telefon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
telefon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ekim 2021

SEN GİTSEN DE GİTMEZMİŞ İÇİNDEKİLER SENDEN!

Bütün anneler birilerini avutmak gerekince masal anlatırlar. Belki kalın keder sislerinin arasındaki kalplere uzanmak isterler. Belki bu acı denizi, onları tamamen ıslatmadan önce alıvermek isterler. Daha kaç kere bu siyah sularda, onun için sandal olmak isteyeceklerini bilmeden ellerini uzatıverirler. Ha bir de bir kere anne olunca kadın, hep annedir artık. Yani bir meslek gibi bırakamaz bir kenara anneliğini. Avunmak isterse biri, bir anneye gitmeli.

O gün çocuk üzgündü, tarifsiz kederleri vardı. İçi bir yangın yeriydi. Kedi yutmuş gibiydi. Kalbi paramparça, gözleri ıslaktı. Çünkü balığı ölmüştü. Kimsenin bilmediği, Allah bilir, kaç balık daha ölecek, hayatının ilk kederi…

“Sana bir masal anlatayım” dedi kadın. Dizlerine dayanmış, karışık saçlarının arasında parmaklarını gezdirdiği küçük kafanın sahibine.

Şehrin birinde bir kadın yaşarmış. Kadının her şeyi varmış. Yazlığı kışlığı, atı arabası,

çoluğu çocuğu, tası tarağı… Yani “mutlu”ymuş. Ya da aslında mutlu olması gerekiyormuş. Ama bir yanı hep eksikmiş. Nankörlük etmek istemese de içindeki eksikliği gideremiyormuş. Bazen gözleri, neyin eksik olduğunu arar gibi uzaklara dalarmış. Bu öyle çekmecede aradığını bulmaya çalışmak gibi bir şey değilmiş. Ya da evi huzurlu bir ev yapmak için yemek kokuları üretmeye, çoraplardaki küçük delikleri dikmeye, balkondaki saksıya, çıkmayacağını bile bile fesleğen tohumları ekmeye, bir gün önceden nohut ıslatmaya benzemiyormuş. Kolay değilmiş işte.

Bazen tası tarağı alıp şöyle uzak bir yere gitsem diye düşünüyormuş. “Hep bahar olan bir memlekete gideyim. Hiçbir şey eskimesin, heyecanını yitirmesin. İlk kez seyrettiğin film gibi seni içine çeksin. Sürekli seyrettiğin filmdeki bir sahne gibi ağzını kulaklarına fiyonk etsin. Kendimi koyayım valizime ve gideyim hep bahar olan bir memlekete…”

Böyle dese bile gidemiyormuş. Çünkü gideyim deyince gidilmiyormuş. Ve sen gitsen de içindekiler senden gitmiyormuş. Hele en derinden sarıp sarmaladıysa seni hayat, gidemezmişsin ne kadar istesen.

Yine de kadın hazırlanmış bir gün. Dediği gibi valizine bir tek kendisini koymaya çalışmış. Arkasına dönüp bakmayacakmış. Çünkü eğer bakarsa, masal bu ya, toprağa dönüşecekmiş. Karlı bir kış sabahıymış, valizini eline almış. Son bir kere düşünmüş: “Eğer gidersem ne değişir benden sonra buralarda, ne kalır arkamda? Eğer gidersem kavak ağacıyla kim konuşur? Huzurlu bir ev yapmak için bu evi, kim azıcık çorba karıştırır?  Kim yaralı çocuklara masal anlatır? Herkes yattıktan sonra kim söndürür ışıkları? Telefona bir daha çalmadan açmak için kim koşar? Şehriyeleri pilava kim koyar? Kim boş saksıları sular?”

