çatışma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çatışma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

03 Eylül 2022

ÇATIŞSAK MI ÇATIŞMASAK MI?

Geçen haftalarda sosyal medyadan yansıyan aktörleri gençler gibi görünen ve kuşak tartışmalarını yeniden gündem yapan birtakım üzücü olaylar oldu. Ortaokul çağlarım falandı, “kuşak çatışması” diye bir şey duymaya başladım. Pek anlayamamakla birlikte benden yaşça büyük genç akraba çocuklarının anne/babalarıyla, dede/nineleriyle yaşadıkları sıkıntılara böyle dendiğini anladım. Otoriteyle genellikle barışık bir çocuk olarak sıkıntının kendisini idrak etmek daha zordu. “Anne baba insanın iyiliğini ister, onlarla niye çatışılsın ki?” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Demek ki benim çatışma çağlarım daha gelmemişmiş.

Şu kuşak işini netleştirelim biraz. Kabaca; bir evin, ailenin, ülkenin, doğduğu ve büyüdüğü hayat şartları başka olan büyükleri ile başka şartlar altında doğan ve büyüyen gençleri arasında görülen günlük konulara, sorunlara yaklaşım farklılığı diyebiliriz. İnsanları özellikle sosyolojik açıdan inceleyebilmek amacıyla yapılan, yeni bir kuşağın dünyaya geldiği varsayılan yirmi yıllık dilimlerde savaşlara, teknolojik gelişmelere yönelik yaklaşımların belirleyici olduğu tanımlar. Sınırları çok net değil. Sosyal bilimlerin çıkmazlarından biri, rakamlarla, formüllerle tespit edilemeyen bazı gerçekleri araştırmak değil mi? Dolayısıyla bu sınıflandırmada doğum tarihine mi yoksa çocukluk, ergenlik, yetişkinlik dönemlerine mi bakılıyor, pek net değil. Aslında bu tarz kategorize etmeler çok da mantıklı, sağlıklı hatta bilimsel görünmüyor. Çoğunlukla bizim kültürümüzün dışından yapılan bu tanımlamalar, durup dururken kırıcı, tuhaf tartışmalara sebep olup kuşakları daha da çatıştırıyor. En basiti orta yaşlı bir insan gençlerle ilgili eleştirilerini dile getirirken “Z kuşağı n’olacak!” ifadelerini kullanırken, gençler de aynı durumda “Sen sus boomer!” diyebiliyor. Bu tür kavanoza koyup üstüne etiket yapıştırma, dosyalayıp rafa dizme durumları bana çoğunlukla güzel gelmiyor. Bu adlandırmalar yüzünden birtakım fikir ayrılıkları yaşadığımız insanlarla aramız daha çok açılıyor. Konuşarak, dinleyerek halledebileceğimiz konular çatışma alanlarına dönüşüyor.

Halbuki kuşak çatışmasına topluca baktığımızda, sorunun hep var olduğunu, Aristo’nun bile bu durumdan şikâyet ettiğini görüyoruz. Hiçbir nesil bir öncekinden bağımsız yetişmiyor. Hepsini bir önceki nesil ya bizzat büyütüyor ya da oluşturduğu toplumsal, ekonomik şartlarla inşa ediyor. Yani sonraki nesille kavga ederken onların bizim torunlarımız, çocuklarımız olduğunu unutmamamız gerekiyor. 

Kuşaktan kuşağa fark var[1]

Dünya genelindeki kuşaklara baktığımızda ana hatlarıyla beş kuşak görüyoruz. Bunlar Sessiz Kuşak, Patlama Kuşağı (Baby Boomers), X, Y ve Z kuşakları. İlki, “Sessiz Kuşak”, 1927-1945 arasında gençlik dönemlerini yaşamış ve fark edildiği üzere belli bir isim dahi verilmemiş insanlardan müteşekkil kuşak. En çok savaş, savaş etkisi görmüş kuşak onlar. Yaş itibariyle nüfus içindeki oranları azalıyor. Bazı mutlakî monarşilerde hala ülkelerini temsil edenler var. Geniş ailelerde, yakın akrabalık, komşuluk ilişkileri içinde, ekonomik ve teknolojik şartlar açısından kıt kaynaklarla büyümüş, yaşamış bir nesil. Kahve yerine nohut kavurup çeken, çoraplarını yamayan, yeni kıyafeti bayramlarda bile görmeyen, şeker çuvallarından etek, şalvar diken bir nesil. Çoğunlukla kendi üretimini kendisi yapan ya da ihtiyaçlarını yerel üreticilerden karşılayan, kendini toplumsal değerlere adamış, otoriteye saygılı insanlar.

Sonraki kuşak onların büyüttüğü Patlama Kuşağı, hakaret olarak da kullanılan adlarıyla 1946-1964 arasındaki Baby Boomerlar. Bu kuşak, 2. Dünya Savaşının ve sonrasında Soğuk Savaşın etkileri altında, dünyada insan hakları hareketleri, radyonun, sonra televizyonun icadı, Türkiye’de çok partili döneme geçişin, ihtilallerin, iç çatışmaların gölgesinde yaşamış, ekonomik refaha özlem duyan, kuralcı, sadık, kanaatkâr insanlardan oluşuyor.

X kuşağı, hızlanan toplumsal gelişmeler, değişen dünya değerleri ile kendi iç değerleri arasında kalan, yine de alışık olduğu prensipleri yaşatmaya gayret eden kanaatkâr, idealist, toplumsal sorunlara duyarlı, otoriteye saygılı, zor hayat şartlarına tahammüllü, değişimden çok da hoşlanmayan insanların oluşturduğu bir ara kuşak. Çocuklukları, gençlikleri, 1964’ten 80’li yıllara kadarki zaman dilimine tekabül ediyor. Televizyonun günlük hayatta artan rolüyle, serbest piyasayla, aya yolculukla, hatta ilerleyen yaşlarında internetle tanışan bu neslin geçiş nesli olarak tanımlanmasının en önemli sebebi teknolojideki ilerlemeler.      

Dünya çapında yeniliklerin şekillendirdiği 80’lerin hızlı değişimlerini hayatına tam olarak alan kuşak ise Y Kuşağı. Toplumsal, teknolojik, ekonomik rahatlamalar bu kuşağın bazı hayat prensiplerine yansıyor. Önceki kuşakların aksine “bir lokma bir hırka”yla yetinmek istemeyen, aidiyet duygusu daha zayıf, aynı zamanda satın aldıklarıyla, tükettikleriyle, sosyal medyada takip ettiği isimlerle, sayfalarla bir topluluğun parçası olmayı önemseyen bu kuşak önceki kuşaklar tarafından kuşkuyla karşılanıyor. Teknolojiyi yakından takip ediyor, “online” olmayı önemsiyorlar. Takdirini, sevgisini yeteri kadar ifade etmeyen büyükler, sürekli hatta bazen yanlış yerde takdir arayan, yaptıkları her şeyde temel hedefi takdir/onay görmek olan bir nesil büyütüyor. 

“Neden böyleler?”

Son olarak dilimize pelesenk olan ve 2000-2021 arasında doğan Z Kuşağı. Y kuşağı ile benzer özellikleri olan bu kuşaktan başkası büyütmüş gibi hepimiz şikâyet ediyoruz. Bir “gruplar halinde online olarak yaşarlar” diye belgesel cümleleri kurmadığımız kaldı. Onları anlamak için önceki dört nesle ve ne istediklerine bakmamız yeterliyken genellemeler kolay geliyor. Gözümüze nasıl görünüyorlar? Teknolojiyi hızlı şekilde kavrayan ve kullanan, her türlü teknolojik aletin, gelişmenin içine doğan, neredeyse her alanda dijital; günlük hayatta tatminsiz, kararsız, doğuştan tüketici, dünya zevklerine düşkün, bir şey merak ettiğinde kitaplara bakmak, büyüklere danışmak yerine sosyal medyaya yazan, adaleti, eşitliği önemseyen, farklılıkları değil, benzerlikleri ön plana çıkarmak isteyen, geçmiş kuşakların getirdiği, temsil ettiği her türlü değere tepkili, onların çektiği sıkıntıların bedelini ödemek ya da zaman içinde sağlanmış olan toplumsal iyileşmeler için minnet duymak istemeyen bir nesil.

