Evin Ruhunun Görünmeyen Emeği/İşleri
Öncelikle şunları belirtmekte fayda var; bu yazı kadınlar
lehine ayrımcılık yapıldığı için değil, kaydı tutulmaya değecek oranda “ev
erkeği/evde erkek emeği” ya da onlara dair yeterli veri olmadığından kadınlar
üzerinden yazıldı. Şikâyet konusu haline gelen unsurlarda bahsi geçen erkekler
tabii ki bütün erkekler değil, mutlaka istisnalar var ama istisnaların sayısı
şimdilik genel tabloyu değiştirecek kadar göze çarpmıyor.
İkinci önemli konuysa evdeki haksızlıkları sadece feministlerin dile getirmiş olması nedeniyle yazının ekseninin de o yöne kaymış gibi görünmesi. Feministlerin bir kısmı, Marks’ı bütün ilişki biçimlerindeki doğallaştırıcılığı sorgulayıp onunla mücadele ederken, sıra görünmeyen emeğe geldiğinde bunu doğallık alanı olarak görüp kabullendiği için eleştiriyor. Doğallık alanından kasıt mesela hukuk stajyerinin yanında staj yaptığı avukatın kahvesini almasının, ofisteki bulaşıkları yıkamasının beklenmesi. Bu işler stajın parçası gibi algılanıyor ve yapılmadığında stajyerden hesap sorulabiliyor. Ev işlerini yapmanın kadınların doğasından kaynaklandığının düşünülmesi de böyle. En iyi aşçıların erkeklerden çıktığı fikri yaygınken evde yemek pişirmenin kadınların görev tanımında yer alması başka bir örnek olarak verilebilir. Diğer kesimlerin bu konuda söz söylemesini de yine bu doğallık tanımı güçleştiriyor. Evdeki adaletsiz iş bölümünü “aileye saldırı” değil, özel alandaki haksızlıklar çerçevesinde gören bir bakış açısı gelişebilseydi konu en azından bir yönüyle sadece feministlerin konuştuğu bir konu olmazdı. Belki böyle bırakılarak mücadele marjinalleştirmek isteniyordur.
İşler, cinsiyet temelinde oluşmuş toplumsal iş bölümünün iki
temel düzenleyicisi olan ayrılma ve hiyerarşi ilkeleri doğrultusunda önce kadın
ve erkek işleri diye ayrılıyor, sonra da hiyerarşik olarak kadın işleri daha az
değerli görülüyor. Geleneksel anlamda zaten erkek işi olarak kodlanan inşaat şantiyelerinde,
maden ocaklarında, ameliyathanelerde, görkemli ofislerde masa başında vs.
yapılan işler daha değerli addedilirken, aile işinde, alışveriş merkezlerinde
çalışanların, evlerinden ya da sağlıksız atölyelerden parça başı iş
üretenlerin, bütün gün kimyasala maruz kalan kuaförlerin, temizlik işçilerinin,
gün boyu ayakta duran tezgahtarların, çağrı merkezi çalışanlarının yaptıkları
işler değersiz işler olarak nitelendirilip görünmez kılınıyor. Bunların bir
kısmı, kendilerine atfedilen düşük statüye rağmen ekonomide ücret, sigorta,
emeklilik gibi verilerle kayıt altına alındığı için tam olarak görünmez
sayılmıyor. Asıl “görünmeyen emek”, dışarıda değil evde üretildiği için
herhangi bir ekonomik girdiye/çıktıya tekabül ettirilmeyen, bu nedenle daha da
değersiz görülen, aynı zamanda kadın işi olarak tarif edilen ev işleri oluyor.
Daha detaylı bir şekilde açıklamak gerekirse, çalışan
insanların kendilerini her gün yeniden üretebilmesi ve ertesi gün işinin başına
yenilenmiş olarak geçebilmesi için ayrı bir emek harcanması gerekiyor. Bu
emeğin kapsamına, çalışan kişinin çamaşırlarının yıkanması, yaşadığı alanın
temizlenmesi, nevresimlerinin değiştirilmesi, yemeğinin pişirilmesi, derdinin
dinlenmesi gibi işler giriyor. Bu hizmetlerin üretiminde bir işçi istihdam
edildiğinde farklı bir durum ortaya çıksa da bunlar genellikle eş, anne, kız
kardeş, kız evlat gibi ailenin kadın üyeleri tarafından karşılıksız yapılıyor.
