Anneannemle dedem, 1950’lerde “melmeketten” çıktıkları yeni hayat kurma yolculuğuna Ankara’da nokta koymuşlar. İlk durakları, Ankara’nın birçok ilk yerleşimcisi gibi Kale’nin Kayabaşı Mahallesi olmuş. Yenimahalle falan derken Abidinpaşa’da aldıkları bir arsaya kendi evlerini inşa etme serüvenleri başlamış. Bahçeli, müstakil bu evde başlayan çocukluğum; yardımcı kadın oyuncu gibi görünen ama başrol oyuncularından sürekli rol çalan “ana” unsur anneannem sayesinde küçük çaplı maceralar, birçok çocuğun hiç öğrenmeyeceği tuhaf bilgiler ve gözlemlerle doluydu. Ağaç nasıl dikilir, tohum nasıl alınır, hangi çiçekler nasıl sulanır, hortumu dibine bırakmak nedir, neden püskürterek sulamak yerine bu tercih edilmelidir, hortum musluktan atınca ne yapmak gerekir, sarmaşık yerken hangi dallar tercih edilir gibi. Bunların yanında teknik bilgi ve sürekli teyakkuz gerektiren bahçeli ev sorunları da vardı ki, anneannemin bunları nasıl fark ettiğini hiç anlayamazdım. Anneannem, ben ve zaman zaman teyze kızım Nilgün’den kurulu ekip olarak yaptığımız rutin kontroller sırasında onları tespit eder, sorunu çözecek tek kişi kendisiymiş gibi gereği için harekete geçerdi. Çoğu zaman gerçekten tek kişiydi, tek kişilik dev kadro! Meyveler olgunlaştıkça ağırlaşan dallara dayanak vermek amacıyla değişik uzunluklarda kalaslar bulup getirir, dallar verdiği desteklerle yaralanmasın diye onlara saracağı kumaş parçalarını somya (divan) döşeğinin altında biriktirir, dalları, destekleri bağlamak için değişik uzunluklarda ipleri toplar, bahçe duvarında gözüne kestirdiği boşluklara yerleştirmek maksadıyla gördüğü uygun şekilli taşları metrelerce mesafeden kucağında taşırdı. Ben de çömezi olarak yanında olurdum tabi. Her ne kadar Nilgün Ablamla benim onu taklit ederek topladığımız taşlar duvara girme kriterlerini hiç karşılamasa da biz hala bir yerlerden taş toplarız.
Bir keresinde mahalleye anneannemin çabalarıyla gelen asfalt
ekiplerini uzun süre gözlemek zorunda kalmıştık. O zamanlar asfalt dökme
şimdiki gibi bir çırpıda yapılmıyordu. Günler süren zift kokusu, kızgın zifte
yapışan terlikler ve oyunlara kapanan sokağa rağmen bu altyapı çalışması
hepimizi sevindirmişti. Anneanneminse başka bir telaşı vardı. Evimizin yoldan zaten
aşağıda olan bahçe girişi, asfaltla birlikte biraz daha aşağıda kalacak ve
artan meyil nedeniyle yağmur suları bahçeye akacaktı. Bana yeni atanan
görevlerden biri doğrultusunda bakkala gidip gelirken, oyun oynarken asfalt ekiplerinin
konumlarını tespit edip anneanneme haber veriyordum. Böylece çalışmalar bizim
sokağa gelince anneannem ekiplerden rica ederek bahçemizin girişine asfalttan
bir eşik yapılmasını sağladı. Sel sularının bahçemize dolmasını böylece bir
nebze önleyebilmişti.
Sorun duvara dayandığında…
Yaşadığımız en büyük sorunlardan biri ve her duyduğumda
“Allah’ım, şimdi ne yapacağız?” çaresizliği yaşatanı ise “bahçe duvarının bel
vermesi”ydi. Duvar nasıl bel veriyordu, bu ne anlama geliyordu, anlamam çok
uzun sürdü. Anladığımda istinat duvarı yapımı ve ülkemizin erozyon sorunu
hakkında küçük çaplı bir fikir edindim. Gördüğüm kadarıyla komşu bahçelerle
aramızdaki kot farkı yüzünden yağmur, kar, yanlış ekim ve sulama gibi
etkenlerle kayan toprak, bizim bahçe duvarına dayanıyor ve duvarı itiyordu. Tek
tek taşlardan oluşan duvarın yükü artıyor, taşların dizilimi bozuluyor, duvar
sonraki büyük kaymada yıkılmak üzere “bel veriyor”du. Bu sorunu, ortaya
çıkmadan engellemek en iyisiydi ama komşular anneannemin almalarını umduğu kendi
paylarına düşen tedbirleri almakta onun kadar istekli değillerdi. Neticede
sorun gelip bizim duvarımıza dayanıyordu. Anneannem mimarlıktan, mühendislikten
anlarmış gibi çözümü bulur, kendisinin gücünü aştığı için konu komşudan yardım
ister ya da birini bulup işi yaptırmaya çalışırdı. Komşunun bahçesine sorun
sadece bizim sorunumuzmuş gibi rica minnet girilir (ki tuhaftır izin vermedikleri
de oluyordu) duvara dayanan toprakla duvar arasında bir hat kazılır, duvarın
mukavemetini arttırmak için araya bir sıra daha taş örülüp duvar biraz
yükseltilirdi. İşçiyi, taşları, harç-kum ne gerekirse hepsini anneannem
karşılar, komşunun saçma sapan tavrına da katlanırdı. Sözün özü, sevgili
anneannem ve dişiyle tırnağıyla, sürekli teyakkuzda olarak inşa ettiği ev
çoktan toprağa karıştı. Benimse hayatımın ilk altı yılında aldığım çok yönlü
çıraklık eğitimimde öğrendiğim en büyük ve en genel ders, bir sorunu çözmek
istiyorsak o alanda sorumluluktan kaçamayacağımızdı.
Ne diyorduk? Ha, duvarın bel vermesi!
İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırım, zalimliğin bile sınırlarını çoktan aştı, geçti. “Zalim de olsa bu kadarını yapmaz” sandığımız bütün kötülükler yapıldı. Gazze’nin gözyaşı, kanı insanlığımızın istinat duvarına bel verdirdi. Yıllarca intifada için taş toplayan Gazzelilerin artık bir tek taşı bile kaldıracak güçleri kalmadı. Açlık, susuzluk, ölüm ve İslam dünyasının duyarsızlığı bütün dirençlerini yok ediyor. Duvarın yıkılması an meselesi. Bu duvar çökerse hepimiz onun altında kalacağız, hiçbirimiz bir daha belimizi doğrultamayacağız. Çoktandır zombi gibi sürdürmeye çalıştığımız hayatlarımızı bu utançla daha fazla devam ettirebilir miyiz? Anneannemin kurduğu ve yaşatmaya çalıştığı evi için tek kişilik dev kadro olarak sarf ettiği çabayı biz hep birlikte insanlığımız için, Gazze için sarf edemez miyiz?
https://hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-istinat-duvarimiz-bel-verdi-4520
Esra Özer Duru, Ankara, 26 Nisan 2025.