Yunan mitolojisinden Sisifos, Zeus’u bir şekilde kızdırdığı için (uzun hikâye), bir kayayı her gün dağın tepesine iteklemeye, tam doruğa ulaşacakken kayanın aşağı yuvarlanmasını izlemeye ve ertesi gün aynı işi yeniden yapmaya mahkûm edilen bir karakterdir. İşte ev kadınları da her sabah kayayı tepeye çıkarmak üzere yuvarlamaya başlarlar. Fakat gün batarken, tepeye ne kadar az kalmış olursa olsun, kaya aşağı yuvarlanır. Her gün yeni bir dünya inşa eden kadın, akşama o dünyayı dağılmış, tozlanmış, kirlenmiş, aç ve memnuniyetsiz bulur. Ertesi gün kalkıp aynı işleri yeniden yapan kadının ruh halini ise yine Yunanca “merakı” (okunuşu may-rah-kee) kelimesi çok güzel tanımlar. Bu kelime, “bir işi tüm ruhunuz, hayal gücünüz ve sevginizle, içine kendinizden bir parça katarak yapmak” anlamına gelir. Ama kadınların böyle yaptıkları günlük işlerden hiçbirinin istatistiki verisini bulamazsınız.
Çok klişe: Neden 8 Mart?
Artık birçok insan 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü ilan edilme
sebebini biliyor. Yine de kısaca hatırlamakta fayda var. 8 Mart 1857’de New York’ta
bir tekstil fabrikasında çalışan kadın işçiler, daha iyi çalışma koşulları için
greve başlarlar. Grev sırasında çıkan yangında, fabrikanın kapısına kurulan
barikatlar nedeniyle dışarı çıkamayan -çoğu kadın- 129 işçi hayatını kaybeder.
Bu olaydan 52 yıl sonra II. Sosyalist Nasyonal toplantısında Clara Zetkin’in
önerisiyle bu tarih, kadın haklarının kazanılması ve kadınların birlikte
mücadele vermesinin anısına kutlanmaya başlanır. Daha sonra 1977’de Birleşmiş
Milletler Genel Kurulunda 8 Mart’ın “kadın hakları, uluslararası barış günü”
olarak kutlanması daha doğrusu anılması kabul edilir.
Böyle bir günün ihdas edilmesi ile ilgili tartışmalar o
zamandan beri devam ediyor. “Bir gün değil, her gün” diyenler olduğu gibi
“neden erkekler günü yok” diye itiraz edenler de mevcut. Televizyonlarda ve
sosyal medya araçlarında birçok marka, şirket, kadın çalışanlarının bütün
çalışanlarına oranını, kadın işçi çalıştırmaktan ne büyük mutluluk
duyduklarını, kadın sporcuların, spor takımlarının nasıl her şeye meydan
okurcasına var olduğunu ve destek gördüğünü duygusal, etkileyici, çarpıcı
biçimlerde anlatmaya, güne özel kadın paylaşımları yarışında yerini almaya
çalışıyor. Bir yandan bu durumu takdir etmek gerekiyor. Çünkü öyle ya da böyle
bu paylaşımlar, kadınların hak mücadelesinde mesafe alabildiklerini gösteriyor.
Diğer yandan sanki temel bir şey eksik kalıyor. O da reklamlara konu olan
kadınların; ekonominin üretim faaliyetlerine ne kadar dahil olurlarsa o kadar saygıya,
konuşulmaya değer bulunuşları. Yani kadınların emeği, üretime yaptıkları katkı
ölçüsünde takdir görüyor… Toplumun söz söyleyenleri nezdinde ekonomik açıdan
“değer”li bir ürünleri yoksa başarılarının da bir değeri yok. Kimse, herhangi
bir kadının günlük hayatında verdiği var olma/kendi olma mücadelesini reklam
filmlerine layık bulmuyor. Çünkü insanların zihninde bu kadınların “ne
ürettiğine”, “ekonomiye hangi değeri” kattığına dair somut bir veri yok.
Sisifos’un kayası kaç tondur?
Bir öğretmen mesela 25 yıllık meslek hayatında kaç çocuk
yetiştirir? Bir doktor 25 yılda kaç bin hastaya bakar? Bir son ütücü 25 yılda
kaç parça ütüler? Bir telekom işçisi kaç km kablo döşer? Bir kuaför 25 yılda
kaç kişiyi tıraş eder? Bir yemek fabrikasındaki aşçı 25 yılda kaç ton yemek
pişirir? 25 yıl çalışan bir işçi ne zaman emekli olur, kaç lira emekli maaşı
alır? Bir hava filtresi 25 yılda kaç bin metreküp ev tozunu filtreler? Bir
temizlik işçisi 25 yılda kaç bin kilometrekarelik alanı süpürür? Bir çaycı
ocağında 25 yılda kaç bin litre çay demler? Bir bulaşıkçı 25 yılda kaç bin
parça yıkar? Bir demiryolu işçisi 25 yıl boyunca ortalama kaç km ray döşer? Bir
akademisyen 25 yılda kaç sayfa okur, kaç sayfa yazar? Bir manikürcü 25 yılda
kaç tırnağa bakım yapar? Bir triko işçisi 25 yılda kaç milyon metre ipi
kıyafete dönüştürür? Bir twitter fenomeni 25 yılda kaç km ekranı aşağı
kaydırır? Bir youtuber 25 yılda kaç günlük video kaydeder?
