27 Nisan 2025

İSTİNAT DUVARIMIZ BEL VERDİ

Anneannemle dedem, 1950’lerde “melmeketten” çıktıkları yeni hayat kurma yolculuğuna Ankara’da nokta koymuşlar. İlk durakları, Ankara’nın birçok ilk yerleşimcisi gibi Kale’nin Kayabaşı Mahallesi olmuş. Yenimahalle falan derken Abidinpaşa’da aldıkları bir arsaya kendi evlerini inşa etme serüvenleri başlamış. Bahçeli, müstakil bu evde başlayan çocukluğum; yardımcı kadın oyuncu gibi görünen ama başrol oyuncularından sürekli rol çalan “ana” unsur anneannem sayesinde küçük çaplı maceralar, birçok çocuğun hiç öğrenmeyeceği tuhaf bilgiler ve gözlemlerle doluydu. Ağaç nasıl dikilir, tohum nasıl alınır, hangi çiçekler nasıl sulanır, hortumu dibine bırakmak nedir, neden püskürterek sulamak yerine bu tercih edilmelidir, hortum musluktan atınca ne yapmak gerekir, sarmaşık yerken hangi dallar tercih edilir gibi. Bunların yanında teknik bilgi ve sürekli teyakkuz gerektiren bahçeli ev sorunları da vardı ki, anneannemin bunları nasıl fark ettiğini hiç anlayamazdım. Anneannem, ben ve zaman zaman teyze kızım Nilgün’den kurulu ekip olarak yaptığımız rutin kontroller sırasında onları tespit eder, sorunu çözecek tek kişi kendisiymiş gibi gereği için harekete geçerdi. Çoğu zaman gerçekten tek kişiydi, tek kişilik dev kadro! Meyveler olgunlaştıkça ağırlaşan dallara dayanak vermek amacıyla değişik uzunluklarda kalaslar bulup getirir, dallar verdiği desteklerle yaralanmasın diye onlara saracağı kumaş parçalarını somya (divan) döşeğinin altında biriktirir, dalları, destekleri bağlamak için değişik uzunluklarda ipleri toplar, bahçe duvarında gözüne kestirdiği boşluklara yerleştirmek maksadıyla gördüğü uygun şekilli taşları metrelerce mesafeden kucağında taşırdı. Ben de çömezi olarak yanında olurdum tabi. Her ne kadar Nilgün Ablamla benim onu taklit ederek topladığımız taşlar duvara girme kriterlerini hiç karşılamasa da biz hala bir yerlerden taş toplarız.

Bir keresinde mahalleye anneannemin çabalarıyla gelen asfalt ekiplerini uzun süre gözlemek zorunda kalmıştık. O zamanlar asfalt dökme şimdiki gibi bir çırpıda yapılmıyordu. Günler süren zift kokusu, kızgın zifte yapışan terlikler ve oyunlara kapanan sokağa rağmen bu altyapı çalışması hepimizi sevindirmişti. Anneanneminse başka bir telaşı vardı. Evimizin yoldan zaten aşağıda olan bahçe girişi, asfaltla birlikte biraz daha aşağıda kalacak ve artan meyil nedeniyle yağmur suları bahçeye akacaktı. Bana yeni atanan görevlerden biri doğrultusunda bakkala gidip gelirken, oyun oynarken asfalt ekiplerinin konumlarını tespit edip anneanneme haber veriyordum. Böylece çalışmalar bizim sokağa gelince anneannem ekiplerden rica ederek bahçemizin girişine asfalttan bir eşik yapılmasını sağladı. Sel sularının bahçemize dolmasını böylece bir nebze önleyebilmişti.

Sorun duvara dayandığında…

Yaşadığımız en büyük sorunlardan biri ve her duyduğumda “Allah’ım, şimdi ne yapacağız?” çaresizliği yaşatanı ise “bahçe duvarının bel vermesi”ydi. Duvar nasıl bel veriyordu, bu ne anlama geliyordu, anlamam çok uzun sürdü. Anladığımda istinat duvarı yapımı ve ülkemizin erozyon sorunu hakkında küçük çaplı bir fikir edindim. Gördüğüm kadarıyla komşu bahçelerle aramızdaki kot farkı yüzünden yağmur, kar, yanlış ekim ve sulama gibi etkenlerle kayan toprak, bizim bahçe duvarına dayanıyor ve duvarı itiyordu. Tek tek taşlardan oluşan duvarın yükü artıyor, taşların dizilimi bozuluyor, duvar sonraki büyük kaymada yıkılmak üzere “bel veriyor”du. Bu sorunu, ortaya çıkmadan engellemek en iyisiydi ama komşular anneannemin almalarını umduğu kendi paylarına düşen tedbirleri almakta onun kadar istekli değillerdi. Neticede sorun gelip bizim duvarımıza dayanıyordu. Anneannem mimarlıktan, mühendislikten anlarmış gibi çözümü bulur, kendisinin gücünü aştığı için konu komşudan yardım ister ya da birini bulup işi yaptırmaya çalışırdı. Komşunun bahçesine sorun sadece bizim sorunumuzmuş gibi rica minnet girilir (ki tuhaftır izin vermedikleri de oluyordu) duvara dayanan toprakla duvar arasında bir hat kazılır, duvarın mukavemetini arttırmak için araya bir sıra daha taş örülüp duvar biraz yükseltilirdi. İşçiyi, taşları, harç-kum ne gerekirse hepsini anneannem karşılar, komşunun saçma sapan tavrına da katlanırdı. Sözün özü, sevgili anneannem ve dişiyle tırnağıyla, sürekli teyakkuzda olarak inşa ettiği ev çoktan toprağa karıştı. Benimse hayatımın ilk altı yılında aldığım çok yönlü çıraklık eğitimimde öğrendiğim en büyük ve en genel ders, bir sorunu çözmek istiyorsak o alanda sorumluluktan kaçamayacağımızdı.

Ne diyorduk? Ha, duvarın bel vermesi!

İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırım, zalimliğin bile sınırlarını çoktan aştı, geçti. “Zalim de olsa bu kadarını yapmaz” sandığımız bütün kötülükler yapıldı. Gazze’nin gözyaşı, kanı insanlığımızın istinat duvarına bel verdirdi. Yıllarca intifada için taş toplayan Gazzelilerin artık bir tek taşı bile kaldıracak güçleri kalmadı. Açlık, susuzluk, ölüm ve İslam dünyasının duyarsızlığı bütün dirençlerini yok ediyor. Duvarın yıkılması an meselesi. Bu duvar çökerse hepimiz onun altında kalacağız, hiçbirimiz bir daha belimizi doğrultamayacağız. Çoktandır zombi gibi sürdürmeye çalıştığımız hayatlarımızı bu utançla daha fazla devam ettirebilir miyiz? Anneannemin kurduğu ve yaşatmaya çalıştığı evi için tek kişilik dev kadro olarak sarf ettiği çabayı biz hep birlikte insanlığımız için, Gazze için sarf edemez miyiz?

https://hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-istinat-duvarimiz-bel-verdi-4520

Esra Özer Duru, Ankara, 26 Nisan 2025.   

 

19 Nisan 2025

DÜŞÜŞ

Düşüyoruz

Hiç bitmiyor düşüşümüz

Halbuki sonsuz düşlerimiz vardı.

Düşlerimizde çiçekler açardı.

Düşlerimizin bittiği yerde;

Kalbimizin hemen altında

Midemizin hemen üstünde

Salıncaklı günlerin tatlı düşme heyecanı

Dönüştü tuhaf bir acıya.

Düşlüyorduk

Düşüşümüz başladı.

Dallara, taşlara çarpa çarpa içimizde o acıyla düşüyoruz da

bitmiyor düşüşümüz.

Daha derine

Karanlıklar içine

Düşmekten emir düş

Düşlemek kökünden düş

Düşlüyoruz

Düşünüyoruz

Sonra hala düşüyoruz

Bir türlü yere çarpıp kırılmıyor kemiklerimiz

Asla gerçekleşmeyecek bir doğumla,

Her dakika bir çocuk daha düşüyor

taş kesmiş bulutlarımızın arasından

Onların düşüşünü yumuşacık karşılayan toprak,

bize çakılalım diye bir kaya bile vermiyor.

en güzel düşlerini yanında götürüp yaşamak utancını bize bırakıyor bir çocuk daha

Düşüyor kütükten

Arkasından göz yaşı döküyoruz;

Ama şairin dediği gibi su yükselmiyor bir türlü, kurtulmuyor gemi,

Küresel ısınmış dünyaya,

bir bahar daha gelmeyiveriyor!

Halbuki aylardan Mart’tı

Önümüzde, taşlara bile çiçek açtıracak bir bahar vardı

Biz düşüyoruz

Düşüşümüz hiç bitmiyor.

Esra Özer Duru, Ankara, 19 Nisan 2025.


 https://hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-dusus-4512 

Taze Taze Hikâyeler

BEKLEME ODASI

Mart ayı ortalarıydı. Hava, okullardaki mevsim tablolarında her zaman bahara dahil edilmesine rağmen, yıllardır rolüne direnen bu aya yakışı...

Yeni Yazılardan Haberdar Olun

Kaçırmayın!