Hayal Kırıklarını Şişelere Dolduran Adam
Yaşlı adamın küçük bir dükkânı vardı. Yıllardır
biriktirdiği minik cam şişeleri el yapımı, ahşap raflara dizerdi. Bu kasabaya
çok eskiden yerleşmiş, sessiz sakin, kimseye zararı olmayan bir ihtiyardı. Ama kasabalılarla
sıkı fıkı bir bağ da kuramamıştı. Dükkân komşuları arasında gençliğini
hatırlayan kimse yoktu. Sanki oraya geldiğinde bu yaştaydı. Herkes, sabahları
erkenden açıp akşama kadar şişelere bir şey doldurduğu dükkânının önünden
geçer, ama bir şey almayı düşünmezdi. Kasabaya geldiği ilk günlerde siftah
yapmak için ziyaret etmişler, elle tutulur, gözle görülür bir şey satmadığını
anladıklarında bir daha uğramamışlardı. Ne de olsa millete somut şeyler
lazımdı. Onlar belli bir para verir, karşılığında mesela iki kilo domates
alırlardı. Zaten almadan vermek sadece Allah’a mahsustu.
Erbabına!
İhtiyar adam, sabahları erkenden dükkânını açar,
içeriyi süpürdükten sonra raflara özenle dizdiği şişelerin tozlarını alırdı. İşi
bitince tek tek, konuşa konuşa, hangi şişede ne olduğunu bilerek, yerlerini hiç
karıştırmadan, şişeleri raflara geri koyardı. Arkasına saklandığı, cilası camdan
vuran güneşle kurumuş ve kavlamış masasının tozunu alır, tam ortasına büyük not
defterini yerleştirirdi. Şişelerin hiçbirinde etiket yoktu. Besbelli hangi
şişede ne olduğu bu büyük defterde yazıyordu. Kasaba sakinleri öyle olduğunu
tahmin ediyordu. Dükkânın içi temizdi ancak ihtiyar vitrine pek önem vermezdi.
Ne de olsa sattığı şeyler erbabı içindi. Onun için vitrin parlatıp reklam
yapmanın anlamı yoktu. Sessiz sessiz gelir, dükkanını açar, şişelerinin tozlarını
alırdı.
Çocuklar bilseydi…
Kasabalar küçük yerlerdi ve yabancı bir yüz hemen
dikkat çekerdi. Bu yüzden ihtiyar adamın kasabaya kabul edilişi biraz sancılı olmuştu.
Geldiği ilk zamanlar çocukların tacizleri başta olmak üzere epey badire
atlatmıştı. Hatta bugüne kadar, kasaba sakinlerinin ilk girişimleri dışında,
dükkâna giren çıkan görülmemişti. Çocuklar ihtiyarın şişelerinde neler olduğunu
bilselerdi, herhalde çok sevinirdi.
Hayallerin hayalleri
Şişelerin içine yakından bakıldığında bile hiçbir şey
görünmüyordu. Aslında ihtiyar, şişelere hem kendisinin hem de tanıdığı
insanların gerçekleşmeyen hayallerini dolduruyordu. O kadar çoktu ki bunlar; vazgeçilmiş,
unutulmuş, vaktiyle kurulmuş ama sonra bir kenara atılmış bir sürü hayal. İhtiyar
adam bunları bulur, terk edildikleri yerden çekip alır, hiç olmazsa
yalnızlıklarını başka gerçekleştirilmemiş hayallerle paylaşabilmeleri için
dükkanına getirip şişelere doldururdu. Alnının zaten derin çizgilerini tekrar
tekrar kırıştırarak, hayallerle konuşur, onların neden bu hale düştüklerini
yaşlı kafasında anlamaya çalışırdı. Sonra onları avutur, bir gün bir yerde
gerçekleşebileceklerine dair bir hayal verirdi her birine. Hayallerin de
hayalleri vardı yani. İhtiyar, bunun boş bir hayal olduğunu düşünse de engel
olamıyordu kendisine. Çünkü ona göre hayali olmayan bir insan boş bir cam
şişeye benzerdi. Onun için herkesin küçük büyük bir hayali olmalıydı mutlaka.
Şişelerdeki
sır
İhtiyar adam ölüme yaklaştığını anlayınca topladığı
bunca hayalin ziyan olmasını istemedi. Onun için kasabalının kendisinden hiç
ummadığı bir çeviklikle, bütün dükkanları, bütün evleri dolaşıp herkesin küçük
meydana toplanmasını istedi. Hani büyük çeşmenin oradaki, caminin karşısındaki.
Merakla toplandı kasabalılar. İnsanlar birbirleriyle fısıldaşıyor, ihtiyarın
kendilerini buraya neden çağırdığını anlamaya çalışıyorlardı.
Adam, dükkanındaki bütün şişeleri dizdiği arabayı, kan
ter içinde itekleyerek meydana vardı. Şişelerin hepsi raflardaki gibi özenle
dizilmişti arabaya. Arabasını çeşmenin yanına yaklaştıran adam, yalağın
kenarına çıktı. Böylece herkesi görebilecekti. Bugüne kadar nadiren duyulmuş
olan sesindeki pürüzü giderebilmek için bir iki kez kısa kısa öksürdü.
Şapkasını düzeltti. Yeleğinin cebindeki saatine baktı, saatinin zincirine
dokundu sevgiyle. Kalabalık sabırsızdı. Yağmur havası yoktu ama olsun çabuk
konuşsundu ihtiyar adam, belki yağmur yağardı. Küçük kasaba için adamın varlığı
zaten zorken, bir de onu dinlemek için toplanmış olmak çekilmezdi.
Kısa konuşacaktı adam. Çeşmenin yalağından inerek, arabasından mantar tıpalı şişelerden birini aldı. Kalabalığa şöyle bir baktı. Çocuklar meraktan kıpır kıpırdı. Onların arkasında duran bir kadına baktı. Kadın, ihtiyar adamın, gerçekleştiremediği bütün hayalleri gözlerinden okuduğunu sandı, gözlerini sakladı. Adam, şişeyi uzattı ona, içinde başörtüsü yüzünden vazgeçtiği okulu olduğunu söyledi. Sonra kendisi gibi yaşlı görünen bir adama yöneldi: “Üniformalı oğlunla çektirmek istediğin fotoğraf var bu şişede.” Bir başkasına başka bir şişe verdi, “annen doktorsuzluktan ölünce olmaya söz verdiğin ama yasaklar yüzünden yapamadığın mesleğin”. Bir diğerine uzattı şişesini “vicdani gelgitlerin” diye. Başka
birine verdi şişeyi, “bir türlü verim alamadığın salatalık fidelerin”… “Sahibi olamadığın evin”, “alamadığın traktör”, “görmeyi çok istediğin okyanus”…Özgür
bir ülke…
Çok sevdiği şişelerin her birini tek tek sahiplerine
verdi. Geride tek bir şişe kaldı. Herkes merak içinde gözünü dikmiş şişeye
bakıyordu. Adam uzanıp şişeyi eline aldı. “Bu” dedi “benim hayalim. Yıllarca
bekledim onu, gerçekleşmeyeceğini bile bile. Bu küçücük şişenin içinde özgür
bir ülke hayali vardı”.
Ve adam batmakta olan güneşe doğru yürüdü. Kasabalı,
ellerinde mantar tıpalı şişeler, meydanda öylece kalakaldı. Küçük dükkânındaki
şişelerde hayaller biriktiren yaşlı adamı bir daha gören olmadı.
Esra Özer Duru, Ankara, Turuncu Dergisi, Mayıs 2007, gözden
geçirme Temmuz 2021.