okul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
okul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Kasım 2021

BASRİ GÖRÜR NEDEN GÖRMÜYOR? (Basri Görür 2)

Basri bey, hastaneden eve döndükten sonra komşusu onu pek yalnız bırakmadı. Alçısı çıkana kadar yemek getirdi, çaya çağırdı, alışverişinde yardımcı oldu. Koltuk değnekleriyle iş yapmak zor olduğu için kendi gündelikçilerini ona günlük işleri halletsin diye yolladı. Arabasıyla işe bıraktı, akşamları aldı. Arada hamama götürdü. Basri beyin karısı ise intihar girişimine ve kırık bacağa rağmen dönmedi. Sadece birkaç kere uğrayıp yaptığı yemeklerden, kekten, börekten bıraktı. Bir de boşanma davasını açmayı geciktirdi. Oğlanlar arada babalarını ziyaret edip evi şenlendirdiler ama eski enerji hiç dönmedi.

Basri ilk uğradığında büyük bir umutla karısına hastanedeki polisin söylediklerini anlattı ama onun üzerinde herhangi bir etkisi olmadı. Yüzünde buruk bir gülümsemeyle getirdiği yemeklerin kaplarını boşalttı, bir poşete koydu ve gitti. Halbuki Basri yeni keşfinin kendisindeki aydınlanmayı karısında da yapacağını umuyordu. Bu yüzden aklından Ferdi’nin intiharı, kendisinin başarısız girişimi, basiretinin bağlı oluşu hiç çıkmıyordu. Basireti neden, ne zaman bağlanmıştı Basri’nin? Bunu bulabilir miydi? Bulsa geri çözebilir miydi? Yoksa her şey için çok mu geçti? Basiretini çözebilirse ailesini geri alabilirdi. Alçı dönemi boyunca fikirler geliştirdi. Bu sefer her şeyi doğru yapmak istiyordu. Basiretini çözme projesinin bütün detaylarını not alıyordu. Notlarının başına büyük harflerle ve en özenli yazısıyla BASİRET ÇÖZME YA DA TAMAMEN BAĞLAMA OPERASYONU yazmıştı.

İki ay sonra alçısı çıkarıldı. Alçıyla birlikte koltuk değneklerinin birinden de kurtulup daha rahat hareket edebilmeye başladı. Nalburdan aldığı çimento ve kumla bir harç hazırladı. Sandık odasındaki işe yaramaz küçük camı birkaç tuğlayla kapattı. Elinde kalan harçla ördüğü minik duvarın iç yüzünü güzelce sıvadı. Bayağı düzgün bir iş çıkarmıştı. Karısı görse onunla gurur duyardı ya da defalarca rica ettiği şeyler yerine “böyle lüzumsuzluklarla” uğraştığı için kızardı. Düşününce bu daha yüksek bir ihtimaldi. Getirdiği mutfak tüpünü dışarı koyup tüpün hortumunu kapının altından geçirdi. İşlem başladıktan sonra içgüdüsel olarak kapıyı açmak ya da tüpü kapatmak istemiyordu. O yüzden anahtarı da kapıyı kilitleyince dışarı itti. Hava girmesini engellemek için rulo yaptığı eski bir battaniyeyi kapının altına tıkadı. Kendi mutlak karanlığında yalnızdı artık. Bu operasyondan sağ çıkarsa basiretinin çözüleceğinden emindi. Diğer yandan sağ çıkmayacağından da emindi. Çünkü müthiş bir plan yapmıştı.

Tüpün ağırlaştırdığı odanın havasından derin nefesler çekti, tatlı bir mahmurluk kapladı içini. Zaten bunu bekliyordu. Naif kişiliğine uyumlu, öyle kansız, şiddetsiz, yumuşak biçimde uyuyarak ruhunu teslim edecekti. Uykunun kollarına kendini bıraktı. Bir ihtimal Basri hayatına dair elde ettiği yeni ipucunun ışığında bilincinin derinlerine gömülmüş anıları kazıp çıkarır ya da son zamanlarda pek sefil bulduğu hayat yolculuğunu sona erdirmeyi bu sefer başarırdı. Hafızası oradan oraya atlamaya, Basri’yi hayatının farklı zamanlarında dolaştırmaya başladı.