Bunları düşündükçe valiz ağırlaşıyor, ağırlaşıyormuş. Sonunda kadının kolu bu yükü taşıyamaz olmuş. Valizi yavaşça yere koymuş. Olanlar o an olmuş. Kuralı unutan kadın geride bıraktıklarına son bir kez bakmak için arkasını dönmüş… ve toprağa dönüşmüş…

Sabah ev halkı uyanınca kapının arkasında duran valiz ve yerdeki küçük toprak yığını onlara hiçbir anlam ifade etmemiş. Temizlikçi kadın gelmiş, bu küçük yığını küreğe süpürmüş, boş bir saksıya eklemiş. Masal burada bitmiş.

Masalın sonunda anne, elleri hala minik kafanın üzerinde, toprağa dönüşmemek için hiç hazırlamadığı valizi düşünmüş. Çünkü zamanın birinde bambaşka bir şehirde onun balığı ölmüş de bir masal anlatmış annesi yatırıp onu dizlerine… Dolaştırmış parmaklarını karışık saçların içinde, sahibinin yerine acı çekebilmeyi dileyerek gizlice…

Esra Duru, Ankara, Mart 2008, Turuncu Dergisi, gözden geçirme 14.6.2021.

03 Ağustos 2021

VEDA

Her şeyi bilen Allah (c.c.), insanların, ölüme itiraz edecek kadar hayata bağlanacağını bildiğinden iman edenleri uyardı: “Her nefis ölümü tadıcıdır”.

Bir zamanlar biri, ölen öğrencisine, “Ölümün konuştuğu yerde bize susmak düşer” sözleriyle veda etmişti. Bu veda, kalanların içine işlemişti.

“İşte geldik gidiyoruz

Şen olasın Halep şehri”

Bir daha çiçekler ne zaman açar? Yapraklar ne zaman dökülür? Kar ne zaman yağar? Sabah ne zaman olur, güneş nereden doğar?

Çocukluğumuzun, gençliğimizin, yaşlılığımızın, hayatımızın geçtiği bu evlerin içinde başka çocuklar ne zaman koşar?


I. VEDALAŞAN

Bazılarıyla sessizce vedalaştı, bazılarıyla sesli. Hayatında ne çok iz bırakmışlardı ve o, onların hayatında ne çok iz bırakmıştı. Bunları düşünmek için bolca vakti olmuştu. Tuhaftı ama bir bakıma, ne zaman öleceği aşağı yukarı belli olduğu için, başkalarından şanslıydı. Bir nimet gibi gördüğü “az zamanı kaldığını bilmenin” iyiliklerinden faydalanmalıydı. Ya kalpleri kırdıysa ya birilerini incittiyse? Dostlarını bir bir aradı. Hayatına girip kalanları, şöyle bir uğrayıp geçiverenleri, aklına gelen herkesi... Hiç kimseyi unutmamaya çalıştı. Onlara cenazesinin nereden kalkacağını söyledi, mezarının yerini tarif etti. Sadece zamanını söyleyemedi ama hepsiyle vedalaştı. Ahizenin öbür tarafından gelen kırık dökük sözcüklerle... Sanki şehirlerarası bir yolculuğa çıkar gibi... Karşısındakiler ona ne söyleyeceklerini bilemediler. “Allah yardım etsin”, “Allah’a emanet ol”, “Allah biliyor ki, kırmadın bizi!” Vedaların ortak noktası hep aynıydı: ALLAH. Bundan sonrası Allah’a aitti. Öncesi de öyleydi zaten ama artık sadece Rabbi ile baş başa kalacaktı. Nedense hep ölüme yakın hatırlanan Allah! Tüm kâinat bize faniliğimizi hatırlatırken baş başa kalmaya pek vakit bulamadığımız Allah! Ondan gelip ona döneceğimiz Allah… Kalplerdekini bile bilen Allah… Bize şahdamarımızdan yakın Allah…

Peki kalanlar? Onlar ne yapacaktı ardından? Ailenin reisi, evin direği hayatlarından kayıp gidiverince, nüfustan düşüverince, onlar ne yapacaktı? Gözünden bile esirgediği biricik evlatlarının kendisi yüzünden ıstırap çekmelerine nasıl dayanacaktı? Ama Allah, evlere sığmayan acıları, kalplere sığdırmıyor muydu? Çocuklarına, eşine sabır verirdi. Herkes nasıl dayanıyorsa, dayanmak öyle öğrenilirdi.


II. VEDALAŞILAN

Gitme dense de gidecekti. Allah’ın emri söz konusu olunca kulların boynu kıldan inceydi. İnsanın etrafındakilerle böyle vedalaşması ne tuhaftı. Hem de iyiydi. Mezarlıklar hayata dört elle sarılmışken vedalaşamadan giden fanilerle dolu değil miydi? Allah, insanı var ederken ölümü de yaratmıştı. Şimdi ölüm, kimse kendisine kondurmazken, onu beklemezken gelmişti. Hâlbuki herkes gibi sağlarına, sollarına uğrar, onları es geçer zannetmişlerdi.

Giden Allah’a yürüyordu. Bu yola taş koymak olmazdı. Zaten konacak taş bulunmazdı. Sadece, baki olan Allah’a kalpten bir yakarış!


III. VEDA

Birçok ölümün aksine bu ölümde bütün vedalar yapıldı, hazırlıklar tamamlandı. Yine de bazıları için beklenmedik, bazıları için alışılmazdı.

İnsan, ölümün karşısında daima şaşırır.

“En son ölüm gelir yine de erken deriz”.

Öyleyse ölümün konuştuğu yerde herkes susacak, Allah’ın kelimeleriyle “Veda” konuşacak:

“Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: ‘Biz Allah’a ait kullarız ve şüphesiz O’na dönücüleriz’.” (Bakara Suresi, 156)

“Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar? Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz” (Enbiya Suresi, 34, 35).

“De ki: ‘Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp buluşacaktır. Sonra gaybı da müşahede edilebileni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cum’a Suresi, 8)

“O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.” (Mülk Suresi, 2)

Esra Özer Duru, Ankara, Aralık 2007, Turuncu Dergisi, Gözden geçirme 10.6.2021. 

06 Temmuz 2021

BALIK HAFIZALARI VE ALGILARI ÇAĞINDA HAYALİ BİR TELEFON GÖRÜŞMESİ

- Alo! Nasılsın, iyi misin?

- İyiyim, teşekkürler.

- Gerçekten iyi misin?

- İyiyim dedim ya!

- Yani hiçbir sıkıntın, derdin, hastalığın, üzüntün yok mu? Gündeme takmadın mı mesela? Ya da grip belirtileri hissetmiyor musun vücudunda?

- Hayır!

- Emin misin?

- Kardeşim sapık mısın sen? Eminim, yok bir derdim!

- Bak bir daha seninle bu kadar ilgilenen birini bulman zor, haberin olsun. Hazır bulmuşken birini, söyle derdini…

- Allah Allah! Git ya, çattık belaya!

- Farkında mısın, her gün konuşuyoruz da seninle, ben hiç sormuyorum bir derdin var mı diye? Sen de bana sormuyorsun aynı şekilde. Birbirimiz için bir şey ifade etmiyoruz, yani seslerimiz dışında. Halbuki bazen sesin kötü geliyor bana, merak ediyorum aslında.

Belki çocuğun hasta, belki onu her gün bırakıp gelmek seni üzüyor, belki bu ay çok açıldınız, kredi kartı borcunu nasıl ödeyeceğini düşünüp duruyorsun. Belki çok hasta bir akraban var, onun için, için için ağlıyorsun. Belki büyük bir ayrılık yaşadın, kendini toparlayamıyorsun. Belki evinizi su bastı dün gece, açık unutunca tuvaletin musluğunu. Bu soğukta halıları nasıl kurutacağım diye düşünüyorsun kara kara. Belki akşama yemek yok, kocana nasıl laf anlatacağını hesaplıyorsun sürekli. Yalnızsın ya da iki kişilik bir yalnızlığı yaşıyorsun, mutlu olmak ümidiyle yaptığın evlilikte. Maaşını alamadın belki, işten ayrılmayı düşünüyorsun da nasıl yapacağını bilemiyorsun. Belki çok fazla sorumluluk var üstünde taşıyamıyor, taşımak istemiyorsun.

