Aylardır Covid 19’un insanların akciğerlerinde bıraktığı hasarı incelemek için çekilen tomografilerin raporlarını yazıyordu. Meslekte yeni değildi. Ama bu salgın sırasında gördüğü yoğunluğu hiç yaşamamıştı. Çalışma yöntemleri daha önce de aynıydı. Değişen yoğunluk olmuştu. Ekranı daha iyi görebilmeleri için loş aydınlatılmış odada, bedenini hareket ettirememekten sıkılınca sanki işe yarıyormuş gibi sert zeminde sandalyeyle ileri geri dolaşırdı. Bir eli sürekli farenin üstünde, bileği masanın kenarına dayalı, gözleri ekranda, beş altı hastada bir ara verir; sırtını, boynunu esnetirdi. Boyun, bel ve sırtları için ortopedik yastıklar, aparatlar alıyorlardı. Hatta el bilekleri için masaya yaslı durmanın ve sürekli parmakları çalıştırmanın hasarına karşı bilek yastıkları kullanıyorlardı ama gözlerini, zihinlerini dinlendirmek için yapılabilecek çok şey yoktu. Herkes gibi o da kendi yöntemini geliştirmişti. Gözlerini zaman zaman kapatır, hafızasına kaydettiği güzel manzaraları ya da çok sevdiği yağlı boya tabloları aklında canlandırırdı. En çok da Monet’nin eserleri gelirdi gözünün önüne. Birkaç dakika o manzaranın ya da tablonun içine girer, bir süreliğine oranın parçası olurdu. Bu yöntem, gözlerine kum dolmuş gibi hissetmeden, bir süre daha çalışabilmesini sağlardı.
İhtisası gereği hastalarla doğrudan muhatap olmuyordu. Ama
tomografilerini incelediği akciğerlerin sahiplerinin nefes almaya çalışırken
yaşadıklarını düşünmek onu bunaltmış, sanki kendisi nefessiz kalmıştı. Vakalar biraz
düşüp yoğun bakımlardaki hasta sayıları azalmışken buldukları ilk fırsatta
annesiyle bir tatile çıkmışlardı. Derin nefesler alıp göğsünü genişletebilmek
ve kalabalıktan uzak olmak için bir Anadolu şehrini seçmişlerdi.
Geldikleri bu küçük şehirde hayat, günlük akışında ve
güzeldi. Turizmden çok tarımla geçimini temin eden insanlar, mevsimlik
döngülere, tabiat olaylarına uygun bir takvimle yaşıyorlardı. Burada tarhana,
turşu, kurutmalık yapmak için hala ayın evrelerine bakılıyor, çocukların doğum
tarihleri akılda tutulurken; çiçeklerin meyveye durma, meyvelerin olgunlaşma,
toplanma zamanları esas alınıyordu. Tevekkül etmek sanki daha kolaydı. Tatil,
günlük akışını programlamaya alışan şehir insanının sınırlarını bir miktar esnetebiliyordu.
O da bu esnekliğin tadını çıkarmaya, salgında iyice artan kontrol merakını azaltmaya
karar vermişti.
Bir sabah kahvaltıdan sonra annesiyle etraftaki küçük tepelerde yürüyüşe çıktılar. Güzel bir Mayıs günüydü. Börtü böcek uçuşuyor, bozkırın baharında tam bir şölen yapan kokulu minik kır çiçekleri her yeri güzelleştiriyordu. Havada her bir çiçeğin kendine özgü kokusunun karıştığı, esinti gibi hafif bir rayiha vardı. Tatlı ve sallapati bir köpek peşlerine takıldı. Kuyruğunu keyifle salladıkça poposu çarpılıyor, sakar ve komik görünüyordu. Biraz soluklanmak için gördükleri beyaz kayanın üstüne oturdular. Tam tepeye ulaşmadıkları halde manzara açık ve güzeldi. Baktıkları her yer çalışırken gözünün önüne getirdiği yağlı boya tabloları hatırlatıyordu. Annesiyle yaptıkları bu yürüyüş ellerinde şemsiye olmasa da Monet’nin meşhur Gelincikler tablosunu andırıyordu.
Durdukları yerin az ilerisinde mevsimlik işçilerin ailelerinin
oluşturduğu küçük topluluğu gördüler. Çadırlarının önündeki otların üstüne kilimler,
minderler sermişler, ağaç dallarının arasına çamaşır ipi germişler, küçük
düzlüğü sofalı bir eve dönüştürmüşlerdi. Okul çağına ulaşmamış birkaç çocuk
etrafta, el dokuması bir halı gibi görünen otların üstünde koşturuyor, kilimlerin
üstünde ise emekleyen ya da yeni yeni yürüyen küçükler yanlarında el işi yapan
ablaların gözetiminde oynuyordu. Birkaç kadın büyük kara taşların arasına
kurdukları ocağın etrafında, hayali mutfaklarında çalışıyorlardı. Ocağın
üstünde dışı isten kararmış geniş tencerede bir şey pişiyor, bir kadın ayran
yapıyor, bir diğeri daha önce ıslattıkları yufka ekmekleri katlayıp bir bezin
arasına sarıyordu. Acıktıkları belli olan çocuklar, olmayan mutfak duvarının
dışında oynuyor, hazırlanmakta olan sofraya kaçamak bakışlar atıyorlardı. Peşlerindeki
köpeğin çocuklara katılmasıyla neşeli bir koşuşma oldu. Kilimin üstünde el
işlerine dalıp gitmiş ablaların arkasındaki bir ufaklıksa kopan gürültüye hiç aldırmadı.