Basri’nin Durakları

Evde kavga çıkıyo, sınıfta kavga çıkıyo, sokakta kavga çıkıyo… Basri öfkenin geldiği anı

göremiyo. Hangi işaretlerin öfkeye dalalet ettiğini bir türlü anlamıyo. Çünkü bazen kızılan şeye bazen kızılmıyo, bazılarının kızdıklarına bazıları kızmıyo. Yüzünü hatırlamadığı bir ses kulağına, üstüne vazife olmayan işlere karışıp başını derde sokmasını istemediği için, “baktıklarını görme, gördüklerine baksan yeter” diye fısıldıyo. Hayatı boyunca ne zaman kafası karışsa bu ses ona “bakma, görme” diyo. Basri sanki daha az üzülüyo.

Fıkra anlatmayı hiç beceremiyo. Okulun ilk günü “kim fıkra anlatmak ister ya da kim şarkı söylemek ister?” diye sorulduğunda görünmez olmayı diliyo. Tüm cesaretini toplayıp anlatmaya başlarsa kelimenin ortasında nefesi kesiliyo, yutkunmak zorunda kalıyo, herkes tuhaf tuhaf bakıyo. Basri utanıyo, ses fısıldıyo: Anlatma!

Mahallede her oyunun mevsimi oluyo. Basri annesini o oyunun malzemesini almaya ikna edene kadar arkadaşları başka oyuna geçiyo. Boru alınana kadar onlar “çamura çivi saplıyo”. Basri elinde borusu ve külah kâğıtları kenarda bekliyo. Kimse Basri’ye külah nasıl yapılır, nasıl ıslatmadan yalanır öğretmiyo. Basri çamur oyununa da geç kalıyo. Kuzeninden bir torba dolusu misket geliyo. Gıcır gıcır, renk renk cam misketler… Basri misket oynamayı bilmiyo. Annesi bir torba dolusu misketi komşunun oğluna veriyo. Basri’nin torba dolusu ışıltısı gidiyo. Basri ağlıyo, ses fısıldıyo: Hissetme!

Sınıf arkadaşının ailesi aynı köylü, onlara çaya gidiyolar. Herkes salonda oturuyo, bunlara camsız sandık odası düşüyo. Arkadaşı övünüyo, “bizim ev dört odalı, onun için daha çok kira veriyoruz” Basri bakıyo, onların evi üç oda, pek güneş almıyo ama odalar büyük, kira da vermiyolar üstelik. Annesi evde, “bizim de küçük bile olsa sandık odamız olsa, kuruları, bulguru, pirinci koysak, Kalbiye ablanın evi gibi azıcık güneş alsa” diye hayıflanıp duruyo. Basri biliyo, Kalbiye ablalar da kirada oturuyo. Ses fısıldıyo: Kıyaslama!

Okulda öğretmen, arkadaşlarını seviyo, Basri’yi daha az seviyo. Bu nasıl sevgiyse? Arkadaşlarından biri çok akıllı, soru okunurken cevabı söylüyo, tam da bu yüzden dayak yiyo. Öğretmen çocuğun başını tahtaya yaklaştırıyo, gözünü nişan alır gibi kapatıp tahtayla arasını ölçüyo. Sonra çocuğun yanağına tokadı patlatıyo. Çocuk hem tahtadan hem öğretmenden dayak yiyo. Okul çıkışında anneler konuşuyo, “öğretmenin çocuğu olmuyo!” Merhamet için baba olmak mı gerekiyo? Trenci amcanın beş çocuğu var. Hepsini ayrı ayrı, üstüne karısını dövüyo. Yan apartmandaki Adile Naşit’e benzeyen teyzenin hiç çocuğu yok. Üstelik kocasının kaşları da çok çatık ama karısı susayıp camın önüne gelen çocuklara bardak bardak su verince bir şey demiyo. Çaktırmadan gülüyo. Basri görüyo, ses fısıldıyo: Bilme!

Yan komşunun karısı çok para istiyo. Adam da bunalıyo, içip içip silahını masaya koyuyo. “Ya seni vuracağım ya kendimi” diyo. Komşunun çocuğu kapıya geliyo, Basri’nin babası gidiyo, adama sade kahve içiriyo, tabancayı kendi evlerine gönderiyo. Anne büfenin üstüne koyuyo. Adam ertesi gün kapıya geliyo gözleri bir tavanda, bir yerde, “Yenge bizim emanet sizdeymiş. Bana zimmetli de o! Bir kaza çıkmadan…” apartmanın mozaik zemininde sesi kayboluyo. Basri, “Akşam ya onu ya karısını götürüyodu emanet! Emanet kötü bir şey mi? Zimmetlenince bir şey korunuyosa karısını adama, öğrencilerini öğretmene zimmetleseler ya!” diye düşünüyo, ses fısıldıyo: Anlama!

Basri karıştırıyo, zimmet kim, okulu paspaslayan amca mı? O Himmet, Okan’ın babası. Kalbiye ablaların eve fare giriyo. Üç gün Basrilere yemeğe geliyolar. Okanların evine kanalizasyondan hep fare giriyo. Okan’ın kafası kadar. Okan öyle diyo. Gerçi Okan’ın kafası küçük ama fareler büyükmüş, kimin kafası kadarsa artık? Himmet amca yakalamaya çalışıyo. Onları, evlerinde fare varken kimse yemeğe çağırmıyo… Ses fısıldıyo: Düşünme!

Basri, komşu abiye bayılıyo. Onun cesaretinden istiyo. Abi pek yüz vermiyo. Basri yine de etrafında dolanıyo, kendisiyle oynasın diye yalvar yakar oluyo. Bir gün kalbine sığmayan bir sırrı ona anlatıyo. “Kimseye söyleme” diye tembihliyo. Ertesi gün sır patlıyo. Akşam annesi “gel bakalım” diyo. Basri anlıyo, ses fısıldıyo: Güvenme!

Alamancı komşular, yaz tatiline geliyo. İkiz çocukları koltuklarının altında monopol kutusu, ellerinde poşetle solucan şeker, dışarı çıkıyo. Kilimin üstünde, birbirine haciz göndermeden önce solucan şekerler pay ediliyo. Basri çekiniyo, tiksinmiş gibi yapıp almıyo. Herkes şekerleri sündürerek yiyip yalanıyo. Basri pişman oluyo, “başka kaldı mı?” diye soruyo. İkizlerin teki kilime yapışmış bir solucanı işaret ediyo, “bu kaldı ister misin?” diye sırıtıyo. Basri kızarıp yutkunuyo. Ses fısıldıyo: İsteme!

Sınıfta Basri’nin kalemi kayboluyo. Arıyo, bulamıyo. Öğretmen kıpırdanıp durmasına kızıyo. Arkasındaki keçi kulaklı kız omuzuna dokunup sarı bir kurşun kalem uzatıyo. Basri can simidi gibi kaleme sarılıyo. Dersten sonra kıza kalemini geri veriyo. Kız gülüyo, “sana hediyem olsun!” diyo. Basri kızın gözlerindeki ışıltıyı, sesindeki cıvıltıyı duyuyo, kendisine kondurmuyo. Ses fısıldıyo: Sevme!

İdrak

Zihinsel yolculuğunun durakları arasında Basri uyumaya çalıştıkça bir şeyler derin uykuya dalmasını engelliyordu. Halbuki ara ara gelen şu müthiş mide bulantısı ve baş dönmesine rağmen sandık odasının zeminindeki halı rahat bile sayılabilirdi. Biraz kıpırdamaya çalışınca kusma hissi arttı. Geçen sefer yerde yatarken kemiğindeki kırık yüzünden midesinin yine bulandığını hatırlıyordu. Bu sefer kalbi de güm güm atıyordu. Basiret Çözme ya da Tamamen Bağlama Operasyonu başarılı olduysa yavaşlaması gerekmez miydi? Gümbürtü sanki içeriden, kalbinden değil de dışarıdan geliyordu. Kulağının dibinde eski sesi yine duydu. Bu sefer -ne tuhaf, alt komşunun sesine benziyordu ve yıllardır söylediklerinin tersini söylüyordu: “Uyan! Bak! Gör! Kendine gel!” Sonra Basri birden idrak etti. Kendisi henüz farkında olmasa da idrak onun için yeniydi! Yine yapacağını yapmış, muhteşem planını evdeki tüp üzerine kurmuştu. Tüp, Basri, nihai uykusuna geçemeden bitmiş, bu sırada Basri’nin sabahtan beri ses soluk çıkarmamasından şüphelenen komşu onu yoklamaya gelmişti. O, “Kendine gel Basri!” diye bağırarak sandık odasının kapısını yumruklarken, Basri kendisine “Basiretsiz Basri! Yine beceremedin! Hadi büyük tüp almayı akıl edemedin bari küçük tüpü dolusuyla değiştirseydin! Kaldın mı yine böyle basiretsiz? Allah seni bildiği gibi yapsın!” diyordu.

