covid 19 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
covid 19 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

02 Kasım 2021

IŞIKLI HARİTALAR

Aylardır Covid 19’un insanların akciğerlerinde bıraktığı hasarı incelemek için çekilen tomografilerin raporlarını yazıyordu. Meslekte yeni değildi. Ama bu salgın sırasında gördüğü yoğunluğu hiç yaşamamıştı. Çalışma yöntemleri daha önce de aynıydı. Değişen yoğunluk olmuştu. Ekranı daha iyi görebilmeleri için loş aydınlatılmış odada, bedenini hareket ettirememekten sıkılınca sanki işe yarıyormuş gibi sert zeminde sandalyeyle ileri geri dolaşırdı. Bir eli sürekli farenin üstünde, bileği masanın kenarına dayalı, gözleri ekranda, beş altı hastada bir ara verir; sırtını, boynunu esnetirdi. Boyun, bel ve sırtları için ortopedik yastıklar, aparatlar alıyorlardı. Hatta el bilekleri için masaya yaslı durmanın ve sürekli parmakları çalıştırmanın hasarına karşı bilek yastıkları kullanıyorlardı ama gözlerini, zihinlerini dinlendirmek için yapılabilecek çok şey yoktu. Herkes gibi o da kendi yöntemini geliştirmişti. Gözlerini zaman zaman kapatır, hafızasına kaydettiği güzel manzaraları ya da çok sevdiği yağlı boya tabloları aklında canlandırırdı. En çok da Monet’nin eserleri gelirdi gözünün önüne. Birkaç dakika o manzaranın ya da tablonun içine girer, bir süreliğine oranın parçası olurdu. Bu yöntem, gözlerine kum dolmuş gibi hissetmeden, bir süre daha çalışabilmesini sağlardı.

İhtisası gereği hastalarla doğrudan muhatap olmuyordu. Ama tomografilerini incelediği akciğerlerin sahiplerinin nefes almaya çalışırken yaşadıklarını düşünmek onu bunaltmış, sanki kendisi nefessiz kalmıştı. Vakalar biraz düşüp yoğun bakımlardaki hasta sayıları azalmışken buldukları ilk fırsatta annesiyle bir tatile çıkmışlardı. Derin nefesler alıp göğsünü genişletebilmek ve kalabalıktan uzak olmak için bir Anadolu şehrini seçmişlerdi.

Geldikleri bu küçük şehirde hayat, günlük akışında ve güzeldi. Turizmden çok tarımla geçimini temin eden insanlar, mevsimlik döngülere, tabiat olaylarına uygun bir takvimle yaşıyorlardı. Burada tarhana, turşu, kurutmalık yapmak için hala ayın evrelerine bakılıyor, çocukların doğum tarihleri akılda tutulurken; çiçeklerin meyveye durma, meyvelerin olgunlaşma, toplanma zamanları esas alınıyordu. Tevekkül etmek sanki daha kolaydı. Tatil, günlük akışını programlamaya alışan şehir insanının sınırlarını bir miktar esnetebiliyordu. O da bu esnekliğin tadını çıkarmaya, salgında iyice artan kontrol merakını azaltmaya karar vermişti.

Bir sabah kahvaltıdan sonra annesiyle etraftaki küçük tepelerde yürüyüşe çıktılar. Güzel bir Mayıs günüydü. Börtü böcek uçuşuyor, bozkırın baharında tam bir şölen yapan kokulu minik kır çiçekleri her yeri güzelleştiriyordu. Havada her bir çiçeğin kendine özgü kokusunun karıştığı, esinti gibi hafif bir rayiha vardı. Tatlı ve sallapati bir köpek peşlerine takıldı. Kuyruğunu keyifle salladıkça poposu çarpılıyor, sakar ve komik görünüyordu. Biraz soluklanmak için gördükleri beyaz kayanın üstüne oturdular. Tam tepeye ulaşmadıkları halde manzara açık ve güzeldi. Baktıkları her yer çalışırken gözünün önüne getirdiği yağlı boya tabloları hatırlatıyordu. Annesiyle yaptıkları bu yürüyüş ellerinde şemsiye olmasa da Monet’nin meşhur Gelincikler tablosunu andırıyordu.

