11 Mart 2021

SİSİFOS’UN EVSEL EMEĞİ

Yunan mitolojisinden Sisifos, Zeus’u bir şekilde kızdırdığı için (uzun hikâye), bir kayayı her gün dağın tepesine iteklemeye, tam doruğa ulaşacakken kayanın aşağı yuvarlanmasını izlemeye ve ertesi gün aynı işi yeniden yapmaya mahkûm edilen bir karakterdir. İşte ev kadınları da her sabah kayayı tepeye çıkarmak üzere yuvarlamaya başlarlar. Fakat gün batarken, tepeye ne kadar az kalmış olursa olsun, kaya aşağı yuvarlanır. Her gün yeni bir dünya inşa eden kadın, akşama o dünyayı dağılmış, tozlanmış, kirlenmiş, aç ve memnuniyetsiz bulur. Ertesi gün kalkıp aynı işleri yeniden yapan kadının ruh halini ise yine Yunanca “merakı” (okunuşu may-rah-kee) kelimesi çok güzel tanımlar. Bu kelime, “bir işi tüm ruhunuz, hayal gücünüz ve sevginizle, içine kendinizden bir parça katarak yapmak” anlamına gelir. Ama kadınların böyle yaptıkları günlük işlerden hiçbirinin istatistiki verisini bulamazsınız.

Çok klişe: Neden 8 Mart?     

Artık birçok insan 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü ilan edilme sebebini biliyor. Yine de kısaca hatırlamakta fayda var. 8 Mart 1857’de New York’ta bir tekstil fabrikasında çalışan kadın işçiler, daha iyi çalışma koşulları için greve başlarlar. Grev sırasında çıkan yangında, fabrikanın kapısına kurulan barikatlar nedeniyle dışarı çıkamayan -çoğu kadın- 129 işçi hayatını kaybeder. Bu olaydan 52 yıl sonra II. Sosyalist Nasyonal toplantısında Clara Zetkin’in önerisiyle bu tarih, kadın haklarının kazanılması ve kadınların birlikte mücadele vermesinin anısına kutlanmaya başlanır. Daha sonra 1977’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 8 Mart’ın “kadın hakları, uluslararası barış günü” olarak kutlanması daha doğrusu anılması kabul edilir.

Böyle bir günün ihdas edilmesi ile ilgili tartışmalar o zamandan beri devam ediyor. “Bir gün değil, her gün” diyenler olduğu gibi “neden erkekler günü yok” diye itiraz edenler de mevcut. Televizyonlarda ve sosyal medya araçlarında birçok marka, şirket, kadın çalışanlarının bütün çalışanlarına oranını, kadın işçi çalıştırmaktan ne büyük mutluluk duyduklarını, kadın sporcuların, spor takımlarının nasıl her şeye meydan okurcasına var olduğunu ve destek gördüğünü duygusal, etkileyici, çarpıcı biçimlerde anlatmaya, güne özel kadın paylaşımları yarışında yerini almaya çalışıyor. Bir yandan bu durumu takdir etmek gerekiyor. Çünkü öyle ya da böyle bu paylaşımlar, kadınların hak mücadelesinde mesafe alabildiklerini gösteriyor. Diğer yandan sanki temel bir şey eksik kalıyor. O da reklamlara konu olan kadınların; ekonominin üretim faaliyetlerine ne kadar dahil olurlarsa o kadar saygıya, konuşulmaya değer bulunuşları. Yani kadınların emeği, üretime yaptıkları katkı ölçüsünde takdir görüyor… Toplumun söz söyleyenleri nezdinde ekonomik açıdan “değer”li bir ürünleri yoksa başarılarının da bir değeri yok. Kimse, herhangi bir kadının günlük hayatında verdiği var olma/kendi olma mücadelesini reklam filmlerine layık bulmuyor. Çünkü insanların zihninde bu kadınların “ne ürettiğine”, “ekonomiye hangi değeri” kattığına dair somut bir veri yok.

Sisifos’un kayası kaç tondur?

Bir öğretmen mesela 25 yıllık meslek hayatında kaç çocuk yetiştirir? Bir doktor 25 yılda kaç bin hastaya bakar? Bir son ütücü 25 yılda kaç parça ütüler? Bir telekom işçisi kaç km kablo döşer? Bir kuaför 25 yılda kaç kişiyi tıraş eder? Bir yemek fabrikasındaki aşçı 25 yılda kaç ton yemek pişirir? 25 yıl çalışan bir işçi ne zaman emekli olur, kaç lira emekli maaşı alır? Bir hava filtresi 25 yılda kaç bin metreküp ev tozunu filtreler? Bir temizlik işçisi 25 yılda kaç bin kilometrekarelik alanı süpürür? Bir çaycı ocağında 25 yılda kaç bin litre çay demler? Bir bulaşıkçı 25 yılda kaç bin parça yıkar? Bir demiryolu işçisi 25 yıl boyunca ortalama kaç km ray döşer? Bir akademisyen 25 yılda kaç sayfa okur, kaç sayfa yazar? Bir manikürcü 25 yılda kaç tırnağa bakım yapar? Bir triko işçisi 25 yılda kaç milyon metre ipi kıyafete dönüştürür? Bir twitter fenomeni 25 yılda kaç km ekranı aşağı kaydırır? Bir youtuber 25 yılda kaç günlük video kaydeder?