Bu rakamların hepsi ve daha fazlası, biraz araştırma yapıp
kafa yorarak bulunabilir. Saint Exupery’nin Küçük Prens’te, “Bu
gezegenle ilgili bütün ayrıntıları size anlatıyorsam, üstelik numarasını da
veriyorsam, bunun nedeni yine büyükler. Büyükler sayılara bayılırlar. Tutalım,
onlara yeni edindiğiniz bir arkadaştan söz açtınız, asıl sorulacak şeyleri
sormazlar bile. ‘Kaç yaşında?’ derler, ‘Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç
para kazanıyor?’ bu türlü bilgilerle tanıdıklarını sanırlar. Deseniz ki:
‘Kırmızı kiremitli güzel bir ev gördüm. Pencerelerde saksılar, çatısında
kumrular vardı.’ Bir türlü gözlerinin önüne getiremezler bu evi. Ama ‘Yüz bin
liralık bir ev gördüm’ deyin, bakın nasıl: ‘Aman ne güzel ev!’ diye
haykıracaklardır” cümleleriyle işaret ettiği gibi insanlar
rakamları çok sever.
Anlaşıldığı üzere bu rakamların hesaplanması için üretimi,
ekonomiyi ilgilendirmesi gerekir. Aksi takdirde kimsenin umurunda olmaz. Herkes
yıllık enflasyon oranlarını, aylık/yıllık tüketici fiyat endeksini, Dolar/Euro
kurunu, işsizlik oranlarını, asgari ücretteki artışı… büyük bir iştah ve
ilgiyle takip eder. Ama mesela bir kadının/annenin 25 yıllık “ev
kadınlığı/annelik” hayatında kaç kafa taradığı, kaç metre saç ördüğü, kaç bin
tencere yemek pişirdiği, kaç bin çocuğa banyo yaptırdığı, kaç metre halı
süpürdüğü, kaç bin metreküp toz aldığı, kaç bardak su verdiği, kaç bin parça
bulaşık yıkadığı, çamaşır ütülediği, kaç kere hobilerinden, kendisinin yapmak
istediği işlerden vazgeçtiği, kaç litre göz yaşı ve sümük kuruladığı, kaç
kişisel gelişim kitabına yetecek kadar öğüt verdiği, bu öğütleri kaleme alıp
bastırsa kaç bin baskı yapacağı, dinlediği dertlerin kaç terapi seansı edeceği istatistiklere
dökülmez. Çünkü “ürettiği işin” değerini diploma ya da sertifikalarla
resmileştirememiş bu kadının emeğini hiçleştirmek kolaydır ve onu hiçbir şey
üretmediğine ikna etmek sistemin sürmesi için gereklidir.
Eğer bir kadının kendisi dahil olmak üzere herkesi, “hiçbir
üretimi” olmadığına inandırırsanız, o kadını evden çıkarıp aslında başka
herhangi bir insanın üretebileceği, herhangi bir ürün için üretim bandının
önüne getirmek kolaylaşır. Çünkü oradaki ürünün maddi karşılığı vardır. Orada
harcayacağı vakit; sigorta, emeklilik ya da statü olarak geri döner. Bu yüzden kadın,
benzersiz emeğiyle ürettiği paha biçilemez ürününü bir kenara bırakıp işyerine
doğru yola çıkar. Üretim çarkındaki yerini alır ve kişisel olarak üretebileceği
farklılıkları, seri üretim bandına, işyerinin koridoruna gömer. Buna rağmen
yönetici kadrosuna yükselebilen kadın sayısı oldukça düşük, kadınların emeğinin
karşılığı adil ücretleri alabilmesi de zordur.
Ekonomik verilerle takibi yapılan bir işte çalışan başkaları
bu kadar uzun yıllar ve çok sayıda ürettikleri şeyler için plaketlerle
onurlandırılıp alkışlanabilirken, kadın/anne, “görevi” ve “üretim” olarak
tanımlanmamış yüzbinlerce ürün üretir ve takdir beklerse kınanır. Kimse evde
kaç bin tabak yemek çıktığını hesaplamaz, kaç yüz yatak yapıldığını saymaz. Kadınların
ürettiği işin birbirlerinin gözünde bile değeri yoktur. Bu kadınlar sistem
açısından da sadece “tüketici” oldukları ölçüde değerlidirler. Sabahtan akşama
kayıt dışı olarak yapacakları “üretim”de hangi deterjan, un, yağ, makarna, diş
macunu… markasını seçecekleri önemlidir. Satın alma davranışına etki edebilmek
birçok açıdan yeterlidir. Bu da bizi yeniden ev kadınları/anneleri kendisine
benzettiğimiz Sisifos’a getirir. Onun da kayasını kaç yıldır doruğa taşımaya
çalıştığının, kaç kilometre yol kat ettiğinin, kaç ton yük taşıdığının verisi
yoktur. Sisifos, akşam başına ne geleceğini bilmesine rağmen, her gün kayayı
dağın tepesine doğru iter, her günün sonunda kayanın aşağı yuvarlanışını izler,
ertesi gün yeniden işe başlar. İşte bir ev kadını da her türlü takdir, teşekkür
ve tespit yokluğuna rağmen, hayatın bilincinde olarak bu işi sürdürmeye devam
eder. Bir kadına kendini Sisifos gibi beyhude bir işe “mahkûm” olmadığını
hissettirmek ve yükünü paylaşmak çok zor değildir. Ama binlerce yıllık bir
düzeni sorgulamayı gerektirir. Bu da kolay göze alınacak bir şey olmasa gerek.
Kimse yapmadığına göre…
https://www.hertaraf.com/haber-sisifos-un-evsel-emegi-esra-duru-6509#.YEnMSG633yQ.whatsapp
Esra Özer Duru, Ankara, 8 Mart 2021.