kadınlardan oluşan Cuma cemaati en az on kişi olmasına rağmen şartlar çok zorlayıcı. Bu bölümlerin ayrılmaz dekoru halı parçaları tabi ki bu küçücük bölmede bile kendilerini özletmeyerek bir köşede yığılı duruyor. Yerdeki halı insana kirli olduğu hissini veriyor, üzeri ipliklerle, kırıntılarla vs. kaplı. Mekân oldukça soğuk, kalorifer peteği yanmıyor, namaz kılınırken montla dahi üşünüyor. Neyse ki hoparlör sistemi iyi, hutbe rahatlıkla duyuluyor ve anlaşılıyor. Ayakkabılık yeterli, tabure mevcut. Caminin tuvalet ve abdesthanesi ise camiden bağımsız bahçedeki bir evin alt katında ve ücretli. Bizimle cami notlarını paylaşan Ebru hanım, camideki en büyük eksikliğin “insanın kendisini camide hissedememesi” olduğunu ifade ediyor.

(Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm, Ankara Müftülüğü @ankaramuftulugu, @golbasimuftulugu.) Yeni cami notlarınızı Hertaraf’ın bilgi@hertaraf.com adresine bekliyoruz.   

https://www.hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-selamun-aleykum-cuma-biz-geldik-4401  

Esra Özer Duru, Ankara, 19 Aralık 2024.   

13 Aralık 2024

Cuma’ya Gittim Geleceğim II SİZ “İYİLİĞİMİZİ” İSTİYORSUNUZ AMA SANIRIM BİZ VERMEYECEĞİZ!

Kadınların uğradıkları ayrımcılıklar arasında insana en ilginç gelen korumacı cinsiyetçilik olarak Türkçeye çevrilen Benevolent Sexism. Korumacı cinsiyetçilik; genellikle kadınların bir şeyi beceremeyeceği, gücünün yetmeyeceği, üstesinden gelemeyeceği, sakar, unutkan, zor anlayan, korunmaya muhtaç, kendi iyiliği için yapılması gereken şeyleri anlayıp düşünemeyen bir varlık olduğu gibi kadını küçümseyen inançlardan yola çıkarak yapılan ayrımcılıklara deniyor. Nedense bu kadın imajı film, dizi sektörü başta olmak üzere birçok kesim tarafından “sevimli” bulunuyor, yeniden yeniden üretiliyor.

Ünlü bir kadın oyuncu katıldığı bir ödül töreninde, kadın oyunculara yazılan “Şimdi ne yapacağız?” repliğinin neredeyse bütün filmlerde tekrarlandığını belirterek bunu eleştirdi. Bu durum azımsanacak gibi değil ve insana kadınların camide yaşadığı zorlukları hatırlatıyor. Nasıl mı? Mesela kıyafetlerinin düğmelerini kendilerinin ilikleyebileceği yönün tersine dikerseniz kadınlar üstlerini giyerken yardım almak zorunda kalır. Ya da kadın kıyafetlerine cep dikmezseniz, küçücük veya dev tek gözlü çantalar üretirseniz elindeki anahtarı, cep telefonunu, mendili, çocuğun emziğini nereye koyacağını bilemeyen kadın illa ki bir şeyleri düşürür, çantanın içinde kaybedebilir ya da çantaya sığdıramayabilir. Siz de bu “tatlı şey”in “iyiliğini” düşünerek üstelik ayrımcı, yasakçı görünmek tehlikesini de kıvrak bir manevrayla savuşturup ona evden çıkmamasını, şuraya buraya gitmemesini ya da cemaatle yapılması farz olan bir namazı evde kılmasını tavsiye edebilirsiniz. “Korkuyorsan, zorlanıyorsan, abdest alamıyorsan, erkek cemaat garip davranıyorsa, namazını da geçirmek istemiyorsan evinde kıl.” Böylece bir sürü pürüz kendiliğinden hallolur. Kadın da “ne kadar sevildiğini, önemsendiğini” falan hisseder. Ama bilin bakalım kim “iyilik”ten anlamıyordur? Yeni cami incelememiz işte burada devreye giriyor.