Bu durum toplum tarafından “doğal, kutsal” gibi tanımlarla meşrulaştırılarak
kadınların doğasının bir parçası kılınıyor. Böylece bu işleri aile içinde başka
kimse üstlenmek gereği hissetmiyor. Üstlenilirse, o bireyden o sorumluluğu bir
kadının yaptığı gibi detaylı, sürekli ve en iyi şekilde yerine getirmesi
beklenmediği gibi, bu yürütülen geçici göreve “yüce gönüllülükle yapılmış
iyiliklerden” gözüyle bakılıyor; ilk fırsatta da asıl sahibine iade ediliyor.
Bu doğallaştırma kendi içinde birtakım çelişkileri barındırıyor. Mesela evdeki
herkes kendisinin kullanıp kirlettiği tuvaleti “doğallıkla” temizleyip, biten
tuvalet kağıdının yerine yenisini takabilecekken bu, kadının, genellikle
annenin görevi oluyor. Nasılsa yine aynı doğallık tanımıyla cam silmek de
kadına kalıyor. Öyle ki “toplumun bekası, ahlakı…” kadınların bu işlevleri
kutsal aile yapısı çerçevesinde “sevgiyle, doğası gereği” yerine getirip
herhangi bir talepte bulunmamasına dayanıyor. İşin tuhafı bu kadar önemli
işlevler, toplumda hep ikincil bireyler olarak görülen kadınların sırtına
yükleniyor. Kadınlar örgütlü ya da bireysel herhangi bir sorgulama içine girer,
hak talep ederse bu arayışları; “ailenin çöküşü”, “ahlaki bozulma” gibi büyük
başlıklarla boğuluyor. Dahası talepte bulunan, arayış içinde olan kadınlar, bir
takım fikir akımlarının küfürmüş, hakaretmiş gibi kullanımıyla toplum gözünde mahkûm
ediliyor. Kadınların talep ettikleri hakların meşruluğu ile ilgili muteber
kaynaklardan referanslar getirmesi beklenirken, konfor alanının zarar görmesini
istemediği için bu haksızlık silsilesinin sürmesine ses çıkarmayanlardan hiçbir
referans sorulmuyor. Yani uzun yıllardır her türlü kendini geliştirme
imkânından bir şekilde mahrum bırakılan kadınların (ahlaklı, tahsilli, saygılı
bireylerden müteşekkil) ailenin dolayısıyla toplumun teminatı olması en büyük
çelişki olarak önümüzde duruyor.
Evin ruhunun (görünmez emeğin) özgeçmişi
Evin ruhunun
mücadelesine genel olarak baktığımızda, kadınların hep görünmez kalan günlük
yorgunluklarının, bezginliklerinin, hapsoldukları kısır döngünün, siyasi,
akademik literatürde farklı isimler altında ve küçük de olsa yer bulması
sevindirici. Uğradığı haksızlıkları düzeltmek, haksızlık yapmamak ya da
haksızlığa uğradığında birlikte düzeltmek kimsenin aklına, işine gelmediği için
evin ruhunun yani kendilerinin
hakkını aramak kadınlara kalıyor. Evin
ruhu evdeki sorunlardan önce kamusal alanda birtakım hak talepleriyle yola
çıkıyor. Belki evi düzeltmenin, hapsolduğu sorumluluklar döngüsünden çıkmanın
yolunun devletin haklar tanımasından geçtiğini ya da muhatap olunan ortak
haksızlıklarla mücadelenin kolektif bir güç ortaya çıkarabileceğini ve hakkını
arayamayacak kadar zayıf olan bireyleri birlikte koruyabileceklerini
düşünmüşlerdir. Böylece ortaya çıkan birinci dalga feminizm (biraz da hareketi
aşağılamak amacıyla konulan isimleriyle süfrajetler) kadınların seçme ve
seçilme talebiyle işe başlıyor.
Dünya kadınlarının kamusal alandaki yasal haklarının teminat
altına alınması özel alanda neler olup bittiğini sorgulayan ikinci dalga
feminizmi doğuruyor. Charlotte Perkins Gilmann ta 1900lerde ev işlerinin
kolektifleştirilmesi gerektiğini ifade ederken, yıllar sonra Christine Delpy
“Baş Düşman” adlı makalesinde, kapitalist ve sosyalist toplumlar da dahil olmak
üzere mevcut tüm toplumların kadınların karşılıksız emeğine dayandığını
söylüyor. 1972 yılında başlatılan uluslararası “Ev İçi Emek İçin Ücret”
kampanyasında, ücrete tabi olsa ev işlerinin kapitalizme maliyetinin ne kadar
yüksek olacağı vurgulanıyor. “Görünmez” de olsa kadın emeğinin, kendisinin
yeniden üretimi için gerekli olandan daha fazlasını ürettiğine, bu fazlalığın kapitaliste
kâr olarak geri döndüğüne dikkat çekiliyor. Günümüzde ise Oxfam’ın Ocak 2020
verilerine göre dünyadaki kadınların tümü yaptıkları işi tek bir şirket için
yapıyor olsaydı bu şirketin yıllık cirosu Apple’ın 43 katı olurken, en büyük
ilk 50 şirketin toplam cirosunu geride bırakırdı. Yani kadınlar, kimsenin
görmek istemediği evin ruhu
vasıtasıyla dünyanın en büyük ekonomik verisini üretiyorlar ve buna rağmen
sistemin dışında bırakılıyorlar.
Bitmeyen mesai
yapmışlar!
Konu dünyada 1960-70lerde gündeme gelirken, Türkiye’de
birkaç yıldır sınırlı bir şekilde konuşuluyor. Çünkü her tartışma ailenin
kutsallığına çarpıyor. Aslında itirazlar aileden çok, aile kavramıyla örtülmek
istenen adaletsiz iş bölümüne yönelik. Ama talepler kadınlar dışındaki aile
bireylerinin konfor alanını büyük ölçüde bozacağı için değişik adlandırmalarla
yaftalanarak baskı altında tutuluyor.
Çalışan kadınların işyerindeki mesailerinin ardından evde yemek, sofra, bulaşık, çocuk bakımı, ödevlere refakat, çay servisi gibi işleri kapsayan ikinci mesaisi başlıyor. Yani çalışma saatleri 16-17 saati bulabiliyor. Görünmez emeğin (diğer bir adıyla bakım emeğinin) kadınlara ait bir alan olarak görülmesi çalışan kadınların emek piyasasında var olma biçimini de belirliyor. Hemşirelik, okul öncesi öğretmenliği gibi mesleklere yönelimde kadınlık belirleyici olabilirken, özellikle çocuklu kadınlar esnek istihdam biçimlerine, erkeklere oranla sınırlı kariyer olanaklarına, yer yer yoksulluk ve aileye bağımlılığa mahkûm ediliyor. Kadın çalışanların ücretinin düşüklüğü aile işleri, çocuk bakımı gibi konularda izin alacak tarafı otomatik olarak belirliyor. Bütün bu sorunlu çalışma alanına rağmen çalışan kadınlar en azından işyerinde geçirdikleri zaman için sigorta, maaş, emeklilik, terfi gibi haklara kavuşabilirken, tüm zamanını evle geçiren kadın için böyle bir durum söz konusu olamıyor. Gün içinde “ne yaptığı” sorulan kadın, bazen emeğinin yok sayılmasına alıştığından, bazen başka bir var olma biçimi bilmediğinden, bazen de kendisi için normal gördüğünden “küçük” bulduğu işleri sıralamıyor bile.
Evin Ruhu nerede?
Evin ruhu,
temizlik, yemek, çamaşır, alışveriş gibi ev işlerinin yanı sıra kendine
bakamayacak durumda olan aile üyeleri, yakınlar (çocuklar, yaşlılar, hastalar
ve engelliler) ile kendine bakabilecek durumda olan eşler, yetişkin çocuklar
için bakım hizmeti sağlıyor. Ondan evle ve içinde yaşayan herkesle ilgili bütün
detaylara hâkim olması, sonsuz bir adanmışlık, şefkat ve bitmeyen enerji ile
sürekli, hem de tatlı dil, güler yüz göstererek, aynı işleri yeniden üretmesi
bekleniyor. Çalışan bir kadının ev ve hane bakımına ayırdığı süre 3.5 saati,
çalışmayan kadınlar için 5 saati bulurken, erkeklerin aynı alana ayırdığı süre
45 dakikayla sınırlı kalıyor. Üstelik bu işler boşanma sırasında da kadınlara herhangi
bir avantaj sağlamıyor. Mesela yıllar boyunca yıkanan çamaşır, bulaşık için bir
fon birikmiyor. Aslında bu işlerin çoğunu, özellikle bir kadının yapması
gerekmiyor. Herkes, yapabildiği ölçüde yapsa zaten böyle bir “yük” ortaya
çıkmayabilir. Gerçekten bir annenin ya da kadının bizzat çözmesi gereken
sorunları ise kadın/anne daha iyi durumda olan enerjisi ile rahatça ve severek
çözebilir.
Evin Ruhu nelerle meşgul olmalı?
Her gün en erken kalkıp en geç yatan kişi olmasına rağmen
aile bireylerine, günün evden ilk çıkanı dahil olmak üzere beş yıldızlı otel
konforunda taze çay, sıcak kahvaltı menüsü hazırlamalı. Menüleri ayarlarken
kendini tekrar etmemeli, akşam yemeğine ne pişeceğini düşündüğü yetmezmiş gibi
kahvaltı için de zengin seçenekler sunmalı.
Aile bireylerinin kıyafetlerinin envanterini düzenli olarak
tutmalı, çekmecelerdeki çamaşır stoku azaldığında kirlileri yıkamalı,
kuruyanları hızlıca yerine yerleştirmeli, ütü isteyenleri ütüleyip askılara
takmalı. Gecikmelerden kaynaklanan tavırlara asla karşılık vermemeli. Kabahati
kendinden bilmeli.
Vefat eden komşuya, akrabaya başsağlığına gitmeli, giderken
halden anlayıp yanında ev ekonomisini sarsmaması için evde pişirilmiş sıcak bir
kap yemek, bir tepsi börek götürmeli. Bunu da ev halkının akşam yemeği
konforunu bozmayacak şekilde zamanlamalı, eve vaktinde dönmeli, akşam için
gereken hazırlığı tamamlamalı.
Yazın sebze meyvenin en bol olduğu dönemde (ev halkından çok
kendisinin “ne pişireyim?” krizlerine çare olsun diye!) domates, biberden
menemenlik, erikten, vişneden kompostoluk, çilekten, kayısıdan reçellik,
biberden, patlıcandan dolmalık, bamyadan, bezelyeden, yapraktan derin
donduruculuk erzak depolamalı, tatlı ev halkının seçici damak zevkine uygun
menüleri en azından zihnen hazırlamalı. Çalışan bir kadınsa ve bu mevsimleri
gözetemiyorsa başka bir evin ruhunu
bulup bazen anne-kız, gelin-kayınvalide ilişkilerine dayanarak bilâ bedel,
bazen pazara getiren teyzeden ücreti mukabilinde bu nevaleyi temin etmeli, ev
halkını bu lezzetlerden mahrum bırakmamalı.
Kendi kırgınlıklarını bir kenara bırakmalı, aile
bireylerinin akşamın dar saatinde geçirmeye karar verdiği sinir buhranlarıyla
meşgul olmalı.
Eve yalvar yakar alınan evcil hayvanların bakım ve
temizliklerini ihmal etmemeli, tüylerini yemeklerin içinden çıkmaması için
gerektiği şekilde izole etmeli. Ayrıca mekânı çiçeklerle güzelleştirmeli, evi
düzenli olarak havalandırarak pişirdiği şeylerin kokularıyla kimseyi rahatsız etmemeli.
Evde herhangi bir şey üretmeye karar verirse, onun başından
elli defa kalkmayı göze almalı, çalıştığı alanı ve zamanı bakmakla yükümlü
olduğu bebek, yaşlı ya da hastayla paylaşmaya alışmalı, bu üretime ayırdığı
enerjinin, zamanın hesabını değişik aile bireylerine, komşulara, akrabalara
farklı zamanlarda defalarca verebilmeli. Hatta doktora tezi, kitap/yazı yazımı
gibi faaliyetler yapacaksa bunlar için herkesin uyuduğu zamanlarda çalışmalı,
ev sakinlerinin günlük hayat akışını asla bozmamalı. Virginia Woolf’un Kendine
Ait Bir Oda kitabında önerdiği gibi kendisi için özerk bir çalışma zamanı ve
alanı hayalini asla kurmamalı.
Bir şekilde biriktirdiği paraları kendisiyle ilgili bir
alanda değerlendirmek yerine (zaten nereye harcayabilir ki?), evin ortak
ihtiyaçlarına; çocuklara baza alımı ya da ailenin arabasının yenilenmesi gibi
projelere kendi rızasıyla sunmalı, bu paranın kendisine geri verilmesini
beklememeli.
Teknolojinin gelişmesi, sosyal medya kullanımının artmasıyla
birlikte hiç bitmez hale gelen velilik işlerini telefonuyla takip etmeli,
oradan çocuklarına yeni ders programlarını, ödevleri düzgünce haber vermeli.
Bir mesajı kaçırırsa gruptaki velilere mutlaka geçerli bir mazeret
gösterebilmeli.
Çocukların, evde bakıma muhtaç yaşlıların, engellilerin sağlıklarının takibini titizlikle yapmalı, ilaç dozlarının, tedavilerinin asla aksamamasını sağlamalı. Çocuklar düşerse, dişlerinde bir çürüğü, gözlerinde bir kaymayı, ayaklarında bir eğri basmayı zamanında teşhis edip eylem planını uygulamaya koymazsa her türlü suçluluk duygusunu üstlenmeye meyilli olmalı.
Eve alınan nevalenin vaktinde ayıklanıp pişirilmesini,
yıkanıp yenmesini mükemmel şekilde organize etmeli, hiçbir ürünün bozulmasına,
küflenmesine ya da son kullanma tarihinin geçmesine sebep olmamalı. Aile
bireylerinin kişisel damak tatlarıyla ilgili geliştirdikleri ya da
geliştirmedikleri, kalıcı ya da geçici her türlü hassasiyeti dikkate almalı,
bunlara uygun çoklu menüler sunmalı.
Tuvaletlerde, banyolarda biten tuvalet kâğıdı, kâğıt havlu,
diş macunu, sıvı sabun, şampuan gibi malzemelerin yerine, kimsenin elinin boşa
gelmesine izin vermeden, yenisini koymalı, bittiği halde çöpe değil yerlere
atılan ruloları, şişeleri toparlayıp geri dönüşüme atmalı.
Yılların birikimiyle ortaya çıkan bel, boyun fıtığı, sırt,
diz ağrısı, omurgada düzleşme, karpal tünel sendromu[2] gibi
rahatsızlıkların vücudunda ortaya çıkarttığı iş göremezlik halini en fazla 24
saatle sınırlamalı, uzasa da ev halkına yansıtmamalı, onlardan herhangi bir
günlük görevin geçici olarak yürütülmesini istememeli. Bu tür rahatsızlıklar
uzun ve istirahat içeren tedaviler gerektirdiğinden bunları artık işe
yaramayacakları zamana kadar ertelemeli, acısını değişik ilaç kombinasyonları
ile bastırmalı.
Arkadaşlarıyla bir araya gelip çay içtiği zamanlar için
suçluluk hissini daima canlı tutmalı, şu hayatta ancak işlevsel olursa var
olabileceğini aklından çıkarmamalı. Başka insanlar bir araya geldiğinde daima
dünyayı kurtardıkları için “kadın günleri”nde çok kilo alındığı, “anca dedikodu
yapıldığı” şeklindeki bezdirici yorumlara tahammül etmeli. Müze dolaşmaya,
seçkin sinema, tiyatro örnekleri izlemeye, kitap okumaya her zaman bol vakti ve
nakti olduğu halde bunları kendi seçimiyle (!) yapmadığını aklında tutmalı,
beynini uyuşturmak için takip ettiği gündüz kuşağı programları ile ilgili her
türlü negatif yargıya katlanmalı.
Özetle doğduğundan beri birilerinin ablası, kızı, karısı,
gelini, annesi olduğundan ve başka bir var olma biçimi tanımadığından doğal
olanın dışına çıkacak hareketler yapmamalı, kimsenin rahatını kaçırmamalı.
Belki de bulabileceği bütüncül bir kendi olma tarzını aramaktan toplumu tehdit
ettiği gerekçesiyle uzak durmalı.
Evin ruhunu huzura kavuşturmak
Evin ruhunun
emeklilik, maaş, sigorta gibi hakları bir nebze kazanması büyük ölçüde
mücadelenin başındaki gibi kamusal haklar verilmesine dayanıyor. Bu alandaki
mağduriyetlerin çözümünde “isteğe bağlı sigortalılık”, “bireysel emeklilik”,
“doğum borçlanması” gibi uygulamalarla kamu nezdinde küçük ilerlemeler
sağlanabiliyor. Ancak bu sistemlere katılım kadınların düşük de olsa primleri
ödeyebilecek bir kaynağa sahip olduğu varsayımından geçiyor. Son zamanlarda
gündeme getirilen ev kadınlarına evliliklerinin belli bir süreye ulaşmasından sonra
emeklilik hakkı sağlanması gibi tartışmalarsa yarım kalmışa benziyor. Bu tür
kamusal iyileşmeler, kadının kamusal durumunu bir ölçüde düzeltirken evdeki
fiziksel ve psikolojik iş yükünü azaltmıyor. Bu yükü azaltmanın yolu ise aile
bireyleriyle adil iş bölümünden geçiyor. Evdeki diğer yetişkin, erkek/baba/eş
olduğu için onun çözüme aktif ve eşit katılımı gerekiyor. Bunu gören çocuklar
da daha doğal bir biçimde evin ruhunun
sürekli emek vererek ayakta tuttuğu sistemin yükünü paylaşabilir.
Yazıyı yazarken
faydalanılan kaynaklar:
- Bora, Aksu, “Hepimiz Ev Kadınıyız”, Birikim Dergisi,
4.3.2020, son erişim: 11.11.2021, https://birikimdergisi.com/haftalik/9960/hepimiz-ev-kadiniyiz
- Bora, Aksu, “Metafor olarak Ev”, Birikim Dergisi,
25.10.2021, son erişim: 13.11.2021, https://birikimdergisi.com/haftalik/10761/metafor-olarak-ev
- Dinçer, Yeşim, “Görünmeyen Emek”, 5.1.2021, son erişim:
16.11.2021, https://feministbellek.org/gorunmeyen-emek/
- Erdoğan, Necmi, “Gündelikçi Kadınlar, Emir Erleri ve
Benzerlerine Dair Aşağı Sınıflar, Yüksek Tahayyüller”, Birikim Dergisi, Sayı
132, Nisan 2000, son erişim: 11.11.2021,
https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-132-nisan-2000/2325/gundelikci-kadinlar-emir-erleri-ve-benzerlerine-dair-asagi-siniflar-yuksek-tahayyuller/3271
- Gürcanlı, Emre, “Az görünen, pek görünmeyen ve hiç
görünmeyen işler: Kadınlar evde de ‘iş kazası’ kurbanları!”, İSİG Meclisi,
17.03.2019, son erişim: 11.11.2021, http://isigmeclisi.org/19920-az-gorunen-pek-gorunmeyen-ve-hic-gorunmeyen-isler-kadinlar-evde-de-i
- Savran, Gülnur Acar, Ekin Funda (söyleşi), “Feminizm Bütün
Kadınların İsyanı”, Birikim Dergisi, 5.4. 2006, son erişim: 14.12.2021, https://birikimdergisi.com/guncel/89/feminizm-butun-kadinlarin-isyani
Esra Özer Duru,
Ankara, 15.12.2021.
[1] “Evin
ruhu” tamlamasını, kadınların evdeki her türlü işi ve organizasyonu yapması
ama yaptığını diğer aile bireylerini rahatsız, mutsuz edecek, suçlu
hissettirecek şekilde belli etmemesini talep eden ev halkından hareketle
düşündüm. Benden önce bulan olmuş mu diye Google’da bir araştırma yaptım.
Aramaların kısa özetlerinde Marks’ın adını görünce, önce “tabii ya” dedim.
Sonra feministlerin Marks’ın tüm ilişki biçimlerindeki doğallaştırıcılığı
sorgular ve bunları doğallıklarından arındırırken, sıra görünmeyen emek alanına
geldiğinde bu alana doğallık alanı olarak bakmasına dair eleştirisini
hatırladım. Tamlama, Ukraynalı yazar Galina Serebryakova’nın Ateşi Çalmak
isimli roman serisinde, Marks’ın iç sesinden eşi Jenny’yi tarif ederken
kullanılıyor. Kitap serisini okumadım, tanımlama Marks’a mı, Serebryakova’ya mı
ait bilmiyorum. Ama feminist eleştiriyi dikkate alınca tamlama bana ait değilse
de içini ben doldurdum sanırım. 😊 Her ihtimale karşı, Nazım Hikmet de
demiyor mu, “Benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere, benden sonra da
söylenecek.”
[2] Karpal tünel sendromu, ellerle yapılan ince işler nedeniyle zamanla avuçların bileğe yakın kısmında bulunan bağlar ve kemiklerin el sinirlerine baskı yapması sonucu ortaya çıkan uyuşukluk, ağrı, his kaybı. Bu sendromu ilk kez bir ilaç fabrikasında çalışan kadın işçilerin yaşadığı sağlık sorunu olarak öğrendim. Daha sonra dantel, lif, patik örerek ya da temizlik yaparak ev geçindiren kadınların da aynı rahatsızlığı yaşadığını gözledim.