Neyse işte, küçük bir çocukken en sevdiğim şeyler arasında
bakkala gitmek vardı. Para taşıma sorumluluğuna layık görülene dek bir büyük
refakatinde gittiğim bakkala, daha sonra anneannemin “Hadi arkandan bakıyorum,
çabuk git gel” tembihleriyle tek başına gitmeye başladım. Bakkal dükkânı
bambaşka bir dünya gibiydi. Taze ekmek kokardı ekmek gelme saatlerinde. Bakkal
önlüğüyle bizi karşılayan Kâmil Amca, ki hepsinin bir adı vardı ve bizimkininki
Kâmil’di, henüz birisine gaz doldurup vermediyse, bisküvi ve sabun da kokular
arasında olurdu. Nedense koyu maviye boyanmış tahta dolabın mandalına
yetişemediğimiz için Kâmil Amca tezgâhın arkasından gelir ve bize ekmek
seçerken yardımcı olurdu. Aklımızda “dikkat et, yanığını alma” sözleri… O zaman
böyle poşet bolluğu yoktu. Ekmekleri ya yanımızda getirdiğimiz torbaya koyar ya
da kollarımızın arasında taşırdık, sıcacık ve yana yana. Yere düşerse alıp üç
kere öper sonra alnımıza koyardık. Pislikler, ekmeğin yani nimetin kutsiyetinde
yok olup giderdi. Hesap denk çıkmayınca bakkal yollarında yerleri arayan bir
grup çocuk… Bazen “arkamızdan bakan” yoksa ekmeğin yarısı yok olurdu küçük
ağızlarda. En zevklisi buydu, hele alacakaranlık sonbahar akşamlarında... Yenen
ekmeğin yerine yenisinin alındığı bile olurdu. Hazır ekmekten bahsederken,
özellikle beklenen akşam ekmekleri vardı. “Üst bakkala gelmiş birazdan burada
olur” avuntuları ile “aslında gelmese de muhabbet kesilmese” temennileri
arasında geçen dakikalar, annelere karşı en geçerli mazeretlerdendi: “Ne
yapalım ekmek bekledik!”
Ekmek beklemek ramazanlarda ayrı bir önem kazanırdı. Ezan
okunmadan hemen önce iftar sofrasına yetiştirilen pide insana süper kahraman
hissi verirdi. Düşünsenize, herkes sofrada ezanı ve sıcak pideyi bekliyor.
Zamanlama çok mühim. Biraz bıçak sırtı! Geç kalırsanız durum kötü, erken
gelirseniz pide soğur. Tam zamanında, ezan okunurken kapıda olmalı. Ama süreçlerin
çoğu size bağlı değildir. Ekmek kamyonu gelecek mi, bakkaldaki pide sırası
aşılabilecek mi, istediğiniz sayıda pide size düşecek mi ve kahramanımız
sofradakilerin imdadına tam zamanında yetişebilecek mi? Cevabı için
çocukluğunuzun bakkal maceralarına bakın.
Diyorum ya bakkala gitmek bir macera gibiydi. Onun için
büyükler bir tedbir daha düşünmüştü: “Şuraya tükürüyorum, kuruyana kadar dön.”
Biraz iğrenç! Tükürüğün kuruma hızıyla ilgili bir spekülasyona girmeyeceğim
tabii.
Bakkalın cam hazine sandığı: Tezgâh
Bakkal amcaların ne güzel tezgâhları vardı: Camdan hazine
sandıkları. Aslında süpermarketlerin temeliydi bunlar. İçlerinde mumlar,
kalemtıraşlar, pergeller, don lastikleri, çamaşır sodası, çamaşır kolası,
silgi, önlük yakası, pudra, peynir, helva, pastırma, çeşitli “ortalarda”
kareli, çizgili defterler, boya kalemleri, sulu ve pastel boyalar, çengelli
iğneler, tebeşirler… Daha neler neler olurdu. Bakkalın duvarlarındaysa
makarnalar, bakliyat çeşitleri, kokusu bunlara karışmasın diye ayrı duvara dizilen
sabun tozları (deterjanlar yeniydi, yumuşatıcılar, kireç önleyiciler henüz icat
edilmemişti) sabunlar, kibritler, sigaralar bulunurdu. Yağlar biraz ayrı bir
yere konurdu, nedense onların dışları genellikle kirli olurdu. Bakkalın
kapısındaki rengarenk plastik bantları (sineklik) aralayarak içeri girer,
zemine serpilen talaşın üstünden tezgâha ilerler, boyumuz yetiyorsa içine para
konsun diye tezgâha yerleştirilen eşantiyon tabağa paramızı koyar,
isteklerimizi söylerdik. Boyu yetmeyenler kız kardeşim gibi tezgâhın önündeki
ince kenara çıkar, bakkalı kızdırırdı. Türkçe kitaplarımızda bakkala girince
sırasını bekleyen ya da yaşlılara devreden yüce gönüllü çocuklarla ilgili okuma
parçaları vardı. Halbuki bakkalda büyükler varsa hakkı yenen genellikle
çocuklar olurdu. Ses çıkarma cesaretini gösteremezsek ya da bakkalımız sıraya
dikkat etmezse fazladan beklerdik.
Cazibe merkezi bisküvi kutuları
O yıllarda oldukça fazla tüketilen gaz da (o zaman kimse
üstüne gaz döküp kendini yakmıyordu. Ya gaz ocağına konuyordu ya gaz lambasına
ya da bitlenen çocukların bitini ayıklamaya yarıyordu) bakkalın satış
listesindeydi. Dükkânın dışında bir yere konan gaz deposunun musluğu hep
akıtırdı. Üstünde koca bir asma kilit olurdu. En zevkli işlerden biri de Kâmil
Amcadan sonraki bakkalımız Ömer Amcayı gaz doldururken ya da pastırma, helva,
peynir keserken izlemekti. Ömer Amca, bidonuyla gelen birini görünce,
dükkandaki bütün müşterilerin işini gördükten sonra gaz vermeye çıkardı. Elinde
kalan gaz kokusunun bir süre geçmeyeceğini bilir, peynire, helvaya dokunmazdı. Bu
durumlarda çok etkili olmasa da izlemesi zevkli diğer sihirli bir alet devreye
girer, yanında küçük pompasıyla tuhaf kolonya şişesinin gösterisi başlardı. Ne
gizemdi o! Arife günlerinin en sıra bekleteni olurdu.
Bir de bakkal efsaneleri vardı o zaman. “Yukarıdaki bakkalın
önünde … liki buldum la!” şeklindeki söylentiler erkek çocuklar arasında hızla
yayılır, söz konusu bakkalın önü, yerleri araştıran, bulduğu her gazoz kapağını
inceleyen çocuklarla dolardı. Bazı bakkalların önü zaten dolu olurdu. Bunlar bakkal
amcaların, tezgâhları delikanlı oğullarına terk ettikleri bakkallardı ki
mahallenin ağır kâmil teyzeleri tarafından pek onaylanmazdı bu durum. Ömer Amca
da sevmezdi öyle şeyi. Yalnızca dükkânın önünde kavrulan güzel ve taze kokulu
çekirdekten nasibini almak için bekleyen “nezih” bir topluluk.
Eskinin bakkalları kredi kartına üç taksit yapmıyorlardı.
Ama arkalarındaki “veresiye mal satılmaz” yazısına ve “peşin satan/veresiye
satan” esnafı betimleyen resme rağmen veresiye verirlerdi. Kendilerince
tuttukları bir defterleri olurdu. Kendi içinde bir mantığı olan defterlerde
müşterilerini kolaylıkla bulurlardı. Bu arada bakkala “kusurlu ürün” iadesi de
yapılmazdı. “Bunu geri götür” dendiğinde sırtımızdan aşağı soğuk terler akardı.
Çünkü bakkalla geliştirdiğimiz dostluk bu iade durumunu kaldırmazdı. Bakkalımız
ortak da kabul etmezdi. Birkaç gün görünmezsek hemen şüphelenir, başka bakkala
gidip gitmediğimizi sorardı. Her alışverişte fiş vermek/almak hem bakkala hem
bize zor geldiği için Ömer Amca alışverişlerimizi yanımızda götürüp
getirdiğimiz bir sigara kartonu parçasına not alır, ay sonunda bunları
hesaplayıp fişi toplu keserdi. İtinayla doldurulan vergi iade zarflarında ….
Bakkaliyesinin fişleri yazılırdı.
Bakkal amcaların sayesinde kahvaltı sofralarının, akşam
yemeklerinin ya da iştahla yenen domates, peynir ve yeşil soğanlı ekmek
öğünlerinin merakla beklenen önemli kişileri olurduk. Bazen son ekmek de
satıldığı için kendilerine ayırdıkları ekmeği bizimle paylaşırlardı. Bazen
küçük kardeşimizi çırak niyetine kaptırırdık, “niye ben değilim” hayıflanmaları
ile. Bazen o sihirli tezgâhın arkasına geçip kokulu silgilere, gripinlere,
kurşun kalemlere, defterlere yakından bakmak ayrıcalığını verirlerdi bize.
Bazen kırılmış bir süt şişesini temizlerken azar işitiverirdik. Bazen alt
kattaki depoda tuttukları toz şekere sabun kokusu sindiğini sessizce haber
verirdik. Bazen teneke peynir kutularını açarken söylenmelerini dinlerdik.
Bir yere gitmek zorunda kalan anneler, anahtarlarını bakkala
bırakırdı. Kiralık ev arayanlar önce bakkala sorardı. Bakkallar bizim buluşma
yerlerimiz, eczanemiz, kırtasiyemiz, kuruyemişçimiz, gaz istasyonumuz, parfümerimiz,
tuhafiyemiz, kısacası sokağımızın can damarıydı. Eski bakkallar market oldu.
Ömer Amca bakkaldan market zinciri kurdu. Bakkala gitmek birçok yerde mazi
oldu. Yine de dilerim adı markete dönüşse de küçük şehirlerde, mahallelerde
hala bakkallar vardır ve çocukların hatıralarında yerini alır.
Esra Özer Duru, Ankara, Nisan 2005’te Turuncu Dergisinde yayınlanan yazıya yeni eklemeler, Şubat 2021.