Ankara Gölbaşı Karşıyaka Güzelyalı Camii

En sık ve severek gittiğimiz cami. Hatları, süslemeleri pek güzel, zarif. Kadınlar mahfiline caminin arkasından açılmış bir girişten doğrudan kadınlar kısmına çıkılan bir merdivenle giriliyor. Camide asansör bulunmuyor. Girişte yeterli sayıda ayakkabılık mevcut ama teravih namazlarında büyük ihtimalle yetmiyordur. Ayakkabıların konduğu alanda, kadınlar kısmının değişmez dekoru halı parçaları merdiven altındaki geleneksel yerini almış. Merdivenler geniş ve aydınlık, duvarda tutunarak çıkılabilmesi için trabzan mevcut. Üst kat geniş, ferah, aydınlık. Mekân alt kattan, üst katın yarım kat yapılması marifetiyle ayrıldığı için kubbe, minber ve mihrap rahatlıkla görünüyor.

Bir süredir kadınlar mahfilini ortadan ikiye bölecek şekilde paravanlar konmuş bu bölümün bir kısmı da erkeklere tahsis edilmişti. Namaza gittiğimiz ilk zamanlarda namazlarının kabul olmayacağı endişesiyle biraz geri çekilmemiz için yukarı haber gönderen erkekler, ne değiştiyse, yaz boyu paravanla ayrılmış da olsa bizimle aynı safta namaz kıldı. Geçen hafta paravanlarımız kaldırıldı, bize de nereye götürüldüklerine dair herhangi bir not bırakılmadı.😊

Üst katta hiç pencere açılmadığı ve klimanın üstünde kocaman harflerle DOKUNMAYIN yazdığından yazın 40 derecenin üstünde sıcakta, kışın üst katı bir vakit için ısıtmak gerçekten büyük israf olacağı için soğukta namaz kılınıyor. Geçmiş yıllarda cemaat az olduğunda kullanılan pvc ile yapılmış odada kadınların Cuma kılmasına imkân tanınmıştı. Kovid salgını sırasında bu ilerlemelerin hepsi yok oldu. Sağlık sıkıntıları olduğu halde merdiveni çıkabilen ama oturarak namaz kılmak zorunda olanlar için üst katta uzun zamandır hiç tabure yoktu. Annem hutbeyi yan duvara dayalı duran inşaat kalaslarının çakılması suretiyle yapılmış bankta dinliyordu. Bu hafta kırık da olsa bir taburemiz oldu.

Ses sisteminde, basların artıp tizlerin yok olması ve söylenenlerin bir homurtuya dönüşmesine sebep olan sorun nedeniyle hutbe anlaşılmıyor. İmam, müezzin ya da erkek cemaatin, kadın cemaate nasıl davrandığına dair bir gözlem yapmaya yetecek karşılaşma yaşanmıyor. Erkekler için bir tuvalet bir de bahçede şadırvan var. Kadınlar tuvaleti işareti, tuvaletin caminin altındaki Kur’an kursunun içinde yer aldığını gösteriyor. Ancak kursun kapısı kapalı, zile bastığımız halde açan olmadığı için camide hali hazırda işlevsel bir kadınlar tuvaleti ve abdest alma alanı bulunmuyor. (Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm, Ankara Müftülüğü @ankaramuftulugu, @golbasimuftulugu.) İlki elimize ulaşan yeni cami notlarınızı Hertaraf’ın bilgi@hertaraf.com adresine bekliyoruz.    

https://hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-cuma-ya-gittim-gelecegim-2-siz-iyiligimizi-istiyorsunuz-ama-sanirim-biz-vermeyecegiz-4393

Esra Özer Duru, Ankara, 12 Aralık 2024.

10 Aralık 2024

TAŞLI TARLA

Ankara’dan görevlendirilen Kültür Bakanlığına bağlı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu yetkilisi resmi arabanın camından hızla geçip gittikleri tarlalara bakıyordu. Sabahın erken saatinde çıktıkları yolda arabaya önden vuran güneşin de etkisiyle mayışmıştı. Görevli şoförle yaptıkları günlük hoşbeş çabuk bitmiş, yeni açılan Niğde Otobanı’nın düzgün asfaltının sağladığı sarsıntısız yolculuk ninni etkisi yapmıştı. Şoförün Tuz Gölü’nün yakınından geçtikleri uyarısıyla teslim olmak üzere olduğu tatlı uykunun kollarından sıyrıldı. Emniyet kemerini eliyle esnetip yeniden bırakırken oturduğu yerde doğruldu. Pantolonunun ütüsü bir miktar bozulmuştu. Kılık kıyafet konusunda birtakım zorunluluklar esnetilmiş olmasına rağmen o eskisi gibi devam ediyordu. Şu araba yolculuğu için spor bir kıyafet giyip rahat edeceğine lacivert takım elbisesini giymiş ayakkabı olarak da pırıl pırıl deri, kösele tabanlı ayakkabılarını seçmişti. Birkaç ayakkabıyı arazilerin çamurlarına sapladıktan, birkaç pantolonu dikenlere feda ettikten sonra öğrendiği üzere yanına bir çift çizme almıştı. Çizmeleri bagajdan çıkarıp ayağına giyerken çevredekilerin “Maşallah pek tedbirlisiniz” yollu cümlelerini duymak hoşuna giderdi.   

