- Alo! Nasılsın, iyi misin?
- İyiyim, teşekkürler.
- Gerçekten iyi misin?
- İyiyim dedim ya!
- Yani hiçbir sıkıntın, derdin, hastalığın, üzüntün
yok mu? Gündeme takmadın mı mesela? Ya da grip belirtileri hissetmiyor musun
vücudunda?
- Hayır!
- Emin misin?
- Kardeşim sapık mısın sen? Eminim, yok bir derdim!
- Bak bir daha seninle bu kadar ilgilenen birini
bulman zor, haberin olsun. Hazır bulmuşken birini, söyle derdini…
- Allah Allah! Git ya, çattık belaya!
- Farkında mısın, her gün konuşuyoruz da seninle, ben
hiç sormuyorum bir derdin var mı diye? Sen de bana sormuyorsun aynı şekilde.
Birbirimiz için bir şey ifade etmiyoruz, yani seslerimiz dışında. Halbuki bazen
sesin kötü geliyor bana, merak ediyorum aslında.
Belki çocuğun hasta, belki onu her gün bırakıp gelmek
seni üzüyor, belki bu ay çok açıldınız, kredi kartı borcunu nasıl ödeyeceğini
düşünüp duruyorsun. Belki çok hasta bir akraban var, onun için, için için
ağlıyorsun. Belki büyük bir ayrılık yaşadın, kendini toparlayamıyorsun. Belki
evinizi su bastı dün gece, açık unutunca tuvaletin musluğunu. Bu soğukta
halıları nasıl kurutacağım diye düşünüyorsun kara kara. Belki akşama yemek yok,
kocana nasıl laf anlatacağını hesaplıyorsun sürekli. Yalnızsın ya da iki
kişilik bir yalnızlığı yaşıyorsun, mutlu olmak ümidiyle yaptığın evlilikte.
Maaşını alamadın belki, işten ayrılmayı düşünüyorsun da nasıl yapacağını
bilemiyorsun. Belki çok fazla sorumluluk var üstünde taşıyamıyor, taşımak
istemiyorsun.
Hiç arkadaşın yok belki, kendini bu dünyada çok yalnız
hissediyorsun bazen. Yere uzanıp bulutları çaydanlığa, file, benzetebileceğin
bir dostun yok. Belki de o kadar vaktin de yok. Belki başörtüsü yüzünden okulu
bırakmak zorunda kaldın. Daha küçükken, küçücükken annesiz/babasız kalıverdin.
Tek başına sırtlıyorsun hayatın ağırlığını. Üstüne üstlük kardeşlerin var bir
de belki.
Kış mevsimi ağır geldi belki. Radyoda çalan “Bu Sabah
Yağmur Var İstanbul’da” harekete geçirdi içindeki gemiyi. Güneşi özledin, yavru
kuşları, can eriğini, çileği. Aynı zamanda yeteri kadar yağmur almadı Ankara,
yine susuzluk olursa ne olacak diye üzülüyorsun belki. Belki sevmiyorsun
yaşadığın şehri. Belki çok seviyorsun da o seni sevmiyor.
Nezaket icabı sorunca birileri…
Ufacık bir iyilik beklerken, bu kadar bürokrasiye tabii tutulmak, aşamayacağın duvarlara tırmanmaya çalışmak yoruyor kalbini. Belki kapılar kapanınca yüzüne, kalınca bir parkın orta yerinde senin gibilerle birlikte, ağlamak istiyorsun seslice. Nasılsın diye soracağın ya da sana nasıl olduğunu soracak kimsen yok belki. İş olsun diye, nezaket icabı sorunca birileri, ağlamak istiyorsun. Daha ne bileyim işte! Dünyanın yükü, hayatın ağırlığı üzerinde bir şekilde ya da hiçbiri yok da omuzlarında, sadece kendini kötü hissediyorsun bir günlüğüne.
Nasıl olduğunu soranlara, Balık Hafızaları ve Algıları Çağında yaşıyor olmamıza rağmen, gerçekten nasıl olduğunu anlatmak istiyorsun belki. Derdinle dertlenilsin, seninle ilgilenilsin, sesin duyulsun, sözün dinlensin istiyorsun belki. Duymak ve duyurmak istiyorsun sesini. Kol kırılıp yen içinde kalmasın, herkes kapısını kapatıp kendi evinde olmasın istiyorsun. Komşu pencereler arasında çamaşır kurutulsun istiyorsun, ortak iplerde. Komşun senin çocuğunun da burnunu silsin istiyorsun. Meyveler, sebzeler turfanda olsun, turfandayken saklı yensin diyorsun. Akşamları işten döndüğünde bir kap çorba getirenin bulunsun istiyorsun. Üst kattaki dedeye yemek götürmek istiyorsun. Köşede boş bir arsa olsun, çamurun içinde çocuklar misket oynasın diyorsun. Herkes konuşsun ama herkes birbirini duysun ve anlasın istiyorsun. Ben seni duyuyorum ama sen susuyorsun.
- Alooo! Nasılsın gerçekten, söyle?
Esra Özer Duru, Ankara, Şubat 2008, Turuncu Dergisi. Gözden geçirme 26 Haziran 2021.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder