Hepiniz bilirsiniz sanırım, çocuk edebiyatında Alice Harikalar Diyarı’nda diye bir roman vardır. Yazar (Lewis Carroll), bu romanda Humpty Dumpty isimli bir karaktere yer verir. Öyküsü “oldukça” acıklı olan Humpty Dumpty, aslında İngiltere’de bilinen eski bir tekerlemenin kahramanıdır. Duvarın üstünde yürümekte olan bir yumurtadır. Kırılmamak için hiç durmaması ve oturmaması gerekmektedir. Sonra duvardan düşüp kırılır, kral ve bütün adamları onu bir araya getirmeye çalışırlar ama başaramazlar.
Hiçbirimiz Humpty Dumpty değiliz ve hiçbirimiz duvardan düşünce yumurta gibi kırılmayacağız. Bizi asıl kıran, ayıran, acıtan, kanatan, üstünde yürüdüğümüz, etrafımıza inşa ettiğimiz duvarlar. Her bir tuğlasını tek tek bulup, özenle dizdiğimiz, bazen hayatımızın sınırlarını belirlemek için, bazen kişisel alanlarımızı korumak için, bazen karşımızdakini duymamak için ördüğümüz duvarlar…
Duvarın üzerinde bir yumurta
Duvarın üzerinde biraz ileri, biraz geri, yürüyüp duruyordu Humpty Dumpty. Düşünce kırılma ve dağılma riski taşıyan bir yumurtaya göre oldukça hızlıydı. Bu duvarı kimin yaptığını ve onu yıllar yıllar önce duvarın üzerine kimin koyduğunu bile hatırlamıyordu. Düşünürken biraz yavaşlar gibi olmuştu. Duvarın üzerinde yapacak, şu sıkıntısını giderecek çok fazla şey yoktu aslında. Mesela internete giremezdi. Duvara henüz kablosuz internet bağlatamamıştı. Zaten böyle yürürken bir laptopu elinde nasıl tutabilirdi ki? Yine de zaman zaman saçmalamaktan alıkoyamıyordu kendini.
Onu bu duvarın üstüne yerleştirenin, diğer duvarlarla arasında bulunan görünmez duvarlardan bahsettiğini hayal meyal hatırlıyordu. Başka duvarlar varsa, başka Humpty Dumptyler de olmalıydı. Keşke birini bari görebilse, konuşabilseydi. Zaman zaman yeni duvarlar inşa edildiğini, yeni Humpty Dumptylerin o duvarlara çıkarıldığını düşünüyordu. Kendisi bilmiyordu ama bu düşüncesi doğruydu. Bilmediği diğer şey ise kardeşlerini kendi zihnindeki duvar yüzünden göremediğiydi.
Öyle çok duvar…
Öyle çok Humpty Dumpty…
Gerçekten öyle çok duvar vardı ki, Humpty Dumptylerin hayatlarında ve etraflarında. Duvarların üstünde acı çeken kardeşlerini görmek yerine sadece duvarlara bakıyorlardı. Başkalarının duvarlarıyla meşgul olurken, kendi duvarlarını hep görmezden geliyorlardı. Hâlbuki sık sık ya kendilerinin ya da diğerlerinin duvarlarına çarpar, burunlarını kanatırlardı. Kaç Humpty Dumptynin kabuğu çatlamıştı duvarlara çarptığı için, kaçınınki de kırılmıştı tam ortasından.
Önyargı duvarlarından çok ayrılamayan ama insanları sözüm ona bir şeylerden “korumak için” yapılan duvarlar da vardı mesela. En eskisine “Çin Seddi” denirdi. Sonra halkları birbirinden ayırmak için duvarlar inşa edilmişti. Aynı ülkenin insanlarını ikiye bölen. En bilinenine “Berlin Duvarı” diyorlardı, Humpty Dumptyler geçmeyi çok denemişti onu. Çoğu kırılmıştı çabalarken. Şimdilerde İsrail, Kudüs’ü, koskoca kadim Kudüs’ü ikiye ayırıyordu kilometrelerce uzunlukta bir duvarla. Irak’ta, Şii ve Sünni bölgeleri arasına duvar çekiliyordu büyük bir gayretle, aynı dine inanan çocukları birbirinden ayırmak için bir “Mezhep Duvarı” inşa ediliyordu zihinlerde de.
Çocukken aşılmaz duvar mı vardı?
Çocukken böyle miydi hâlbuki? Çocuk Humpty Dumptyler için duvarlar hep aşılması gereken, gizli meyve hazinelerine ulaşmalarını engelleyen sınırlardan ibaret değil miydi? En güzel meyveler, en yüksek duvarların arkasında olmaz mıydı hep? Çocuk Humpty Dumptyler bulmaz mıydı aşmanın bir yolunu o yüksek duvarları? Kabukları da hemen kırılmazdı yetişkinlerinki gibi. Ama eskiden duvarın bile bir namusu vardı (şimdilerde etik diyorlar gerçi). Dikenli tel çıktı mertlik bozuldu. Duvarı aşmaya çalışırken düşmeyi göze alan Humpty Dumptyler, büyüdükçe dikenli tellere takıldı, makinelilerle vuruldu. Kabukları kırıldı hep, kabukları kanadı.
Aşmaya çalışmaya değerdi yine de. Duvarlardı çünkü Humpty Dumptyleri birbirinden ayıran, birbirlerini tanımaktan, sevmekten alıkoyan. Duvarlardı çünkü ortak geçmişleri, acıları yok sayan. Duvarlardı çünkü her bir zihni, her bir kalbi tek kişilik bir hücreye koyan. Duvarlardı çünkü Humpty Dumptylerin yaralarını birbirine sardırmayan. Duvarlardı çünkü düşsün diye onları, dostlarını itmeye zorlayan. Duvarlardı çünkü gökkuşağını göremesinler diye gözlerini kamaştıran. Duvarlardı çünkü kalplerini tam ortasından ikiye ayıran. Duvarlardı çünkü her bir tuğlası “el emeği, göz nuru” olan, onun için daha pahalı satılan. Duvarlardı çünkü Humpty Dumptyleri birbirine kırdıran ve gözlerinin yaşına hiç bakmayan.
Durdu birden Humpty Dumpty. Yine alıkoyamamıştı kendini saçma sapan düşüncelerden. Üzerinde yürüdüğü duvarına baktı. “İyi ki dikenli tel yok duvarımın üstünde. Yoksa nasıl yürürdüm ben, bir ileri bir geri, yıllardır böyle” dedi. Ve duvarını bir kez daha sevdi. Sevmeseydi eğer, belki aşmayı denerdi…
En çok da son bakışın yaralıyor kalpleri,
Duvarın üstünde
oturmuş, saçların rüzgârda savrulurken,
Atlayınca kırılacağını
bile bile kabuğunun,
Hiç kırpmadan baktığın
gözlerin,
Ve havada sallanan
elin.
Olsun, sen kırarken
kabuğunu,
Belki anlar başka bir
Humpty Dumpty, duvarların aşılabilir olduğunu.
Hadi atla!
Duvar çekecek kadar
büyük bir tehlike yok bu duvarın ardında.
İçimizdeki sevgiden
başkası değil, bizi duvarımıza bağlayan da.
Duyduğumuz sevgi; ayrılıklara, kana ve acıya…
Esra Özer Duru, Ankara, Temmuz 2007, Turuncu, gözden geçirme Mart 2021.
👍❤
YanıtlaSilTeşekkürler... :)
Sil