Çocuklarımızı bilmem ama ben onlarla geçirdiğimiz bu süreçte
zaman zaman sabır denemeleri yapsak da her anı için şükrettim. Aslında müthiş
sabırlı falan değilim. Sadece “evde kal”manın, hayatın yoğun akışından meşru
bir şekilde ödünç alınmış zamanlar olduğunu düşünüyorum. Ailenin tüm bireyleri,
hayatlarının içinde bulundukları döneminden sonra hızlı bir sürece
başlayacaklar ve arkalarına bile bakmadan hiç durmadan ilerleyeceklerdi. Hızla
büyüyor, sorumluluk alanlarını genişletiyorlardı. Aileden uzaklaşma, gerçek
dünyayı keşfedip tadına bakma ve bu sırada aile bağlarını yer yer zayıflatma
zamanları gelmişti. Covid 19 süreci, tam bu sırada bizim tamamen kontrolümüz
dışında hayatta bir cep oluşturdu. Otobandan/köprüden önce son çıkış gibi. Tüm
aile hep birlikte evde kaldığımız süreçte, kıyafetlerimizi, ilgilerimizi,
meraklarımızı, hayranlıklarımızı, anılarımızı, çekmecelerimizi, dolaplarımızı
elden geçirdik. Bazen onararak, toplayarak, katlayıp yeniden yerleştirerek
bazen de kırılıp incinerek, yaraların üstünü kapatarak ilerledik. Bunlar,
oluşturduğu korku ve gerilimin yanı sıra bizi dostlarımızdan, sosyal hayattan
ayırdığı için artık tamamlanmasını umduğumuz sürecin kişisel ya da aile olarak
bizde bıraktığı izler oldu.
Bu günleri yaşarken ülke olarak bazı tespitler yapabilmeyi,
tespitlerin ışığında kalıcı iyileştirmeler, güzelleştirmeler, yeniden
yapılandırmalar gerçekleştirmeyi hayal ettik. Bunlardan en önemlisi eğitim
alanında olabilirdi. Çocuklarımızın haftanın beş günü sekiz saat okulda vakit
geçirmesinin aslında gerekmediğini görüp onlara (hani sürekli övülen Finlandiya
modeli gibi) haftanın belli günlerinde eğitim, belli günlerinde kendi seçtikleri
atölyelerde çalışma, gelişme imkânı sunabilseydik. Böylece çocuklarımızın varsa
başka eğilimlerini ortaya çıkarıp geliştirebilirdik. Çocuklar odağı sınav
olmayan bir eğitim sisteminde gerçekten eğitilir, okuldan kalan zamanlarda
kültür sanat faaliyetlerine daha çok vakit ayırabilirdi. Bu sayede hayatın
inceliklerinden anlayan, zevk alan nesiller yetiştirebilir, bu nesillere
incitici, dışlayıcı, etiketleyen harf isimlendirmeleri yapmak yerine geçmiş
kuşaklarla kaynaşabilecekleri, empati kurabilecekleri gereksiz hırslardan
arınmış bir hayat tarzı sunabilirdik. Birbirinden kopuk, öfkeli bireylerin
bulunduğu, verimsiz aileler yerine, hatamızla, sevabımızla kabul göreceğimizi
bildiğimiz sevgi dolu ailelerimiz olabilirdi.
Özellikle kamuda, çalışanlara haftanın belli günlerinde işyerlerinde, belli günlerde evde çalışabilecekleri bir çalışma takvimi uygulayabilirdik. Böylece ailelerin çocuklarıyla daha sağlıklı bağlar geliştirmesini temin edebilir, çocukların aile içi eğitimlerinde anne ile babanın daha adil rol almasını sağlayabilirdik. Hatta eşler, genellikle kadınların sorumluluğu olarak görülen ev içi sorumlulukları paylaşmayı öğrenebilirlerdi. Bu arada plazalarda kiralanan işyerlerinde daha az elektrik, su, doğalgaz tüketimi olurdu. İşyerlerine yüzlerce insanı taşıdığımız servislerden tasarruf eder, hava kirliliğini de bir ölçüde önleyebilirdik. İnsanların boş zamanları kalacağı için daha çok spor yapmaları, kültürel aktivitelere katılmaları söz konusu olabilirdi. Obeziteyi, depresyonu önleyebilirdik. Toplum olarak daha sakin, enerjisini daha verimli kullanan insanlara dönüşebilirdik.
Denklemdeki asıl sorun!
Bu öneriler, bazı insanlara, hacca giden her Türk’ün daha
verimli hac ziyaretleri için dünya kadar parlak öneride bulunması gibi
gelebilir. Hatta bu yazdıklarımın daha çoğunu, daha iyisini, daha ayrıntılısını
düşünen başkaları olmuştur. Ben de yazmama rağmen bu önerilerin hayata
geçirilemeyeceğini biliyorum. Çünkü israfı önleyen, insana saygı duyan
öneriler, düzenlemeler genellikle sistemi yıkacağı için sistem tarafından
engellenir. Mesela kahvaltısını evde yaptığı için kantinden alışveriş yapmayan
bir çocuk artık müşteri olmaz. Aile sofrasında çayını içtiği veya o gün evden
çalıştığı için plaza girişindeki kahve satıcısından plastik kapaklı kahve satın
almayan çalışan, müşteri sayılmaz. Tamamen camdan inşa edildiği için kışın
soğuk, yazın sıcak plazalarda klimaları kökleyen insanları ısıtmaya-soğutmaya
para harcamayan şirket, verimli bir müşteri olmaz. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Öte yandan önerilerimizin sağlıklı olabilmesi için bunca kafenin, restoranın,
kreşin, taksinin vs. iş imkânı sunduğu insanlar ne olacak, düşünmek gerek tabi.
Bu da bizi yazının başlığına döndürüyor. Kapitalist sistemin sevmeyeceği
dersleri, insanlığın iyiliği için hep birlikte düşünmeliyiz. Covid 19’un en
hayırlı sonucu bu olsa yetmez mi?
https://www.hertaraf.com/haber-kapitalist-sistemin-sevmeyecegi-dersler-esra-duru-7555
Esra Özer Duru, Ankara, 5 Eylül 2021.