“Sis,
bir efsun gibi koca şehri enlemesine bölüyordu” diye başlasa hikâye… Sisin efsun
olduğunu sen unuttun, sis unutmadı.
Bir zamanlar bu şehrin neresinde duruyorduk, şimdi neresindeyiz? Sen unuttun, şehir unutmadı.
Kulakların eskiden hangi ezgilere alışıktı, şimdi neler duyuyor? Sen unuttun, kulakların unutmadı.
Konuştuklarınız bir kış günü ağızlarınızdan çıkan buharda mı saklı? Yoksa gözlerinizde mi? Buhar unuttu, gözlerin unutmadı.
Çok düştünüz bu şehrin sokaklarında, dizleriniz kanadı. Sokaklar unuttu, dizlerin unutmadı.
Sonbahar yapraklarını az ezmediniz Kurtuluş Parkı’nda. Park unuttu, ayaklarınız unutmadı.
Bir yarayı, başka bir yarayla çok sardınız beraber. Ellerin unuttu, kalbin unutmadı.
Yara, yarayla kapanmaz diye düşündün. Sen unuttun, yaran unutmadı.
Bu eşyalar, bu oda sana hep eskiye dair bir şeyler hatırlatıyordu. Sen unuttun, oda unutmadı.
Çocukken ya da gençken yaşadığın şeyleri “unuttum” sanıyorsun. Aslında hepsi hafızana, vücuduna kazınıyor. Seslerin bir gün atmosferden bize geri döneceğini düşünmek gibi, “unuttum” sandığın her şeyi bir gün hatırlayacaksın.
Hani insanın bedeninde yaşlandıkça ağrılar oluyor ya, aslında onların hepsi eskiye dayanıyor. Sık sık belin ağrıyor ya sen ağaçta sallanırken biri gelip seni hızlandırmıştı da düşmüştün. Sen unuttun, belin unutmadı.
Bazen dizlerin ağrıyor ya çocukken ne çok düşerdin. Sen unuttun, dizlerin unutmadı.
Ellerin titriyor ara sıra. Geçmişte bir telefonu kapatırken ellerin bir de sesin titremişti. Sen unuttun, ellerin unutmadı.
Hep aynı şarkıyı dinlerken gözlerin doluyor, şimdi bir başına dinlerken bile. Çünkü sen unuttun, gözlerin unutmadı.
Kalemi eline her aldığında aynı hikâyeye başlıyorsun. Sen unuttun, parmakların unutmadı.
Bir sonbahar günü saçlarının arasından rüzgârlar geçmişti. Sen unuttun, saçların unutmadı.
Yüksekteki şeyleri almak için parmak uçlarında yükselemiyorsun ya…. Bir kere uzanmayı denemiştin… Sen unuttun, parmakların unutmadı.
Soğuk günlerde ellerin çatlar, kanardı. Annen vazelin sürerdi. Sen unuttun, annen unutmadı.
Babanın omuzlarına binip, bakkala kaymaklı bisküvi almaya giderdin. Sen unuttun, babanın omuzları unutmadı.
Dişçiye gittiğiniz bir gün, senin dişin çekileceği halde teyzenin kızı çok ağlamıştı. Sen unuttun, onun gözleri unutmadı.
Ağlaya ağlaya, koşarak gelip bahçedeki kiraz ağacına sarılmıştın. Sonra da sırtını ona yaslayıp sakinleşmeye çalışmıştın. Sırtın unuttu, ağaç unutmadı.
Bir bayram günü çorabım yok diye kapris yapıp bayram ziyaretine gitmemiştin. Evde yalnız kalınca da kendine kızarak ağlamıştın. Sen unuttun, çorapların unutmadı.
Esra Özer Duru, Ankara, Ocak 2008, Turuncu Dergisi. Gözden geçirme 28.5.2021.