“Biz şöyle sıkıntılar çektik. Siz her şeye kolayca sahip oluyorsunuz” denilerek kendilerine yöneltilen öfkeye, eleştiriye muhatap olmak istemiyorlar. “Şımarık” olarak nitelendirilmek en çok sinirlerini bozan şey. “Biz okula belimize kadar karın içinden geçer giderdik” dendiğinde ne yapmalarının istendiğini çözemiyorlar. Çünkü mesela Abdi İpekçi Parkı’nda on iki yıl her cumartesi, basın açıklamasıyla hak ve özgürlük talep etmek zorunda bırakılmayı anlayamıyorlar. “Nasıl yani bu talepler için her cumartesi protesto eylemi yapmanız mı gerekti?” diye hayret ediyorlar. Bireysel özgürlüklerin doğal ve kendiliğinden olduğu gerçeğine rağmen geçmişte ya da bugün bunlar için mücadele gerekmesi onları öfkelendiriyor. Bizim hak arama yöntemlerimiz ya da aradığımız haklar onlara, geçmişin ekonomik, sosyal, demokratik koşullarını bilmedikleri için anlamsız, komik geliyor. Günlük işleyişe dair küçük sayılabilecek talepleri varsa “….org”ta bir imza kampanyası başlatıyorlar. Çözüme ulaşmaları bazen birkaç günlerini alıyor, bir iki saat bile yetebiliyor. Sonuçları kötü de olsa hesaplamıyor, sosyal medyanın hızını, tepkiselliğini kullanıyorlar. Yavaşlık, sonuçsuzluk, duyarsızlık sinirlerini bozuyor. Müdahale etmek istedikleri bir şey olduğunda Twitter’da (haklı ya da haksız) bir linç başlatıveriyorlar. “Boş, lüzumsuz” bulduğumuz işlerle saatlerini, günlerini harcıyorlar. Çünkü bizim umursadığımız çoğu şeyi önemsemiyorlar. Küfredip argo kullanıyorlar. Günlük hayatlarından paylaşımlar yapıp kendileri dahil herkesin mahremiyetini ihlal edebiliyorlar. İzledikleri kısa videolarda duydukları saçma, argo cümleleri slogan edinip kendilerini anlatırken kullanıyorlar. Can güvenliği falan takmayıp her şeyi denemek, tadına bakmak istiyorlar. Dehşete düşürüyor, bıktırıyor, zorluyor, üzüyor, farkına bile varmıyorlar. Evde kendi dağınıklıklarını toplamazken siyasete, ülke meselelerine müdahil oluyorlar.

“Parlak fikirleriniz bunlar mı?”

En çok “bencil” olmakla suçladığımız ve suçlamalarla sürekli uçlara ittiğimiz gençler bize bu şikayetçi tavrımız yüzünden kızgınlar! Yaş itibariyle dünyanın hatta uzayın kirletilmesinde en az sorumluluğu olan insanlar. Deyim yerindeyse enkaz devralıyorlar. Panik halindeler. Buzullar eriyor, iklim değişiyor. Katliamlarla yok edilen toplulukları, türleri, Sanayi Devrimini, işgalleri, savaşları, atom bombalarını, Çernobil’i, her türlü sömürüyü yaşamış, iklimi değiştirilmiş, kirletilmiş dünyada; bu enkazda, yaşamak zorunda kalanlar da onlar.