Tuz Gölü’nün etkisiyle toprak kireç gibi beyaz, haliyle çoraktı. Göl havzasının kirlilik ve yanlış sulama yüzünden sürekli küçüldüğünü, zarar gördüğünü hem görev icabı hem de haberlerden bildiği için yoldan gölü görmeyi beklemedi. Aslında bozkır manzarasının tuz eklenmiş haliydi. Şoför, göl manzarasını izlemek için kurulmuş gibi duran mola istasyonuna sakin bir manevrayla girdi. Hiç itirazsız hatta mutlulukla arabadan inip serin sabah havasını içine çekti. İhtiyaç gidermek üzere benzin istasyonuna yönelen şoför biraz sonra çift kâğıt bardağa koyduğu nasılsa her zaman aşırı kaynar olduğu için hem ağzı hem de eli yakan iki çayla döndü. Arabadan yeni inmelerine rağmen sabah serinliğinde üşüyen elleriyle bardakları kavramakta bir sakınca görmediler. Otobandan hızla geçen araçların vınlamaları dışında pek ses yoktu. Ara ara bozkır kuşlarından birkaçı küçük bir konser bahşediyor, bazıları da keskin bir ötüşle konserin ortasından geçiyordu. Çay bitince yeniden yola çıktılar.

Tuz Gölü’nün tuzladığı toprakları geride bırakınca tarla renkleri çeşitlenmeye başladı. Tarlalar, aynı çocukken çizdikleri resimlere benzer kadastrolanmış, tuhaf geometrik şekiller halinde sıralanıyordu. Sonbahar olduğu için çoğunda ekin yoktu. Kimi taşsız, kimi de sanki bir yanardağ hapşırmış da her tarafa saçılmış gibi taş doluydu. Bazısı anızı yakıldığı için siyah, bazısı daha sürülmediği için otlu çöplü saman sarısı, bazısı da sürüldüğü için ince çekilmiş kahve gibi koyu kahverengiydi. Yan yana iki tarlanın renklerinin bu kadar farklı olması ne tuhaftı. Sanki renkleri sınırlar belirlemiş gibiydi. Halbuki insan toprak cinsinin aynı olmasını bekliyordu. Neyse bu çiftçilik işlerinden çok anlamazdı. Toprakla neredeyse tek temasları böyle bir müracaat ya da şikâyet için bakanlıktan çıktıkları zamanlarda oluyordu.

Otobanın Mucur çıkışına az kalmıştı. Şikâyete konu tarla çıkıştan çok uzakta değildi. Bunun gibi her görevde gerilir, öfkelenirdi. İnsanların cahilliğini anlamak çok zordu. Kendisini öfkeyle doldurmamaya karar verdi. Neticede devletin bir görevlisi olarak orada bulunacak, kasıt var mı, tahribat ne boyutta rapor edecekti. Bond çantasını dizinin üstüne aldı, açtı. Bakanlığa gelen ihbar mektubunu, koyduğu poşet dosyadan çıkarmadan yeniden okudu. Mektupta, söz konusu arazinin yüzlerce yıllık bir mezar alanı hatta kraliyet ailesinin gömüldüğü bir mezar alanı olduğu ancak tahrip edildiği iddia ediliyordu. Gidecek, arazide fotoğraf çekecek, tespit yapacaktı. Doldurması gereken evrağı hazırlayıp en üste koydu. Çantasını şöyle bir düzeltti. Kapaktaki küçük cepten çıkardığı tarakla saçlarını taradı. Araba yolculuğunun mahmurluğunu üstünden atmaya çalıştı. İşlerini hızlıca hallederlerse saat on olmadan bir köy kahvaltısı yaparlar, Kaymakamlığa uğrayıp gerekli yerlere bilgi verir, dönüş yoluna çıkarlardı.

