17 Ocak 2021

AĞIR KUSUR

Ne yapacağını bilemiyordu. Büyük bir şok yaşıyordu. Adamın, “ağır kusur var” diyen tok sesi de şokunu arttırmaktan başka bir işe yaramıyordu. “Nasıl ağır kusur”? Hâlbuki bunca zamandır iyi niyetten başka bir şey beslememişti. Adamın hata olarak gördüğü şeylerde aslında niyetinin hep iyi olduğunu senelerdir anlatamamıştı… Unuttuğu bir iki şey vardı ama bunlar ağır kusur olarak değerlendirilemezdi. Acımasız bir sözdü. Adamın yüzüne baktı. Duygularını ele vermeyen keskin bir yüz ifadesi vardı. “Biraz ağır konuşmuyor musun? Bunca yıllık emeğime karşı…” diyecek oldu. Diyemedi.

Kelimeler boğazında düğümlendi. Sesi çıkmıyordu. Kafasında ise tek bir soru dönüyordu, “ağır kusur da ne demek, ne biçim konuşuyorsun sen benimle?”  Adamın “ağır kusur” olarak tanımlayabileceği olayları kafasında döndürmeye çalışıyordu. Bir iki defa yemek yaktıysa, bazen tuzu iki kere attıysa kötü niyetle yapmamıştı ki… “Nasıl ağır kusur?” Bunca zamandır onun iyi niyetinden adamın emin olması gerekmez miydi? Onun bile isteye yaptığı bir sürü kırıcı davranışa kendisi sabretmemiş miydi? Zekâsını, anlayışını küçük gören, emeklerini hiçe sayan bir yığın kelime ve o kelimelerin ağızdan çıktığı anlar gözünün önünde uçuşmaya başladı. Bulunduğu yerde sendeledi. Bayılacak gibi oldu. Karşısındakinin gözlerinde bir şefkat zerresi arandı. Yoktu. “Neden bu kadar duygusuz?” diye düşündü. “İnsan bunca yıllık hukuka binaen böyle mi davranır? Ayıp ya!”

Boğazına bir hıçkırık düğümlendi. Ağlamamalıydı. Sokak ortasında, herkes ikisine bakarken… Bir kere, yıllar önce, tam hazırlanmışlar dışarı çıkacaklarken adam kıyafetine takmamış mıydı? Yeni aldığı, özene bezene ütüleyip giydiği… “Bunun yakıştığını mı zannediyorsun?” diye bağırmıştı avaz avaz. Komşular duyacak diye ödü kopmuştu. Dolabın karşısına geçip kıyafetlerini askılardan alıp oraya buraya fırlatmıştı. Kadın, başına fırlatılan eşyaların arasında yere oturup hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Şimdi de ağlasa mıydı acaba? Ama engel olan bir şey vardı sanki. Ağlamaya yetecek duygu yoğunluğu bir türlü oluşmuyordu. Dikkatini dağıtan düşünceler, trenin camından geçen görüntüler gibi akıp duruyordu. Detaylar seçilmiyor, sadece görüntüye çizikler bırakıyordu. Sonsuz bir döngüde sürüp giden çizikler... İç dünyası da böyleydi. Çizikler, çizikler… Kendisini kışkırtmak için “can kırıkları” diye düşündü. Ağlayacak gibi oldu. Yine dikkati dağıldı. “Ağır kusur” tamlaması kulaklarında yankılanıyordu.

Adam karşısında mırıl mırıl söylenmeye devam ediyordu ama aklındakilerin sesi daha yüksekti. Adamın söylediklerini anlayabilecek kadar dikkat edemiyordu. Herkesin sevdiği yemekleri pişirmeye çalışmış, çoğu akşam iki ayrı yemek yapıp ev halkını mutlu etmeyi ummuştu. “Ağır kusur”… Kimse onun ne sevdiğini, ne sevmediğini bilmezdi. Pek sessiz yapmıyordu işini ama ne yapsındı onun da canı vardı. Hiç mi söylenmesindi yani?
İlk tokadı attığında, özür dilemişti adam. “Yanlışlıkla oldu, ama senin yüzünden… Üstüme bu kadar gelmemeliydin.” Bir daha olmasın istiyorsa adamın üstüne gitmemeliydi. Yazık adamcağıza ne kadar da üzülmüştü. “Bundan sonra dikkat edeceğim” diye söz vermişti kendi kendine… “Ağır kusur”… Bir daha olmaz sanmıştı, “bana vurmak zorunda kalacağı kadar üstüne gitmeyeceğim.” Ama olmuyordu. Artık çok daha kolay damarına basılıyordu adamın. Ne olduğunu anlayamadan bir çırpıda… Tokadı yemiş, bir köşede ağlarken buluveriyordu kendini. Önceleri boğazı yırtılırcasına ağlıyordu. Olanları geri alabilmek için, onları yutmaya çalışır gibi yutkunuyordu. İlk seferlerde adam da onunla birlikte gözyaşı döküyor, af dileyip yalvarıyordu. “Bir daha asla! Ama sen de…” cümleleri havada savruluyor, tokatlar kadar incitiyordu nerdeyse… Bir defasında karşılık vermeye yeltenmişti adama… Bu daha çok kızdırmıştı onu. “Ne cüretle geri zekâlı? Bana nasıl vurmaya kalkışırsın sen?” Haksız değildi adam. Hakaret olmuştu bu şahsına. Küçük görüldüğünü, erkekliğinin ayaklar altına alındığını hissetmişti. “O da kadın mıydı?” Sahiden kadın mıydı? Adamın ne demek istediğini anlamalı, ona eziyet etmeden gerçekleştirivermeliydi. “Ağır kusur”… Herhalde bu olmalıydı!

İlk seferlerde ne istediği daha belliyken, artık sürekli değişen taleplere, sınırlara, sinir uçlarına uyum sağlamak güçleşmişti. Kusuru bizzat işlemesine gerek kalmamıştı. İşyerinde yolunda gitmeyen bir görüşme, çocukların gürültüsü, trafikte yol vermeyen şoförler… Ne kadar dikkat ederse etsin iş kendisinden çıkmıştı, son değişmiyordu. Ağlamalarının dozu azalmaya başladı. Hak edilmiş bir şey için ağlamanın anlamı yoktu zaten. Konu komşuya rezil olmamak için çığlık falan atmazdı. Kimsenin haberi olmamalıydı bu olanlardan. Kendisini küçük düşmüş, fiziksel hasarlardan çok duygusal yaralar almış hissediyordu. Kapatıcılar, kremler fiziksel hasarları görünmez yapıyordu da içindeki hasar içini yakmaya devam ediyordu. “Ağır kusur”…

Onun ağlamaları azaldıkça adamın şiddetinin dozu artırıyordu. Hem vuruyor, hem hakaret ediyordu. Bir keresinde kafasını vurup kendinden bile geçmişti. Ayılırken “Neredeyim ben?” sorusu dökülmüştü dudaklarından. Sahiden neredeydi? Düşüncelerinin ağır kadife perdelerini elleriyle aralamaya çalışır gibi bir hareket yaptı. Başını kaldırınca sert gözlerle kendisine bakan adamı gördü. Birden hatırladı nerede olduğunu… Adamın karşısında küçüldü sanki… Kusurlu olduğunu biliyordu artık. “Ağır kusur”… İtiraz etmeyecekti. Bunca yıl kabullenmiş olmalıydı kusurlarını.

Onun yüzüne baktı tekrar. “Hanımefendi!” dedi adam, “Ağır kusurlusunuz. Kırmızı ışıkta duran araca gelip arkadan vurmuşsunuz. Tutanak tutmamız gerek.” Birden güneş doğdu sanki. Gözünün önü açıldı. Gülümseyerek baktı trafik polisine. “Tabi memur bey, tutanağı tutalım. Karşı taraftan özür dileyeyim ben” dedi. Artık ağır kusurun ne olduğunu biliyordu.

“Ağır kusur kavramı, bir özel hukuk kavramı olup kasıt olmamakla beraber kasta yakın bir kusurun mevcudiyetini ifade eder. Trafikte ağır kusur, alkollü araç kullanımı, kırmızı ışık ihlali gibi kasıtlı davranışlardır. Evlilik birliğinde, diğer eşe karşı fiziksel şiddet uygulamak, hakaret etmek, yalan söylemek… ağır kusurlu davranıştır.”

Esra Özer Duru, Ankara 17.07.2019

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Taze Taze Hikâyeler

BEKLEME ODASI

Mart ayı ortalarıydı. Hava, okullardaki mevsim tablolarında her zaman bahara dahil edilmesine rağmen, yıllardır rolüne direnen bu aya yakışı...

Yeni Yazılardan Haberdar Olun

Kaçırmayın!