Hiç arkadaşın yok belki, kendini bu dünyada çok yalnız hissediyorsun bazen. Yere uzanıp bulutları çaydanlığa, file, benzetebileceğin bir dostun yok. Belki de o kadar vaktin de yok. Belki başörtüsü yüzünden okulu bırakmak zorunda kaldın. Daha küçükken, küçücükken annesiz/babasız kalıverdin. Tek başına sırtlıyorsun hayatın ağırlığını. Üstüne üstlük kardeşlerin var bir de belki.

Kış mevsimi ağır geldi belki. Radyoda çalan “Bu Sabah Yağmur Var İstanbul’da” harekete geçirdi içindeki gemiyi. Güneşi özledin, yavru kuşları, can eriğini, çileği. Aynı zamanda yeteri kadar yağmur almadı Ankara, yine susuzluk olursa ne olacak diye üzülüyorsun belki. Belki sevmiyorsun yaşadığın şehri. Belki çok seviyorsun da o seni sevmiyor.

Nezaket icabı sorunca birileri…

Ufacık bir iyilik beklerken, bu kadar bürokrasiye tabii tutulmak, aşamayacağın duvarlara tırmanmaya çalışmak yoruyor kalbini. Belki kapılar kapanınca yüzüne, kalınca bir parkın orta yerinde senin gibilerle birlikte, ağlamak istiyorsun seslice. Nasılsın diye soracağın ya da sana nasıl olduğunu soracak kimsen yok belki. İş olsun diye, nezaket icabı sorunca birileri, ağlamak istiyorsun. Daha ne bileyim işte! Dünyanın yükü, hayatın ağırlığı üzerinde bir şekilde ya da hiçbiri yok da omuzlarında, sadece kendini kötü hissediyorsun bir günlüğüne. 

Nasıl olduğunu soranlara, Balık Hafızaları ve Algıları Çağında yaşıyor olmamıza rağmen, gerçekten nasıl olduğunu anlatmak istiyorsun belki. Derdinle dertlenilsin, seninle ilgilenilsin, sesin duyulsun, sözün dinlensin istiyorsun belki. Duymak ve duyurmak istiyorsun sesini. Kol kırılıp yen içinde kalmasın, herkes kapısını kapatıp kendi evinde olmasın istiyorsun. Komşu pencereler arasında çamaşır kurutulsun istiyorsun, ortak iplerde. Komşun senin çocuğunun da burnunu silsin istiyorsun. Meyveler, sebzeler turfanda olsun, turfandayken saklı yensin diyorsun. Akşamları işten döndüğünde bir kap çorba getirenin bulunsun istiyorsun. Üst kattaki dedeye yemek götürmek istiyorsun. Köşede boş bir arsa olsun, çamurun içinde çocuklar misket oynasın diyorsun. Herkes konuşsun ama herkes birbirini duysun ve anlasın istiyorsun. Ben seni duyuyorum ama sen susuyorsun.

- Alooo! Nasılsın gerçekten, söyle?

https://www.hertaraf.com/haber-balik-hafizalari-ve-algilari-caginda-hayali-bir-telefon-gorusmesi-esra-duru-7268 

Esra Özer Duru, Ankara, Şubat 2008, Turuncu Dergisi. Gözden geçirme 26 Haziran 2021. 

Taze Taze Hikâyeler

BEKLEME ODASI

Mart ayı ortalarıydı. Hava, okullardaki mevsim tablolarında her zaman bahara dahil edilmesine rağmen, yıllardır rolüne direnen bu aya yakışı...

Yeni Yazılardan Haberdar Olun

Kaçırmayın!