Sağa doğru tatlı bir kıvrımla otobandan ayrılıp Mucur sapağına yöneldiler. Beş dakika sonra şikâyete konu tarlanın bulunduğu yolun kenarında arabayı park edecek bir cep arıyorlardı. Şoför güvenli bir yerde durunca arabadan inip çizmelerini giymek için bagaja yöneldi. Artık hazırdı. Takım elbisenin altında bir tuhaf duran çizmelerinden başını kaldırdığında gördüğü manzara muhteşemdi. Fırından yeni çıkmış bir ekmek gibi koyu kahverengi uzun çizgiler halinde sürülmüş topraktan buhar tütüyordu. Toprak, saksı toprağı gibi yumuşak ve verimli görünüyordu. Güneş ışığının vurduğu noktalarda tozlar dans ediyor, küçüklü büyüklü sinekler uçuyordu. Ankaralıların iyi bildiği yüksek çözünürlüklü görüntü veren ayaz keskinliği değil de manzarayı bir miktar yumuşatan sis hissediliyordu.  

Tarlanın sahibinin geleceklerinden haberi vardı, aydınlık bir yüzle onları bekliyordu. Başında kasketi, üstünde sabah soğuğuna rağmen yıllardır Kırşehir’de bir işi olduğunda ya da düğünlerde, bayramlarda giydiği, dirseklerinin, omuzlarının rengi solmuş ve yıpranmış, tombul göbeğin üstünde iliklenmekten iliği esnemiş, iri düğmeli, beyaz çizgili yalınkat kahverengi ceketi vardı. Ayağına bayramlık ayakkabılarını giydiğine pişman, yumuşak toprağa saplanmadan yürüyebilmek için evlek aralarına basarak koşturdu. Yüzünde misafirperver ama kabahatli yakalanmış birinin mahcup gülümsemesi vardı. “Buyrun beyim, hoş geldiniz, önce eve geleydiniz bi sofra kuraydık, sabah sabah zahmet ettiniz buralara” dedi soluk soluğa. Bakanlık yetkilisi, bu karşılamanın altında ezilmemek için göz temasından kaçınarak sadece “hoş bulduk” diyebildi.

Tarlanın ortasında dört küme halinde duran taş yığınlarını gördü. O da çiftçi gibi keseklere basarak buraya gelme sebepleri olan yığınlardan birine doğru yürüdü. “Olan olmuş” diye düşünerek masa gibi duran bir taşın üstüne çantasını koydu. Yığınları gözden geçirirken hepsinin etrafında şöyle bir döndü, taşların yüzeylerine dik dik baktı. Cep telefonuyla önce genel olarak yığınların sonra da tek tek taşların fotoğraflarını çekerken, “Tarlanın sahibi siz misiniz?” diye sordu. “Benim” diye kekeledi çiftçi, aynı anda genişlemiş ilikten kurtulan ceketini yeniden iliklemeye çalışıyordu. “Bana babamdan kaldı, ona da babasından kalmış. Köyde Taşlı Tarla derlerdi buraya. Başka malımız yoktu. Burası verimli değil diye askerden döndükten sonra kimse bana kız vermek istemedi, ağız birliği etmişler gibi civar köylerden de kimseyle evlenemedim. Sonra baktım olmuyor ahdettim, ben bu tarlanın taşını ayıklarım dedim, başladım çalışmaya. Tarlaya taş ekilmiş gibiydi, tarlayı sürerken sabanlar kırılırdı. Yıllarca yaz demedim kış demedim, gece demedim gündüz demedim çalıştım. Tarlanın taşlarını böyle dört büyük yığın halinde toparladım. Gücüm anca buna yetti. Taşları tarladan çıkaramadım.” Çiftçi konuşurken bir an yetkilinin göz devirdiğini sandı, yanlışa yordu, hikâyesini anlatmaya devam etti. “Tarlayı temizlemeye başlayınca toprak taşların altından böyle kahverengi, yumuşacık çıkıverdi. Bu arada yaptığım iş sağda solda duyuldu. ‘Bu adam ince işten, sabırdan anlıyor, kızımıza güzel davranır’ diye düşünmüşler, istediğimiz kızlardan birini verdiler. Allah’ın emri Peygamberin kavliyle evlendik. Tarla emeğimi boşa çıkarmadı, yurt yuva sahibi olduk. O zamandan beri hanımla eker, dikeriz, neredeyse otuz yıl oldu. Herkes de bilir bizim tarlanın hikâyesini. Şimdi kim, niye şikâyet etti, anlamadım beyim!” dedi.

