Geçen gün mutfakta yemek yaparken radyonun düğmesine dokunduğumda bir sürprizle karşılaştım. Daha ilk notalarıyla beni içine alan bir şarkı doldu mutfağa. Şarkının adı başka çağrışımlar yapıyordu ama pilav pişirip puding karıştırırken bana bir masal yazdırdı. Bilmem, bu şarkı[1] beni etkilediği gibi sizi de etkiler mi? Bir arkadaşın söylediği gibi “her dinleyen başka bir yerinden isabet alır” mı?
Üç genç kızın masalı…
“Dokunsalar
Ağlayacaksın,
Ama hiç dokunmuyorlar.
Biçare bakan gözlerin bırak kanasın,
Gücüne gitsin şarkılar…”
Yıllar yıllar önceymiş. İletişim Fakültesinin ikinci
katına çıkan merdivenlerinin köşesinde şimdi isimlerini hatırlayamadığım üç kız
öğrenci, hayata karşı bütün acemilikleri, bütün kırılganlıkları, bütün
naiflikleriyle, on dakikalık ders aralarında dikilir, gülüşerek sohbet
ederlermiş. Öyle incinebilir, öyle hassas, öyle kelebek kanadı imişler de hiç
bilmezlermiş.
Onlara göre güçlü, benzersiz, çetin ceviz, idealist, azimliymişler, çok büyük işler yapacaklarmış. Daha bir sürü kitap okuyacak, bir sürü şiir, yazı yazacak, fotoğraf çekeceklermiş. Önlerinde açılmayı bekleyen bir sürü kapı varmış. Hayatın eşiğindeymişler daha. Anahtarlar da paspasın altındaymış. Yani akıllarında ne varsa gerçekleştirmek kolaymış. Her gün, her on dakikalık arada bambaşka bir hayal kurulurmuş bu üç kişilik dünyada. Dünyayı değiştirebilir, hiç yara almadan rüzgâra karşı yürüyebilirlermiş. Yağmurun altından ıslanmadan geçebilirlermiş. Görünmez çatıları Ankara’nın dolusundan hasar almazmış. Kavgalar hep mertçe yapılırmış. İnsan sırtından vurulamazmış. O yaşlarda herkesin kendileri gibi olduğunu nereden bilirlermiş… Sonra, hemen sonra, hayatın sert rüzgârlarının o en ince, en zayıf yerlerinden nasıl da estiğini/eseceğini… Tam da oradan nasıl güç kaybedeceklerini…
“Aklın ilk göz ağrısında,Hatırlıyor mu seni hala
Dikiş tutmayan
Bu büyük yara,
Bazı geceler
Kanıyor hala”
Yıllar yıllar önceymiş, henüz kimse ölmemiş, kimse
gitmemişmiş. Hatıralardaki sınıf mevcudu henüz tammış. Aynalar kimseye
yaşlandığını söylemiyor, geçen yıllar insanın içinde bir şeyleri kırıp
dökmüyormuş. Yorgunluklar dinlenince geçiyor, yaralar sanki daha hızlı iyileşiyormuş.
Telefonlara, kapılara daha hızlı koşuluyor, şarkılar insana başka duygular
hatırlatıyormuş. Daha cesur çıkılıyormuş yola. Islak kibritler daha kolay
kuruyormuş ocağın yanında. Yağmurda ıslandığında hemen grip olmuyormuşsun ya da
mesela kemiklerin ağrımıyormuş. Sanki insana yaş sınırı nedeniyle gerçek
mermiyle ateş etmiyorlarmış.
Nereden bilinecekmiş hiçbir yaranın izinin
silinmediği… Nereden bilinecekmiş ıssızlığın keskinliği… Nereden bilinecekmiş
akşamüstü çöken sisin bir daha gitmeyeceği… Nereden bilinecekmiş plastik
mermilerin de yürekleri delebildiği…
“Her geçen yıl birer birer
Masadan eksiliyor dostlar…
Sessizce aktı gitti yıllar
Seni hiç uyandırmadan
Ve bir sabah
Uyandığında
Kalmışsın
Tek başına…”
Yıllar yıllar önceymiş. İncitmiş şarkılar. Kırmış
dolular. Ayırmış rüzgârlar. Vurulmuş martılar. Tarumar olmuş gelincik dolusu
tarlalar. En çok da incinmiş zavallı kırlangıçlar.
Başka masallarda da esmiş rüzgârlar… Küçük Prens’in çiçeğini yine Küçük Prens’in kuzusu yemiş. Annesi Parmak Kız’a büyüme hormonu enjekte ettirmiş. Hansel ile Gretel bir yön bulma cihazı (navigasyon) almışlar. Sinbad uçan halısına overlok yaptırmış. Gülen Ayva ile Ağlayan Nar konservatuarın tiyatro bölümüne yazılmış. Birileri Zümrüd-ü Anka’yı tavuk döner yapmış. Leyla, Facebook’tan bulduğu ilkokul arkadaşıyla Mecnun’u aldatmış. Mecnun önce Leyla’yı öldürmüş sonra Müge Anlı’ya katılıp Leyla’nın katilini aramış. Nasreddin Hoca bir yoğurt makinesi almaya karar vermiş. Keloğlan saç ektirmiş. Çocuklar çıtır pıtır yutup zehirlenmiş. Plastik mermiler masumiyetin zırhını delmiş. Bu masal da böyle bitmiş.
Esra Özer Duru, Ankara, Aralık 2011, Turuncu Dergisi. Gözden geçirme 28.5.2021.
[1]Zakkum grubunun Anason şarkısı: https://youtu.be/sDF2auWzpmM