Durdukları yerin az ilerisinde mevsimlik işçilerin ailelerinin oluşturduğu küçük topluluğu gördüler. Çadırlarının önündeki otların üstüne kilimler, minderler sermişler, ağaç dallarının arasına çamaşır ipi germişler, küçük düzlüğü sofalı bir eve dönüştürmüşlerdi. Okul çağına ulaşmamış birkaç çocuk etrafta, el dokuması bir halı gibi görünen otların üstünde koşturuyor, kilimlerin üstünde ise emekleyen ya da yeni yeni yürüyen küçükler yanlarında el işi yapan ablaların gözetiminde oynuyordu. Birkaç kadın büyük kara taşların arasına kurdukları ocağın etrafında, hayali mutfaklarında çalışıyorlardı. Ocağın üstünde dışı isten kararmış geniş tencerede bir şey pişiyor, bir kadın ayran yapıyor, bir diğeri daha önce ıslattıkları yufka ekmekleri katlayıp bir bezin arasına sarıyordu. Acıktıkları belli olan çocuklar, olmayan mutfak duvarının dışında oynuyor, hazırlanmakta olan sofraya kaçamak bakışlar atıyorlardı. Peşlerindeki köpeğin çocuklara katılmasıyla neşeli bir koşuşma oldu. Kilimin üstünde el işlerine dalıp gitmiş ablaların arkasındaki bir ufaklıksa kopan gürültüye hiç aldırmadı. Bütün dikkatini elinde tuttuğu şeye yoğunlaştırmıştı. Uğraştığı her neyse öyle çok enerjisini alıyordu ki yanakları ıkınır gibi kızarmıştı.

Anne kız selam verip yaklaştılar. Annesi mutfakta iş yapan kadınların yanına yaklaşırken o tıpkı çocukluğundaki gibi kilimin üstünde oturanlara yöneldi. Çocuğun elindekini merak ediyordu. İşleriyle ilgilenen büyüklere selam verip gönüllerini aldı. Sonra küçük çocuğun yanına çömeldi. Ancak o zaman onun neden ıkındığını görebildi. Küçüğün elinde nereden bulduysa plastik bir su şişesi vardı. Belli ki bir süredir şişenin kapağını açmaya çalışıyor ama başaramıyordu. Küçük avucu kapağın desenleri şeklinde kızarmıştı. Kapağı çekiyor, çevirmeye çalışıyor, ama yöntemi bilmeden çabaladığı için muvaffak olamıyordu. Belli ki susamıştı da… Bu iş tüm enerjisini aldığından başka yaramazlıklar yapamıyordu. Ona ve diğer ufaklıklara göz kulak olmakla görevli ablalar bu durumdan memnun oldukları için kapağı açıvermiyorlardı.

Yanındaki gölgeden rahatsız olan çocuk kaşlarının altından dik dik bakıp şişesini arkasına kaçırdı. Gölgenin sahibi onu elinden alabilirdi. Zaten şu ilerdeki gürültücü düşmanlar sık sık sataşıyorlardı. Şişeyi korumalıydı. Çocuklar tatlı bir sesle konuşmaya başladı. Bizimki çok hızlı yumuşadı. Yeni ablaya gülücükler atarken ondan yardım isteyebileceğine karar verdi. Hazinesini çekingen ama umut dolu gözlerle uzattı. Yarım yamalak kelimeleriyle şişeyi açmasını istedi. Şişeyi açıp çocuğun eline vermek kolaydı. Nasıl yapılacağını öğretmekse daha kalıcı bir sonuçtu. Bu sonuç pek çok kişiyi memnun etmeyecekti ama zavallı küçük, suyunu kendisi içebilecekti. Pek kafa yormadı. Çocuğun elini kavrayıp şişeyi uygun açma pozisyonunda tutturdu. Diğer elini kapağın üstüne yerleştirdi. Küçük avuca kapak tam oturdu. O da dışından kavrayıp kapağı çocuğa çevirtti. Kapağın açılışı sırasında çocuğun yüzündeki aydınlanma her şeye değerdi. Muzaffer komutan edasıyla şişeden koca bir yudum aldı. Ablasının rehberliğinde şişeyi yeniden kapatmayı da öğrendi. İşlem tamamdı.   