Takside giderlerken, Basri’nin hayatını ikinci kez kurtarmanın haklı gururunu yaşayan komşu ise onun elindeki kusmuk poşetiyle “benim film şeridim de ancak böyle olabilirdi!” diye ağlamasına hiç anlam veremedi.

Esra Duru, Ankara, 17.11.2021.

05 Eylül 2021

KAPİTALİST SİSTEMİN SEVMEYECEĞİ DERSLER

Geçen yıl (2020) 12 Mart’ta, milletimizin adeti olduğu üzere “bize gelmez” diye düşündüğümüz Covid 19 salgını ülkemize giriş yaptı. O tarihte tatil olan okullar, kısa açma denemeleri yapılmakla birlikte, 18 ay sonra ilk kez tüm kademelerde ve tam zamanlı olarak açılıyor. Bugün, o tarihten beri çocuklarıyla evde oturan bir anne olarak benim için de kritik bir geçiş günü.

Dile kolay 18 aylık süreçte bazen hep birlikte bazen ailemizle bazen de kendi kendimize birçok şey yaşadık. Normal bir yılın içinde ramazan ayı bizi nasıl durdurursa, nasıl bir derlenip toparlanma, değerlendirme yaptırırsa onun gibi Covid 19 sürecinin ilk zamanlarında birçok yüzleşme yaşadık. Çevreye, ailemize, kendimize ne kadar hoyrat davrandığımızı, bize bağışlanan nimetleri müsrifçe kullandığımızı, günlük tempomuzda şikâyet edip durduğumuz rutinlerimizin dahi özlenebileceğini idrak ettik.

Çocuklarımızı bilmem ama ben onlarla geçirdiğimiz bu süreçte zaman zaman sabır denemeleri yapsak da her anı için şükrettim. Aslında müthiş sabırlı falan değilim. Sadece “evde kal”manın, hayatın yoğun akışından meşru bir şekilde ödünç alınmış zamanlar olduğunu düşünüyorum. Ailenin tüm bireyleri, hayatlarının içinde bulundukları döneminden sonra hızlı bir sürece başlayacaklar ve arkalarına bile bakmadan hiç durmadan ilerleyeceklerdi. Hızla büyüyor, sorumluluk alanlarını genişletiyorlardı. Aileden uzaklaşma, gerçek dünyayı keşfedip tadına bakma ve bu sırada aile bağlarını yer yer zayıflatma zamanları gelmişti. Covid 19 süreci, tam bu sırada bizim tamamen kontrolümüz dışında hayatta bir cep oluşturdu. Otobandan/köprüden önce son çıkış gibi. Tüm aile hep birlikte evde kaldığımız süreçte, kıyafetlerimizi, ilgilerimizi, meraklarımızı, hayranlıklarımızı, anılarımızı, çekmecelerimizi, dolaplarımızı elden geçirdik. Bazen onararak, toplayarak, katlayıp yeniden yerleştirerek bazen de kırılıp incinerek, yaraların üstünü kapatarak ilerledik. Bunlar, oluşturduğu korku ve gerilimin yanı sıra bizi dostlarımızdan, sosyal hayattan ayırdığı için artık tamamlanmasını umduğumuz sürecin kişisel ya da aile olarak bizde bıraktığı izler oldu.