Bütün dikkatini elinde tuttuğu şeye yoğunlaştırmıştı. Uğraştığı her neyse öyle
çok enerjisini alıyordu ki yanakları ıkınır gibi kızarmıştı.
Anne kız selam verip yaklaştılar. Annesi mutfakta iş yapan
kadınların yanına yaklaşırken o tıpkı çocukluğundaki gibi kilimin üstünde
oturanlara yöneldi. Çocuğun elindekini merak ediyordu. İşleriyle ilgilenen büyüklere
selam verip gönüllerini aldı. Sonra küçük çocuğun yanına çömeldi. Ancak o zaman
onun neden ıkındığını görebildi. Küçüğün elinde nereden bulduysa plastik bir su
şişesi vardı. Belli ki bir süredir şişenin kapağını açmaya çalışıyor ama
başaramıyordu. Küçük avucu kapağın desenleri şeklinde kızarmıştı. Kapağı
çekiyor, çevirmeye çalışıyor, ama yöntemi bilmeden çabaladığı için muvaffak
olamıyordu. Belli ki susamıştı da… Bu iş tüm enerjisini aldığından başka
yaramazlıklar yapamıyordu. Ona ve diğer ufaklıklara göz kulak olmakla görevli ablalar
bu durumdan memnun oldukları için kapağı açıvermiyorlardı.
Yanındaki gölgeden rahatsız olan çocuk kaşlarının altından dik dik bakıp şişesini arkasına kaçırdı. Gölgenin sahibi onu elinden alabilirdi. Zaten şu ilerdeki gürültücü düşmanlar sık sık sataşıyorlardı. Şişeyi korumalıydı. Çocuklar tatlı bir sesle konuşmaya başladı. Bizimki çok hızlı yumuşadı. Yeni ablaya gülücükler atarken ondan yardım isteyebileceğine karar verdi. Hazinesini çekingen ama umut dolu gözlerle uzattı. Yarım yamalak kelimeleriyle şişeyi açmasını istedi. Şişeyi açıp çocuğun eline vermek kolaydı. Nasıl yapılacağını öğretmekse daha kalıcı bir sonuçtu. Bu sonuç pek çok kişiyi memnun etmeyecekti ama zavallı küçük, suyunu kendisi içebilecekti. Pek kafa yormadı. Çocuğun elini kavrayıp şişeyi uygun açma pozisyonunda tutturdu. Diğer elini kapağın üstüne yerleştirdi. Küçük avuca kapak tam oturdu. O da dışından kavrayıp kapağı çocuğa çevirtti. Kapağın açılışı sırasında çocuğun yüzündeki aydınlanma her şeye değerdi. Muzaffer komutan edasıyla şişeden koca bir yudum aldı. Ablasının rehberliğinde şişeyi yeniden kapatmayı da öğrendi. İşlem tamamdı.
Onlar uğraşırken ocak başındaki kadınların yemek davetini iletmeye yanlarına gelen annesi, bir bakışta durumu anlayıp, “Beğendin mi yaptığını? Şimdi annesi uğraşsın dursun. Böyle muzır işler hep senin başının altından çıkar” diye söylendi. Aklına birkaç ay önce hastaneye alınan FMRI cihazının kaydettiği beyin görüntüleri gelirken annesinin sesi kulaklarından silindi. Hastanenin radyoloji bölümünün katıldığı toplantıda, nadir bir görüntüleme teknolojisi olan FMRI anlatılmış, aletin beyni nasıl görüntülediği hakkında slaytlar eşliğinde detaylı bir sunum yapılmıştı. Cihaz, insan konuşurken, yazarken, bir anıyı düşünürken beyninin hangi bölgelerinin çalıştığını görüntüleyebiliyor, böylece faal hale geldiği için renklenen beyin bölgelerinden bir nevi ışık haritası elde edilebiliyordu. İnsan yeni bir şey öğrendiğinde daha önce siyah beyaz görünen bir beyin kesiti, şehrin o kısmına elektrik gelmiş gibi sinyallerle aydınlanıyor, renkleniyordu. Yeni becerisinin tadını çıkartmak için ha bire kapağı açıp bir yudum alan sonra mutlulukla geri kapatan çocuğu izledi. Gerçekten bu kadar su içmenin sonu çocuğa bolca çiş hatta altına kaçırma vakası olarak dönecekti. Sanki çocuğun annesiymiş gibi sitemli sitemli söylenip duran annesine, “Düşünsene anne! Onun henüz çocuk olduğu için karanlık görünen genç beyninde minik bir ışık yaktım. Biraz çişe değer bence” demedi. Rengarenk çiçeklerle dolu kırları ya da yıldızlarla dolu gökyüzünü gösteren yağlı boya bir tablonun tadını çıkarmakla meşguldü.
Esra Özer Duru, Ankara, 19.10.2021.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder