Aslanhane Cami etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aslanhane Cami etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

02 Haziran 2025

Cumaya Gittim Geleceğim XI - PATATES BASKIDAN MAHALLE BASKISINA

Patates baskının tarihçesine dair bir araştırma yaptım ancak anlaşılabileceği gibi hiç veri bulamadım. Konumuzun tamamen dışında ama Japonlar bunu da bir sanata dönüştürerek yeni bir boyut kazandırmışlar. (Merak edenler için https://metropolisjapan.com/the-ancient-japanese-art-of-potato-prints/

Bilmeyenler için patates baskıyı kısaca anlatayım. Patates baskı, şimdilerde ana sınıfı faaliyetleri arasında eskiden ilkokulda resim derslerinde pek eğlenceli bir baskı yöntemiydi. Elinize aldığınız irice bir patatesi en geniş yerinden ikiye böler, patatesin kestiğiniz yüzüne kalem, bıçak, kalıp gibi bir şeylerin yardımıyla istediğiniz şekli çizerdiniz. Şeklin kenarlarında kalan artık parçaları koparıp elde ettiğiniz patates mührünü suluboya ile boyar, kâğıda bastırarak şekiller elde ederdiniz. En eğlenceli resim faaliyetlerdendi. Hatta bunun iple, başka nesneleri boyayarak yapılanları da vardı.

Patates baskı yapıldığı gün, sınıfta her taraf patates olur, hepimiz dudaklarımızı kemire kemire en güzel şekli çizmeye çalışırdık. Patates mührüyle yapılan ilk baskıdaki canlılık; patates sürekli sulandığı için bozulur, patatesleri baskı aralarında kurulamak gerekirdi. Baskı kalitesini; patatesin cinsi, patatesi oyarken kullandığınız malzemenin ne olduğu, sulu boyaların markası bile etkilerdi. Yani aslında aynı şekli bile oysak patates baskılarımızın her biri kendine özgü olurdu. Japonlar kadar vizyonlu olmadığımız için sadece 62’den tavşan, çiçek, harf, araba falan yapar, bir süre sonra da sıkılırdık. Bu faaliyet zaten yılda en fazla bir kere yapılırdı. Çünkü malum, patates, erişimi en kolay ama en kıymetli temel gıdalardan biriydi ve anneler bir tekini bile feda etmek istemeyebiliyordu.

Baskıdan baskıya

“Mahalle baskısı” kavramı ilk olarak 2007 yılında Şerif Mardin tarafından dile getirildi. Mardin, “mahalle” kavramını “cemaat” kavramının temel tanımlarından hareketle tarif etti. İnsanların büyüdüğü, geliştiği, havasını soluyup suyunu içtiği ve kendisini onun değerleri üzerinden tanımladığı kavramsal bir topluluk “mahalle”. Mahallenin kuralları var ve özellikle doğu toplumlarında bu kuralları denetlemek topluluğu oluşturan bireylere düşüyor. Kendi iklimini inşa eden mahalle; bazen başka mahalleleri bu iklime uyum sağlamaya zorluyor, uymazlarsa onlara ayrımcılık yapabiliyor, bazen de kendi içinde aykırı bulduğu bireyleri denetliyor. Bu denetim kollektif bir şekilde oluştuğu için oldukça katı ve zorlayıcı olabiliyor. Hatta ölçüyü kaçırıp temel kuralların dışında detayları takip eden tuhaf ve bunaltıcı bir aygıta dönüşüyor.

Son zamanlarda, değişen toplumsal tanımlardan dolayı “mahalle baskısı”nın azaldığına ve birbirimizi denetlemediğimiz için bunaltıcı sorun dağlarıyla karşı karşıya olduğumuza dair yorumlar yapılıyor. (Bu noktada “emri bil maruf nehyi anil münker/iyiliği teşvik edip kötülükten sakındırmak” emrini mahalle baskısından ayrı tutmak gerekiyor.) Aslında biraz düşününce bu sonuca mahalle baskısının tuhaflığının yol açtığı görülüyor. Sürekli denetlenip üstünde toplumsal baskı hisseden insanlar, kendilerini diğeri baktığı için iyi davranmak zorunda hissediyor. Patates baskısında bile kendine özel şartlar yüzünden farklılıklar olabilirken mahalle baskısı tek tip bir tanım dayatıyor, hep mahallede kalıyor ve bireysel gelişimi engelliyor. Geldiğimiz noktada karşımıza “mahalle baskısının gevşemesi” nedeniyle “gemi azıya alan” yığınlar çıkıyor. Halbuki bütün bunlar, hayatını birbirini denetlemeye hasreden mahalle sakinleri aynada kendilerine hiç bakmadığı için yaşanıyor.     

İşte Cuma namazına gittiğinizde camiye gelen küçücük kadın cemaatlerinde bu çarpık yönler kristalize oluyor. Her ne kadar durumun sorumlusu, yüzlerce yıldır cumanın kadınlara farz olmadığını ya da cemaatle namaz kılmanın erkeklere has bir toplu ibadet olduğu algısını kuran anlayışsa da bir bütün inşa edebilmek için bu anlayışla şekillenen kadın davranışlarını da eleştirmek gerekiyor.

Üzücü bir tespit olarak birçok kadın, Cuma namazının, daha kötüsü cemaatle namazın nasıl kılınacağını bilmiyor. Bazıları özellikle Ankara-Ulus bölgesinde tarihi ya da daha kutsal buldukları camilerde yoğunlaşıp dilek dileme, adak adama, kesme şeker/lokum/lokma/helva dağıtma gibi safsataları yaşatıyor, bunları yapmak için camileri geziyorlar. Hatta bu amaçlar o kadar ön plana geçiyor ki bazen farz olan Cuma namazını eda etmek gibi bir endişeleri bulunmuyor. Bu insanlar, Cuma namazının rükunlarını bilmedikleri için; safların düzgün tutulması, günlük kıyafetin üstüne namaz eteği giyilip giyilmediği gibi rükunla ilgisi olmayan şeylere takıp bunları takip ediyorlar. Gerçekten namaza gelmiş insanların huzurunu kaçırma pahasına hutbe sırasında konuşuyor, tespih çekip nafile namaz kılıyorlar. Namazlarını imamdan önce bitirip gidenler, sünneti kıldıktan sonra işleri olduğu için farzı kılmadan camiyi terk edenler oluyor. Açıkçası “emri bil maruf nehyi anil münker” yapılıyormuş gibi uygulanan “mahalle baskısı” tat kaçırıyor, ilkinin de imajını bozuyor.

Ahi Şerafettin’de Cuma

Ankara Kalesi’nde tam 735 yaşındaki Ahi Şerafettin[1] ya da diğer adıyla Aslanhane Camii, Ulus’ta Selçuklu’dan yadigâr, ahşap camilerden biri. Daha önce bu camide namaz kılmanın güzelliğine dair birkaç satır yazmıştım[2]. Caminin, Allah bilir, kimlerin sarıldığı, yaslandığı sütunları arasında, dizlerini koyduğu zeminde, ellerini açtığı kubbenin altında dua ederek namaz kılmanın insana yaşattığı his, Nuh’un Gemisi’ndeymişsiniz gibi. Birkaç defa denk geldiğimiz dikkatli ve bilgili bir imamı var. Vakit uygunsa soranlara caminin tarihi, tamiri hakkında bilgi veriyor. Namaz vakti değilse alt katta caminin ana mekânında namaz kılma imkânı bulunabiliyor. Kadınlar kısmı ahşap merdivenlerle çıkılan asma katta bulunuyor. Aslında kapı perdesi bulunmasından anladığımız kadarıyla üst katta bir kapı mevcut ancak kapalı duruyor. Kapı açık olsa asansöre ihtiyaç duyulmadığı gibi doğrudan bu kata girilebilir. Büyük ihtimalle güvenlik gerekçesiyle kapı kapalı tutuluyor. Kadınlar için ayakkabılık üst katta da mevcut, sayı yeterli. Kadınlar mahfilinin herhangi bir yerinde halı parçası, elektrik süpürgesi bulunmuyor. Kenardaki parmaklıklara ek olarak paravanlar konmak suretiyle üst kata ekstra mahremiyet sağlanıyor. Böylece caminin ahşap tavanını, tarihi minberini ve mihrabını yukarıdan görmek mümkün oluyor. Bu katta yeterli miktarda tabure de mevcut. Alt katın sıcaklığı neyse üst katınki aynı. Cuma sırasında cemaatte bir artış oluyor ama artış, erkek cemaatin kadınlar kısmını zapt etmesini gerektirecek kadar yoğun değil. Böylece kadınlar kendilerine ayrılan yerde rahatça namazlarını kılabiliyor. Caminin bahçesinde bir adet alaturka tuvaleti olan bir abdest alma yeri bulunuyor. Tuvalet temiz ancak kapının açılma yönü nedeniyle abdest alınırken dışarıdan görülme riski var. Belki kapının girişine içeriden konacak bir paravanla mahremiyet arttırılabilir.   

(Sizden gelecek yeni cami notları için: bilgi@hertaraf.com. Yetkililerin dikkatini çekebilmek için: Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş @dibalierbas, Din İşleri Genel Müdürlüğü @dibdhgm.)

[2] https://hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-ruyalarin-yapildigi-maddeden-yapilmayiz-biz-ruhumuz-olmadan-sadece-birer-makineyiz-3483 

Taze Taze Hikâyeler

BEKLEME ODASI

Mart ayı ortalarıydı. Hava, okullardaki mevsim tablolarında her zaman bahara dahil edilmesine rağmen, yıllardır rolüne direnen bu aya yakışı...

Yeni Yazılardan Haberdar Olun

Kaçırmayın!