Boykot, “bir işi, bir davranışı yapmama kararı alma” anlamına gelen ve zalim bir uygulamaya ya da kişiye karşı yapıldığında karakterli bir duruş olan güzel bir eylem biçimi. Bu eylemin başarıya ulaşma ya da en azından fark edilme ihtimali, ne kadar büyük bir kitleyle yapıldığına bağlı. O yüzden boykotçular genellikle “tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış, istediğiniz kadar boykot edin!” tepkisini alıyorlar. Buna rağmen çok kıymetli bir duruş olarak gördüğümüz boykot, birçok insanın gündemine Gazze vesilesiyle girdi. İsrail’in Filistin’de uyguladığı soykırıma bir şekilde fon sağlayan, destek olan ya da zulme rıza gösteren firmalar, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de boykot listelerini oluşturdu. (Yıllarca kendi boykot listelerimizi yapabilmek için ekonomi sayfalarını takip etmekten bizi kurtaran boykot sayfalarına da yeri gelmişken teşekkür edelim.) Bazı ürünleri belli markalardan almamaya başlayınca alternatiflerini aramaya başladık. Çok şükür, artık birçok ürün geçmiş yıllardaki kadar alternatifsiz değil. “Sürme çikolatam/içeceğim şu markadan olmazsa yaşayamam” noktası tamamen kişisel bir durum. Elbette boykota katılıp katılmamak da herkesin kendi kararı. Kapitalizmin; boykottan/alternatifsizlikten kâr sağlama mantığının yanında, alternatif ürün üretmek için hala bir işaret düdüğü beklemek konusunu ise mutlaka konuşmalıyız.
Boykota farklı yaklaşımlar
Başörtülü kadınlar olarak yıllarca üstümüze, başımıza; yaşımıza,
bedenimize, mevsime uygun kıyafetler, aksesuarlar bulamadık. Hazır giyim
sektörü; uzun kollu penye tişörtler, uzun etekler, bol pantolonlar dikmeyi
-kasıtlı değildir herhalde ama neticede- reddetti. 14-15 yaşlarındaki başörtülü
bir genç kızken annemizin giydiği etekleri, bluzları ve onun krepten kestirdiği
başörtüleri ya da kesimi armuda benzeyen pardösüleri kullandık. Benim
yaşlarımda başını örten bütün genç kızlar için aşağı yukarı aynı şey
geçerliydi. Sonraları “tesettür giyim” adı altında bazı markalar olduğunu ve
bunların daha çeşitli kıyafetler ürettiğini gördük ama hepsi ateş pahasıydı. Sektör;
başörtülü kadınlara hem “boykot” uyguluyor hem de onları fahiş fiyatlara
mahkûm ediyordu. Mecbur olduğumuz için bunlardan alışveriş yapacağımız
fikrinden hareketle yürütülen bu fahiş fiyat politikası bizi yıllarca tesettür
giyim firmalarını “boykot” etmeye yöneltti. Eski bir konfeksiyoncu olan
teyzemin tanıdığı bir terzi, yarım yamalak tarif ettiğimiz modelden, çok da
yabana atılmayacak bir ücret karşılığında bize (kardeşimle bana) yaşımıza uygun
kumaşlardan birer takım dikti. Boykot bu noktada bizim kanımıza çoktan karışmıştı.
O yaşlarda bu zorluğun sebebinin hani şu ünlü dergilerin
arasından çıkan tek sayfa gibi katlanmış, açıldıkça büyüyen ve halıya yayılan
kalıplardan kaynaklandığını sanırdım. Çünkü bana göre onlar bir standardı
temsil ediyordu ve bunu aşmak mümkün değildi. Beden farklarının ya da kişisel
tercihlerin bu kalıplara nasıl uygulanacağını aklım kesmezdi. O yüzden kalıpsız
çalıştığını söyleyen terzilere hayrandım. Onların hayal gücü ve zihinleri; sınırların
ötesine geçmeye hazırdı. Bizi kısıtlayan şey; kalıplarla düşünmek zorunda
olduğumuzu sanmamızdı. Bunu bir türlü aşamadık.
Kalıplardan oluşan sistem, başörtülü kadınları, 28 Şubat’ta
oldukça keskin şekilde “boykot” etti. Okullara, işyerlerine, hastanelere,
ne bileyim, birilerinin kendi şahsına münhasır bir şekilde tanımladığı “kamusal
alan”lara başörtümüzle giremez, oralarda var olamaz hale geldik ve evet bunca
yıl geçmesine rağmen “bi bitmedi mağduriyetimiz!” Çünkü bu mağduriyet,
dışarıdan bakanların sandığı gibi iyileşip gidecek bir şey değildi. Bize
uygulanan boykot, birçoğumuzun hayatının tam ortasına yıldırım gibi düştü ve
kaldı. Yaşanmasaydı nasıl insanlar olacağımızı ölene kadar merak edeceğimiz bir
kırılma hakkında konuşmamız bile engellendi.
Sonsuzluk ve Ötesine!