Onlar uğraşırken ocak başındaki kadınların yemek davetini iletmeye yanlarına gelen annesi, bir bakışta durumu anlayıp, “Beğendin mi yaptığını? Şimdi annesi uğraşsın dursun. Böyle muzır işler hep senin başının altından çıkar” diye söylendi. Aklına birkaç ay önce hastaneye alınan FMRI cihazının kaydettiği beyin görüntüleri gelirken annesinin sesi kulaklarından silindi. Hastanenin radyoloji bölümünün katıldığı toplantıda, nadir bir görüntüleme teknolojisi olan FMRI anlatılmış, aletin beyni nasıl görüntülediği hakkında slaytlar eşliğinde detaylı bir sunum yapılmıştı. Cihaz, insan konuşurken, yazarken, bir anıyı düşünürken beyninin hangi bölgelerinin çalıştığını görüntüleyebiliyor, böylece faal hale geldiği için renklenen beyin bölgelerinden bir nevi ışık haritası elde edilebiliyordu. İnsan yeni bir şey öğrendiğinde daha önce siyah beyaz görünen bir beyin kesiti, şehrin o kısmına elektrik gelmiş gibi sinyallerle aydınlanıyor, renkleniyordu. Yeni becerisinin tadını çıkartmak için ha bire kapağı açıp bir yudum alan sonra mutlulukla geri kapatan çocuğu izledi. Gerçekten bu kadar su içmenin sonu çocuğa bolca çiş hatta altına kaçırma vakası olarak dönecekti. Sanki çocuğun annesiymiş gibi sitemli sitemli söylenip duran annesine, “Düşünsene anne! Onun henüz çocuk olduğu için karanlık görünen genç beyninde minik bir ışık yaktım. Biraz çişe değer bence” demedi. Rengarenk çiçeklerle dolu kırları ya da yıldızlarla dolu gökyüzünü gösteren yağlı boya bir tablonun tadını çıkarmakla meşguldü.

Esra Özer Duru, Ankara, 19.10.2021.

05 Eylül 2021

KAPİTALİST SİSTEMİN SEVMEYECEĞİ DERSLER

Geçen yıl (2020) 12 Mart’ta, milletimizin adeti olduğu üzere “bize gelmez” diye düşündüğümüz Covid 19 salgını ülkemize giriş yaptı. O tarihte tatil olan okullar, kısa açma denemeleri yapılmakla birlikte, 18 ay sonra ilk kez tüm kademelerde ve tam zamanlı olarak açılıyor. Bugün, o tarihten beri çocuklarıyla evde oturan bir anne olarak benim için de kritik bir geçiş günü.

Dile kolay 18 aylık süreçte bazen hep birlikte bazen ailemizle bazen de kendi kendimize birçok şey yaşadık. Normal bir yılın içinde ramazan ayı bizi nasıl durdurursa, nasıl bir derlenip toparlanma, değerlendirme yaptırırsa onun gibi Covid 19 sürecinin ilk zamanlarında birçok yüzleşme yaşadık. Çevreye, ailemize, kendimize ne kadar hoyrat davrandığımızı, bize bağışlanan nimetleri müsrifçe kullandığımızı, günlük tempomuzda şikâyet edip durduğumuz rutinlerimizin dahi özlenebileceğini idrak ettik.

Çocuklarımızı bilmem ama ben onlarla geçirdiğimiz bu süreçte zaman zaman sabır denemeleri yapsak da her anı için şükrettim. Aslında müthiş sabırlı falan değilim. Sadece “evde kal”manın, hayatın yoğun akışından meşru bir şekilde ödünç alınmış zamanlar olduğunu düşünüyorum. Ailenin tüm bireyleri, hayatlarının içinde bulundukları döneminden sonra hızlı bir sürece başlayacaklar ve arkalarına bile bakmadan hiç durmadan ilerleyeceklerdi. Hızla büyüyor, sorumluluk alanlarını genişletiyorlardı. Aileden uzaklaşma, gerçek dünyayı keşfedip tadına bakma ve bu sırada aile bağlarını yer yer zayıflatma zamanları gelmişti. Covid 19 süreci, tam bu sırada bizim tamamen kontrolümüz dışında hayatta bir cep oluşturdu. Otobandan/köprüden önce son çıkış gibi. Tüm aile hep birlikte evde kaldığımız süreçte, kıyafetlerimizi, ilgilerimizi, meraklarımızı, hayranlıklarımızı, anılarımızı, çekmecelerimizi, dolaplarımızı elden geçirdik. Bazen onararak, toplayarak, katlayıp yeniden yerleştirerek bazen de kırılıp incinerek, yaraların üstünü kapatarak ilerledik. Bunlar, oluşturduğu korku ve gerilimin yanı sıra bizi dostlarımızdan, sosyal hayattan ayırdığı için artık tamamlanmasını umduğumuz sürecin kişisel ya da aile olarak bizde bıraktığı izler oldu.

