Helalleşme kavramı son günlerde oldukça gündemde. Bu kavram
düşünüldüğünde özür, tövbe, telafi de akla gelen diğer kavramlar. Millet olarak
helalleşmeyi önemseriz hatta bazılarımız için helalleşme alışkanlıktır. Yola
gideceğimiz zaman gidip aile büyüklerinden, komşulardan, akrabadan helallik
alır, yolculuğumuza öyle başlarız. Helalliğin gönül rızasıyla olmasını isteriz.
Öyle ki hak kavramını ilk öğrendiğimizde arkadaşımızın aleyhinde konuştuğumuz
her sefer hakkını helal etmesini isteriz saf saf. Yani bizim helalleşmelerimiz
genellikle yanlışlıkla yapılan ya da istemeden sebep olunan zahmete, verilen
üzüntüye dair olur.
Diğer yandan kavram olarak helalleşme bana hep ilginç gelir.
Özellikle “bilinçli kötülük” olduğunu düşündüğüm durumlarda helallik
istenmesini manasız bulurum. Çünkü böyle durumlarda, bir kurnazlık hissederim.
Bu kurnazlık, Allah kandırılamayacağına göre, muhataba karşı olur. “Ben senin
haklarını ihlal ettim. Bunun için çok da pişman değilim ama bu arada ölürsek
falan bir helallik almış olalım. Sonrasına bakarız” dermiş gibi… Kayınvalidenin
gelininden, gelinin kayınvalidesinden, komşuların, eşlerin, arkadaşların
birbirinden helallik istemesi eğer kalıcı bir değişim yoksa “top çevirmek”ten
öte gitmez. Hakkını gasp ettiğimizi düşündüğümüz kişinin iyi niyetinden
faydalanıp hangi haklarını ihlal ettiğimizi telaffuz dahi etmeden yapılan bu
eylem göstermeliktir sadece. O yüzden ben “kamu davası”na inanırım. Hakkı yenen
kişi yüzüne yüzüne hakkının yendiği ima edilerek helal etmesi talep edilince
genellikle şaşkın şaşkın helal eder. Helalleşmeye sebep olunan eylemlerin
kendisinden neler götürdüğünü, uzun vadede ne bedeller ödediğini bilmez bile.
Allah’ın “el Adl” (mutlak adil, çok adaletli) oluşu hem önemli bir kontrol
mekanizması hem de ne büyük ferahlıktır bu durumlarda.
Çocukken bir kabahat işlediğimizde, kötü bir söz
söylediğimizde annemizden, babamızdan özür dilerdik. Anneler babalar bu özrün
kalıcı değişimi getirmeyeceğini bilirlerdi. Anneannemin böyle durumlar için bir
yedek planı vardı. Suçumuz yakalanınca ve biz özür kıvamında yalvar yakar
olurken, “Tövbe de!” derdi. Biz “tövbe!” deyince “Tövbeler tövbesi de!” diyerek
bombayı patlatırdı. Yani tövbe edip yine bozduğumuz tövbeler için daha büyük bir
tövbe ederdik. Bu anneannemin İslam’daki “nasuh tövbe” kavramına yakın bir
uygulamasıydı sanırım. Helalleşmenin çocukluk versiyonuydu. Yetişkinliğin kişiye
karşı işlenmiş suçlardaki özrü, Allah’a edilen tövbesi ise beraberinde
helalleşme getirmeli.
Helalleşme; bir devletin, elitin, zümrenin ya da hareketin,
kendi vatandaşlarına veya sömürdüğü halklara karşı yürüttüğü politikalar
neticesinde verdiği acıların affını dilemek istediğinde doğru bir kavram mı
emin değilim. Çünkü onlarca yıl önce çekilen acının bugünkü değer kuru
üzerinden bir bedeli yok. Kaybedilmiş hayatlar, yok olmuş milletler, diller,
çalınmış kültürel hazineler, topraklar için kim, hangi hakkı, nasıl helal
edebilir? Özür mutlaka dilenmeli ve bunun doğal bir sonucu olarak telafi için
de çaba gösterilmeli ama helalleşme nasıl olacak bilmiyorum. Üstelik bizdeki sınırlı
helalleşme önerisi bile bu haliyle tepkiye sebep oluyor. Bu da önerinin genel
bir toplumsal değişimin sonucu olmadığına işaret ediyor.
Keşke Kintsugi sanatında olduğu gibi, kırılıp incindiğimiz
yerleri altın, gümüş, platinle onarabilseydik. Kırgınlıklarımızı hatırlardık
ama helalleşmeler, özürler onları daha kıymetli hale getirir, daha adil,
saygılı ve mutlu bir toplum olma yolunda aldığımız mesafeyi hatırlatırdı.
Esra Özer Duru, 20.11.2021, Ankara.
https://hertaraf.com/haber-kintsugi-gibi-helallesebilir-miydik-esra-duru-7999