Boykot listesinde yer alan Disney’in yuttuğu, animasyon
şirketi Pixar’ın ilk filmi Toy Story’yi çocuklarımızla severek izlemiştik. Hikâyede
ana kahraman Andy’nin, önce rakibi sonra dostu olan uzay şerifi Buzz Lightyear
karakterinin “Sonsuzluk ve ötesine!” şeklinde çevirebileceğimiz bir sloganı
vardı. Yakın tarihimize baktığımızda kalıpları aşmamız ve “sonsuzluk ve
ötesine” bakmamız gerektiği açıkça görülüyor artık. Bu vesileyle “sonsuzluk ve
ötesine” bakan birkaç kadınla ilgili biriktirdiğim küçük notları aktarıp Cuma
namazı notlarımı başka bir yazıya saklayacağım. Çünkü uzaya bakan kadınlardan,
Cuma vakti camide kendine yer bakan kadınlara gerilemek çok umut kırıcı. (Sizden
gelecek yeni cami notları için: bilgi@hertaraf.com.
Yetkililerin dikkatini çekebilmek için: Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm.)
Meryem El İcliyye ya da Meryem El Usturlabi: Tarihe
adını yazdıran bir usturlap (kısaca temel işlevi yıldızların konumunu
belirlemek olan bir alet) ustası. Halep’te doğdu. Babası, bilinen en eski
usturlabı yapan Muhammed bin Abdullah Nastulus’un yanında yetişmiş iyi bir
usturlap ustasıydı. Meryem, astronomi, matematik ve mühendislik eğitimleri aldı
ve günümüzün akıllı saati sayılabilecek saat, pusula ve navigasyon cihazını
bünyesinde barındıran en karmaşık ilk usturlabı üretti. Tasarladığı aletlerle adı
bilim tarihine kazındı. Kariyerine duyulan saygıdan dolayı 1990’da keşfedilen
bir asteroide 7060 Al-‘Ijliya ismi verildi.
Fatima El Fihri: Dünyanın ilk sürekli ve en eski
üniversitesi Tunus’taki El Karaviyyin’in kurucusu. Ailesinden kalan yüklü
mirası bir cami ve onun etrafında bir medrese inşa etmeye harcadı. Cami ve
medrese tamamlanana kadar her gün oruç tuttu. Kurduğu medresede, İslam hukuku,
tıp, matematik, astronomi, kimya, tarih ve yabancı dillerde verilen lisans
eğitimi, 20 kişilik sınıflarda halka açık yapılıyordu. İbni Haldun, İbni Rüşd,
İbni Arabi değişik dönemlerde bu üniversitede eğitim aldı. Üniversite hala faal
ve dünyanın en eski ve güncel kütüphanesine sahip.
Seyyide Hurra (Hür Kadın) ya da Aisha Al Alami: İslam
tarihinin ilk kadın denizcisi, korsan ve bir sultan. İspanyolca ve Portekizce
biliyordu. İspanyolların Endülüs’te giriştiği kıyımlar sırasında Fas’ın Tetuan
(Tetvan) eyaletinin yöneticisi olan eşiyle birlikte denizlerde İspanyollar ve
Portekizlerle mücadele etmeye başladı. Eşinin vefatından sonra mücadeleye tek
başına devam etti. Tetvan’ı 30 yıl yönetti. Bu zaman zarfında Tetvan şehrinin
jeopolitik konumunu ve köklü tersanesini gerektiği gibi kullanarak önemli
başarılara imza attı. Onun başarıları Türk denizcilerin işini kolaylaştırdı.
Bir dönem Oruç Reis’le iş birliği yaptı.
Kurtubalı Lübna ya da Lubna bint Abdül Mevla: Gerçek
bir bilim insanı. Kurtuba’da doğdu. Aritmetik, matematik ve cebirin yanı sıra
astronomi, edebiyat, hat alanlarına hakimdi. Ayrıca Yunan metinlerini okuyacak
ve çevirilerini yapacak kadar Yunanca bilirdi. Endülüs Emevilerinin Sultanı
III. Abdurrahman tarafından Kurtuba Kraliyet Kütüphanesinin yöneticiliğine
getirildi. Matematik dehası ve kültür abidesi olarak anıldı.
Sutayta El Mahamali: Bağdat’ta doğup büyüdü. Hafızdı, genelde hukuk, özelde miras hukuku, edebiyat, matematik alanlarında yetkindi. Ondalık sayma sistemini basite indirgeyerek günümüzde hala kullanılır düzeyde olmasını sağladı. Matematik alanındaki hakimiyeti sayesinde Bağdat’ta birçok kadı özellikle bir mülkün gelirinin vefat eden kişinin yakınlarına nasıl dağıtılacağına dair sıkıntılar yaşadıkları miras davalarıyla ilgili olarak ona danışırlardı. Muhasebe bilirdi. Ayrıca Şafi fıkhına da hakimdi.
https://hertaraf.com/koseyazisi-cumaya-gittim-gelecegim-x-kaliplarin-disina-cikmak-4472
Esra Özer Duru, Ankara, 8 Mart 2025.