Yetkili, adamın anlattıklarını dinledi. Çantasının kapağını açarak içinden evrakları çıkardı. Kapaktaki gözden artık pek kimsenin kullanmadığı ama kendisinin ısrarla senelerdir taşıdığı dolma kalemini aldı. Çantanın üstüne koyduğu formlarda birkaç yeri doldurup işaretledi. Noktalı boşluğa anlatılan hikâyeyi kendince özetleyerek not etti. Sonra ellerini önünde kavuşturmuş işini bitirmesini bekleyen, abisi yaşındaki güneş yanığı tenli adama dönüp “Amca” dedi. Der demez pişman oldu düzelterek, “Beyefendi, şimdi şöyle; sizin bu tarla vakti zamanında burada hüküm sürmüş medeniyetlerden birinin mezar alanıymış. Hatta kral mezarıymış. Sizin bu topladığınız taşlar da mezarların taşları işte. Anlayacağınız size gönderilen yazıda da bildirdiğimiz gibi tarihi eser. Yani biraz önce kendiniz itiraf ettiniz ya arkeolojik alanda tahribat yapmışsınız, senelerdir de ekip dikmeye devam etmişsiniz.” Çiftçinin yüzü değişti. “İtiraf” kelimesini sevmemişti. Zaten bir şeyi inkâr ettiği yoktu ki. Bu işin altından nasıl çıkacaklarını bilmiyordu, yetkili sözüne devam etsin diye bir şey söylemedi.

Kültür Bakanlığı yetkilisi, çiftçinin manasız bakışlarını görünce onun söylediklerini anlamadığını düşünüp ses tonunu yükselterek devam etti. “Kime sordunuz da topladınız taşları? Böyle şey mi olur? Bölgenin yanı başı Kapadokya. Hiç mi aklınıza gelmedi bu taşların bir anlamı vardır, boşa konmamıştır buraya! Bir kemik bir şey de gelmedi mi elinize? Herkes her önüne gelen taşı alsın bir kenara atsın, arkadaş bu memleket tabi gelişmez, insanlar tarihin, coğrafyanın kıymetini mi biliyor? Tutturmuşlar bir coğrafya kaderdir! Tabi kader olur, öğrenmezsen, çalışmazsan…” Arabada verdiği kararı unutmuş, hiçbir itiraz gelmediği halde kendi kendine yükselip nutuk çekmeye başlamıştı. Çiftçinin bakışları manasızlıktan şaşkınlığa dönmüştü. Sanki beti benzi de soluyor gibiydi. Biraz ötede gezinip duran şoför kavga çıkıp çıkmadığını kontrol etmek için yaklaşmıştı. Kültür Bakanlığı yetkilisi soluklanmak için durunca, çiftçi ağzını açacak oldu. Yetkili, itiraza pabuç bırakmadı, “Bu araziye el konacak” dedi. “Ankara’dan gelip bakacaklar, kurtarılacak ya da kurtarılmaya değecek bir şey varsa arkeolojik kazı alanı ilan edilecek. Dua edin de bir şeyler kalmış olsun”.        