Bu günleri yaşarken ülke olarak bazı tespitler yapabilmeyi, tespitlerin ışığında kalıcı iyileştirmeler, güzelleştirmeler, yeniden yapılandırmalar gerçekleştirmeyi hayal ettik. Bunlardan en önemlisi eğitim alanında olabilirdi. Çocuklarımızın haftanın beş günü sekiz saat okulda vakit geçirmesinin aslında gerekmediğini görüp onlara (hani sürekli övülen Finlandiya modeli gibi) haftanın belli günlerinde eğitim, belli günlerinde kendi seçtikleri atölyelerde çalışma, gelişme imkânı sunabilseydik. Böylece çocuklarımızın varsa başka eğilimlerini ortaya çıkarıp geliştirebilirdik. Çocuklar odağı sınav olmayan bir eğitim sisteminde gerçekten eğitilir, okuldan kalan zamanlarda kültür sanat faaliyetlerine daha çok vakit ayırabilirdi. Bu sayede hayatın inceliklerinden anlayan, zevk alan nesiller yetiştirebilir, bu nesillere incitici, dışlayıcı, etiketleyen harf isimlendirmeleri yapmak yerine geçmiş kuşaklarla kaynaşabilecekleri, empati kurabilecekleri gereksiz hırslardan arınmış bir hayat tarzı sunabilirdik. Birbirinden kopuk, öfkeli bireylerin bulunduğu, verimsiz aileler yerine, hatamızla, sevabımızla kabul göreceğimizi bildiğimiz sevgi dolu ailelerimiz olabilirdi.  

Özellikle kamuda, çalışanlara haftanın belli günlerinde işyerlerinde, belli günlerde evde çalışabilecekleri bir çalışma takvimi uygulayabilirdik. Böylece ailelerin çocuklarıyla daha sağlıklı bağlar geliştirmesini temin edebilir, çocukların aile içi eğitimlerinde anne ile babanın daha adil rol almasını sağlayabilirdik. Hatta eşler, genellikle kadınların sorumluluğu olarak görülen ev içi sorumlulukları paylaşmayı öğrenebilirlerdi. Bu arada plazalarda kiralanan işyerlerinde daha az elektrik, su, doğalgaz tüketimi olurdu. İşyerlerine yüzlerce insanı taşıdığımız servislerden tasarruf eder, hava kirliliğini de bir ölçüde önleyebilirdik. İnsanların boş zamanları kalacağı için daha çok spor yapmaları, kültürel aktivitelere katılmaları söz konusu olabilirdi. Obeziteyi, depresyonu önleyebilirdik. Toplum olarak daha sakin, enerjisini daha verimli kullanan insanlara dönüşebilirdik.

Denklemdeki asıl sorun!

Bu öneriler, bazı insanlara, hacca giden her Türk’ün daha verimli hac ziyaretleri için dünya kadar parlak öneride bulunması gibi gelebilir. Hatta bu yazdıklarımın daha çoğunu, daha iyisini, daha ayrıntılısını düşünen başkaları olmuştur. Ben de yazmama rağmen bu önerilerin hayata geçirilemeyeceğini biliyorum. Çünkü israfı önleyen, insana saygı duyan öneriler, düzenlemeler genellikle sistemi yıkacağı için sistem tarafından engellenir. Mesela kahvaltısını evde yaptığı için kantinden alışveriş yapmayan bir çocuk artık müşteri olmaz. Aile sofrasında çayını içtiği veya o gün evden çalıştığı için plaza girişindeki kahve satıcısından plastik kapaklı kahve satın almayan çalışan, müşteri sayılmaz. Tamamen camdan inşa edildiği için kışın soğuk, yazın sıcak plazalarda klimaları kökleyen insanları ısıtmaya-soğutmaya para harcamayan şirket, verimli bir müşteri olmaz. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Öte yandan önerilerimizin sağlıklı olabilmesi için bunca kafenin, restoranın, kreşin, taksinin vs. iş imkânı sunduğu insanlar ne olacak, düşünmek gerek tabi. Bu da bizi yazının başlığına döndürüyor. Kapitalist sistemin sevmeyeceği dersleri, insanlığın iyiliği için hep birlikte düşünmeliyiz. Covid 19’un en hayırlı sonucu bu olsa yetmez mi?

https://www.hertaraf.com/haber-kapitalist-sistemin-sevmeyecegi-dersler-esra-duru-7555

Esra Özer Duru, Ankara, 5 Eylül 2021.

 


Taze Taze Hikâyeler

BEKLEME ODASI

Mart ayı ortalarıydı. Hava, okullardaki mevsim tablolarında her zaman bahara dahil edilmesine rağmen, yıllardır rolüne direnen bu aya yakışı...

Yeni Yazılardan Haberdar Olun

Kaçırmayın!