Siyasette söz istiyorlar çünkü bugüne kadarki bütün “parlak fikirler”in denendiğini ve iflas ettiğini düşünüyorlar. Kendi gelecekleri dahil birçok konuda karar alma mevkiinde bulunan insanların “yaşlı” olmasından şikâyet ediyorlar. Dünyayı, insanlığı bu hale getirdiğini düşündükleri insanların yaptığı yasalar, kurdukları sistemlerden iyi bir şey çıkabileceğine dair umutsuzlar. Bu tip konularda bir değişiklik talebinde bulunduklarında; yavaşlık ve çözümsüzlüğün yanı sıra “hıh siz ne anlarsınız?” alaycılığından bıkmışlar. Büyüklerin kendi doğrularının nihai doğru olduğundan emin, sürekli parmak sallamasından, üstten bir bakışla yol göstermesinden rahatsızlar. “Seninle bu konuyu bir konuşalım” yaklaşımını dayatma ve ikna çabası olarak görüyor, bu durumun daha çok hataya sebep olduğunu düşünüyorlar. Paraya duydukları ilgi ise bir çıkar yol arayışı aslında. Düşündükleri değişimlerin ya da bunaldıkları her şeyden uzaklaşmanın aracı onlara göre para. Bu yüzden kısa yoldan bolca edinmek istiyorlar. 

Asıl soru: Ölümüne çatışacak mıyız?

Geçiş kuşağından olmanın sınavı bu galiba. Hem öfkeden deliye dönüp hem de onları anlamaya çalışmak. “Biz hiç konuşmayacak mıyız? Meydanı onlara mı bırakacağız?” Her şeye “hayır” dediğimiz için olan otoritemizin de gözlerimizin önünde paramparça olmasına seyirci mi kalacağız, yoksa zor ve yorucu gelse bile bu her şeyi sorgulayan hatta sık sık bizim saygı tanımlarımızın dışına çıkan insanların arama, anlama yolculuğuna aklımızla, sabrımızla, inançlarımızla eşlik mi edeceğiz? Çoğumuz inançlarımızın, fiziksel görüntümüzün, maddi durumumuzun, hatta kalemi hangi elimizle tuttuğumuzun yargılandığı, bunlar için küçük görüldüğümüz, bedel ödediğimiz günlerden geçip geldik. Şimdilik gündemleri, sosyal medyada nasıl göründükleri endişesiyle dolu bu nesil, zaman içinde birbirleriyle ve kendileriyle barışmayı öğrenecek. Ayrımcılıkları bitirecek, birbirlerini etiket olarak değil, insan olarak görecek, çevre kirliliğiyle mücadele edecek, dengeli, adil olmayı ve bunları muhafaza etmeyi öğrenecek. Oldukça saygısızlar! Doğru! Sınavların kolay olduğunu kim söyledi? Sabırlı davranmadıkça, sesimizi yükseltip gerildikçe sözümüz havaya gidiyor. Tabi ki inandıklarımızı, savunduklarımızı anlatmaya devam edeceğiz. Sözün en güzelini, en güzel şekliyle söylemeye çalışacağız. Sürekli yolu işaret edip durmak yerine, kendi kendilerine bulmalarını umup birlikte yürümeye çalışacağız. Yoksa hepimiz kaybederiz.

Esra Özer Duru, Ankara, 23.06.2022


[1] Kuşak tanımları için linkteki yazıdan faydalandım: https://www.humanica.com.tr/kusaklari-anlamak-yonetmek/ (son erişim: 21.06.2022)

https://hertaraf.com/koseyazisi-catissak-mi-catismasak-mi-3096

Taze Taze Hikâyeler

BEKLEME ODASI

Mart ayı ortalarıydı. Hava, okullardaki mevsim tablolarında her zaman bahara dahil edilmesine rağmen, yıllardır rolüne direnen bu aya yakışı...

Yeni Yazılardan Haberdar Olun

Kaçırmayın!