Derin bir iç çeken çiftçi, tarlasına hem de temizlemek için bu kadar uğraştığı tarlasına el konulacağını duyduğu halde gülümsedi. Yetkili, “Niye sırıtıyor acaba?” diye düşünerek dişlerini sıktı. “Beyim” dedi çiftçi, “Sen bize kızdın ama dedem de babam da ben de okul falan okumadık. Bu taşlar bizim gözümüzde yanlış yerdeydi. Onlar, tarlayı taşıyla ekmeye çalıştılar ben uğraştım didindim temizledim. Onlara da çok kızdım. Bunca yıl birer taş alıp kenara atsalar ben daha az çalışırdım dedim. Şu bana gönderdiğin yazıda yazmışsın. Benim yaptığım suçmuş, onların yaptığı doğruymuş.” Yetkili buraya gelirken çiftçiyle kavga edeceklerine hatta bu işin polislik, mahkemelik olacağına adı gibi emindi. Yanlış anlamıyorsa adam, kuşaklardır ailesinin malı olan tarladan vazgeçmeye dünden razıydı. “Sen konuşurken nasıl çıkacağız bu işin içinden diye düşündüm. Tarlaya el konmasını hak etmişiz beyim. Meğer yıllardır yatır üstünü tarla tutmuşuz. Yatırın ekmeği elbet bir yerden çıkacaktı. Benim babam başkasının malına çökenlere çok kızardı. Emeğim de bugüne kadar yediğimiz ekmeğin bedeli olur inşallah. Gerçi kimse bize demedi bunlar yatır, toplamayın taşları diye. Neyse artık olan olmuş! Hanım telefona mesaj göndermiş, sofra hazırmış, hadi bize gidelim, bu işin gereğini sıcacık tarhana çorbamızı içerken konuşalım” diye bitirdi cümlesini. Kültür Bakanlığı yetkilisinin dili tutulmuştu. Aklından bin tane cümle geçti, “Yatır değil kral mezarı!”, “Sen de haklısın, bir vatandaş ihbar etmese yüzlerce yıllık mezar alanından kimsenin haberi olmamış!”, “Tarhana acılı mı?”… Hiçbirini söyleyemedi. Şoförün şaşkın bakışları altında çiftçiyle kol kola girip arabaya doğru yürüdüler, mis gibi bir sonbahar sabahında mis gibi bir tarhana içeceklerdi. Şoför son anda akıl edip yumuşak tümseklerden atlaya atlaya yetkilinin çantasını alıp arabaya koştu.[1]

Esra Özer Duru, Ankara, 30 Kasım 2024.  

 

 

    



[1] Taşlı Tarla hikâyesine eklediğim fotoğraflardan ilki, Panoramio isimli bir internet sayfasına “mhasras” isimli bir kullanıcının yüklediği Iğdır’ın Harmandöven Köyünden bir tarlanın fotoğrafı.  https://web.archive.org/web/20161029124503/http://www.panoramio.com/photo/92693736

Diğer fotoğraf ise https://unsplash.com/photos/a-plowed-field-is-shown-with-a-zebra-in-the-distance-TR9cC8OLK5M?utm_content=creditShareLink&utm_medium=referral&utm_source=unsplash sitesinden alındı.

06 Aralık 2024

CUMAYA GİTTİM GELECEĞİM

Eskiden mahalle kahvelerine, kadınlar asla yaklaşmaz, önünden bile geçmek istemezlerdi. “Kahvenin önünden geçmişsin” kavgalarını duymuşluğumuz çoktu. Çocukluğumuzda bir komşumuz, işten çıkınca bir türlü eve gelmeyen kocasının “oturduğunu” bildiği kahveye çocuklarını yollayıp babalarını çağırttı diye büyük olay yaşanmıştı. Kahvedeki erkekler ve kahveler için birçok insanın şimdi anlayamayacağı, saçma bulacağı bir dokunulmazlık, korku kültürü geliştirilmişti. Her nasılsa toplumsal hayatta camiler de erkeklere has bir mekân gibi kodlanmış ve korku değilse de bir dokunulmazlık inşası hissediliyor. Gidip bir köşede namazınızı kılsanız kimse size müdahale etmez ama cemaate katılma talebinizin sıkıntıya yol açacağını bilirsiniz. Mesela vakit namazlarında bütün camiyi ısıtmak israf olacağından cami içinde oluşturulmuş ve ısıtılmış küçük odada az miktardaki erkek cemaatin arkasında namaz kılmayı asla düşünemezsiniz. Kadınlar çarşıda, pazarda, ezan okunurken abdestli bir şekilde caminin önünden geçiyor dahi olsalar vakit namazlarını cemaatle kılmak için camiye gitmezler. Namazı eve yetiştirmeye çalışır, evdelerse zaten evde kılarlar. İşin özeti camiye girdiğinizde o mekânda çok hoş karşılanmadığınızı hissettiren birtakım sorunlar var.