Bu rakamların hepsi ve daha fazlası, biraz araştırma yapıp kafa yorarak bulunabilir. Saint Exupery’nin Küçük Prens’te, “Bu gezegenle ilgili bütün ayrıntıları size anlatıyorsam, üstelik numarasını da veriyorsam, bunun nedeni yine büyükler. Büyükler sayılara bayılırlar. Tutalım, onlara yeni edindiğiniz bir arkadaştan söz açtınız, asıl sorulacak şeyleri sormazlar bile. ‘Kaç yaşında?’ derler, ‘Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor?’ bu türlü bilgilerle tanıdıklarını sanırlar. Deseniz ki: ‘Kırmızı kiremitli güzel bir ev gördüm. Pencerelerde saksılar, çatısında kumrular vardı.’ Bir türlü gözlerinin önüne getiremezler bu evi. Ama ‘Yüz bin liralık bir ev gördüm’ deyin, bakın nasıl: ‘Aman ne güzel ev!’ diye haykıracaklardırcümleleriyle işaret ettiği gibi insanlar rakamları çok sever.

Anlaşıldığı üzere bu rakamların hesaplanması için üretimi, ekonomiyi ilgilendirmesi gerekir. Aksi takdirde kimsenin umurunda olmaz. Herkes yıllık enflasyon oranlarını, aylık/yıllık tüketici fiyat endeksini, Dolar/Euro kurunu, işsizlik oranlarını, asgari ücretteki artışı… büyük bir iştah ve ilgiyle takip eder. Ama mesela bir kadının/annenin 25 yıllık “ev kadınlığı/annelik” hayatında kaç kafa taradığı, kaç metre saç ördüğü, kaç bin tencere yemek pişirdiği, kaç bin çocuğa banyo yaptırdığı, kaç metre halı süpürdüğü, kaç bin metreküp toz aldığı, kaç bardak su verdiği, kaç bin parça bulaşık yıkadığı, çamaşır ütülediği, kaç kere hobilerinden, kendisinin yapmak istediği işlerden vazgeçtiği, kaç litre göz yaşı ve sümük kuruladığı, kaç kişisel gelişim kitabına yetecek kadar öğüt verdiği, bu öğütleri kaleme alıp bastırsa kaç bin baskı yapacağı, dinlediği dertlerin kaç terapi seansı edeceği istatistiklere dökülmez. Çünkü “ürettiği işin” değerini diploma ya da sertifikalarla resmileştirememiş bu kadının emeğini hiçleştirmek kolaydır ve onu hiçbir şey üretmediğine ikna etmek sistemin sürmesi için gereklidir.

Eğer bir kadının kendisi dahil olmak üzere herkesi, “hiçbir üretimi” olmadığına inandırırsanız, o kadını evden çıkarıp aslında başka herhangi bir insanın üretebileceği, herhangi bir ürün için üretim bandının önüne getirmek kolaylaşır. Çünkü oradaki ürünün maddi karşılığı vardır. Orada harcayacağı vakit; sigorta, emeklilik ya da statü olarak geri döner. Bu yüzden kadın, benzersiz emeğiyle ürettiği paha biçilemez ürününü bir kenara bırakıp işyerine doğru yola çıkar. Üretim çarkındaki yerini alır ve kişisel olarak üretebileceği farklılıkları, seri üretim bandına, işyerinin koridoruna gömer. Buna rağmen yönetici kadrosuna yükselebilen kadın sayısı oldukça düşük, kadınların emeğinin karşılığı adil ücretleri alabilmesi de zordur.

Ekonomik verilerle takibi yapılan bir işte çalışan başkaları bu kadar uzun yıllar ve çok sayıda ürettikleri şeyler için plaketlerle onurlandırılıp alkışlanabilirken, kadın/anne, “görevi” ve “üretim” olarak tanımlanmamış yüzbinlerce ürün üretir ve takdir beklerse kınanır. Kimse evde kaç bin tabak yemek çıktığını hesaplamaz, kaç yüz yatak yapıldığını saymaz. Kadınların ürettiği işin birbirlerinin gözünde bile değeri yoktur. Bu kadınlar sistem açısından da sadece “tüketici” oldukları ölçüde değerlidirler. Sabahtan akşama kayıt dışı olarak yapacakları “üretim”de hangi deterjan, un, yağ, makarna, diş macunu… markasını seçecekleri önemlidir. Satın alma davranışına etki edebilmek birçok açıdan yeterlidir. Bu da bizi yeniden ev kadınları/anneleri kendisine benzettiğimiz Sisifos’a getirir. Onun da kayasını kaç yıldır doruğa taşımaya çalıştığının, kaç kilometre yol kat ettiğinin, kaç ton yük taşıdığının verisi yoktur. Sisifos, akşam başına ne geleceğini bilmesine rağmen, her gün kayayı dağın tepesine doğru iter, her günün sonunda kayanın aşağı yuvarlanışını izler, ertesi gün yeniden işe başlar. İşte bir ev kadını da her türlü takdir, teşekkür ve tespit yokluğuna rağmen, hayatın bilincinde olarak bu işi sürdürmeye devam eder. Bir kadına kendini Sisifos gibi beyhude bir işe “mahkûm” olmadığını hissettirmek ve yükünü paylaşmak çok zor değildir. Ama binlerce yıllık bir düzeni sorgulamayı gerektirir. Bu da kolay göze alınacak bir şey olmasa gerek. Kimse yapmadığına göre…

https://www.hertaraf.com/haber-sisifos-un-evsel-emegi-esra-duru-6509#.YEnMSG633yQ.whatsapp

Esra Özer Duru, Ankara, 8 Mart 2021. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Taze Taze Hikâyeler

BEKLEME ODASI

Mart ayı ortalarıydı. Hava, okullardaki mevsim tablolarında her zaman bahara dahil edilmesine rağmen, yıllardır rolüne direnen bu aya yakışı...

Yeni Yazılardan Haberdar Olun

Kaçırmayın!