Bu günleri yaşarken ülke olarak bazı tespitler yapabilmeyi, tespitlerin ışığında kalıcı iyileştirmeler, güzelleştirmeler, yeniden yapılandırmalar gerçekleştirmeyi hayal ettik. Bunlardan en önemlisi eğitim alanında olabilirdi. Çocuklarımızın haftanın beş günü sekiz saat okulda vakit geçirmesinin aslında gerekmediğini görüp onlara (hani sürekli övülen Finlandiya modeli gibi) haftanın belli günlerinde eğitim, belli günlerinde kendi seçtikleri atölyelerde çalışma, gelişme imkânı sunabilseydik. Böylece çocuklarımızın varsa başka eğilimlerini ortaya çıkarıp geliştirebilirdik. Çocuklar odağı sınav olmayan bir eğitim sisteminde gerçekten eğitilir, okuldan kalan zamanlarda kültür sanat faaliyetlerine daha çok vakit ayırabilirdi. Bu sayede hayatın inceliklerinden anlayan, zevk alan nesiller yetiştirebilir, bu nesillere incitici, dışlayıcı, etiketleyen harf isimlendirmeleri yapmak yerine geçmiş kuşaklarla kaynaşabilecekleri, empati kurabilecekleri gereksiz hırslardan arınmış bir hayat tarzı sunabilirdik. Birbirinden kopuk, öfkeli bireylerin bulunduğu, verimsiz aileler yerine, hatamızla, sevabımızla kabul göreceğimizi bildiğimiz sevgi dolu ailelerimiz olabilirdi.  

Özellikle kamuda, çalışanlara haftanın belli günlerinde işyerlerinde, belli günlerde evde çalışabilecekleri bir çalışma takvimi uygulayabilirdik. Böylece ailelerin çocuklarıyla daha sağlıklı bağlar geliştirmesini temin edebilir, çocukların aile içi eğitimlerinde anne ile babanın daha adil rol almasını sağlayabilirdik. Hatta eşler, genellikle kadınların sorumluluğu olarak görülen ev içi sorumlulukları paylaşmayı öğrenebilirlerdi. Bu arada plazalarda kiralanan işyerlerinde daha az elektrik, su, doğalgaz tüketimi olurdu. İşyerlerine yüzlerce insanı taşıdığımız servislerden tasarruf eder, hava kirliliğini de bir ölçüde önleyebilirdik. İnsanların boş zamanları kalacağı için daha çok spor yapmaları, kültürel aktivitelere katılmaları söz konusu olabilirdi. Obeziteyi, depresyonu önleyebilirdik. Toplum olarak daha sakin, enerjisini daha verimli kullanan insanlara dönüşebilirdik.

Denklemdeki asıl sorun!

Bu öneriler, bazı insanlara, hacca giden her Türk’ün daha verimli hac ziyaretleri için dünya kadar parlak öneride bulunması gibi gelebilir. Hatta bu yazdıklarımın daha çoğunu, daha iyisini, daha ayrıntılısını düşünen başkaları olmuştur. Ben de yazmama rağmen bu önerilerin hayata geçirilemeyeceğini biliyorum. Çünkü israfı önleyen, insana saygı duyan öneriler, düzenlemeler genellikle sistemi yıkacağı için sistem tarafından engellenir. Mesela kahvaltısını evde yaptığı için kantinden alışveriş yapmayan bir çocuk artık müşteri olmaz. Aile sofrasında çayını içtiği veya o gün evden çalıştığı için plaza girişindeki kahve satıcısından plastik kapaklı kahve satın almayan çalışan, müşteri sayılmaz. Tamamen camdan inşa edildiği için kışın soğuk, yazın sıcak plazalarda klimaları kökleyen insanları ısıtmaya-soğutmaya para harcamayan şirket, verimli bir müşteri olmaz. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Öte yandan önerilerimizin sağlıklı olabilmesi için bunca kafenin, restoranın, kreşin, taksinin vs. iş imkânı sunduğu insanlar ne olacak, düşünmek gerek tabi. Bu da bizi yazının başlığına döndürüyor. Kapitalist sistemin sevmeyeceği dersleri, insanlığın iyiliği için hep birlikte düşünmeliyiz. Covid 19’un en hayırlı sonucu bu olsa yetmez mi?

https://www.hertaraf.com/haber-kapitalist-sistemin-sevmeyecegi-dersler-esra-duru-7555

Esra Özer Duru, Ankara, 5 Eylül 2021.

 


Taze Taze Hikâyeler

BEKLEME ODASI

Mart ayı ortalarıydı. Hava, okullardaki mevsim tablolarında her zaman bahara dahil edilmesine rağmen, yıllardır rolüne direnen bu aya yakışı...

Yeni Yazılardan Haberdar Olun

Kaçırmayın!