Şu anda okuduğunuz yazı, kadınlar ve camilerde yaşadıkları sorunlarla ilgili bir kaçıncı yazı. Genç bir kadınsanız aksayan bir şeylere müdahale etme cesareti bulmak zor olabiliyor. Ama belli bir yaştan sonra nispi bir dokunulmazlık kazanıyor, söz söyleyecek bir alan açmayı ya da tepkilerle baş etmeyi öğreniyorsunuz. Hele ki konu dinin toplumsal yönü ile ilgili olunca bu cesareti gençken kazansak ne güzel olurdu. Bundan hareketle düşündük ki böyle bir alanımız varsa (yoksa da olsun) biz de bunu bir sorunu düzeltmek için sorumluluk almak ve aksayan yönleri göstermek için kullanalım. Bundan sonra bir yazı formatı olarak imkân buldukça farklı bir camide Cuma namazına (vakit namazı da olur) katılıp o caminin kadınlar kısmı hakkında tespitler yapalım, ilgililerin dikkatine sunalım ve aksaklıkların düzeltilmesi konusunda bize yardımcı olmalarını beklediğimizi söyleyelim. (Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm, Ankara Müftülüğü @ankaramuftulugu)

Bu format, Hertaraf internet sitesinin izni ve iş birliğiyle camilerde, mescitlerde kadınların varlığının kabullenilmesi, şartlarının düzeltilmesinde rol almak isteyen bütün kadınlara açık olsun. İster notlarını, çektikleri fotoğrafları göndererek isterlerse kendileri birkaç satır kaleme alarak sorunları dile getirsinler, Hertaraf’ın bilgi@hertaraf.com adresine göndersinler. Formatımızda, caminin adı, hangi vakit için cemaate katılındığı, caminin kadınlar tuvaleti/abdesthanesinin şartları, kadınlar kısmının giriş çıkışı (merdiven durumu), aydınlatması, güvende hissedilip edilmeyişi, sıcak/soğuk oluşu, tabure, asansör vs. bulunup bulunmayışı, akustiği, hutbenin anlaşılır şekilde duyulup duyulmadığı, imam/müezzin ve cemaatin kadın cemaate yaklaşımı, kadınlar kısmında elektrik süpürgesi, artık halı ruloları tutulup tutulmadığı gibi tespitler bulunsun. Şikâyet etmekten sıkıldık, bu konu artık tarih olsun, kadınların çözdüğü sorunlardan biri olarak geçmişte kalsın.     

İlk değerlendirme: Ahmet Hamdi Akseki Camii

Cami, Ankara’da son yıllarda inşa edilmiş en büyük ve projesine en çok emek verilmiş camilerden biri. Aydınlık, ferah. Mihrabı, minberi, kubbesi, hat ve süslemeleri sanat eseri. Camiye erişim sıkıntısını ortadan kaldırmak için aşağı yukarı her şey düşünülmüş. Geniş merdivenleri, bir değil birkaç asansörü var. Asansörler abdesthanelerden kadınlar mahfiline kadar her yere kolayca ulaşmayı sağlıyor. Tuvaletler çok sayıda, tertemiz ve ferah. Yalnız artık günlük hayatın bir gerekliliği olan alafranga tuvalet sayısı çok az. Camiye girdiğimizde kadınlar mahfilinin yön tabelasını göremedik, sormak zorunda kaldık. Girişteki ayakkabılıkta yer kalmamıştı. Yukarıda kadınlar kısmında ayakkabılık olduğuna dair bir bilgi tabelası da mevcut değildi. Çantamızdaki poşetlere güvenerek ayakkabılarımız elimizde olduğu halde yukarı çıktık. Cuma vakti erkek cemaatin fazlalığı nedeniyle üst katın büyük bir kısmı yine erkeklere tahsis edilmişti. Kadınlar kısmından caminin mihrabını, minberini, kubbesini, hatlarını ve süslemelerini görebilmemiz gayet güzel bir özellik olarak kayda geçti. Kadınlar kısmında bizim bulunduğumuz alanda hiç tabure kalmamış, dizlerinde sağlık sorunları olan kadınlar rahlelere vs. oturmaya çalışıyorlardı. Bu yüzden namaza birlikte gittiğimiz annem, hutbeyi ayakta dinlemek zorunda kaldı. Ses sistemlerinin genel bir sorunu mu var yoksa zaten akustik olan mekânda mikrofon yankı mı yapıyor bilemediğimiz şekilde hutbe anlaşılmıyordu. Kadın cemaatin, varlığının yadırgandığını hissedeceği herhangi bir olumsuzluk yoktu. 

https://hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-cumaya-gittim-gelecegim-4389 

Esra Özer Duru, Ankara, Aralık 2024.


Taze Taze Hikâyeler

BEKLEME ODASI

Mart ayı ortalarıydı. Hava, okullardaki mevsim tablolarında her zaman bahara dahil edilmesine rağmen, yıllardır rolüne direnen bu aya yakışı...

Yeni Yazılardan Haberdar Olun

Kaçırmayın!