09 Ağustos 2024

AYNALARA BAKABİLMEK

Sosyal medyada karşımıza sık sık “ahlaki ikilem” testleri çıkıyor. Testlerin ana prensibi; çoğunluğun iyiliği için azınlığı feda edip etmeyeceğimiz. “Yokuştan hızla inerken arabanızın freni patladı. Bir tarafta tek bir çocuk öbür tarafta onlarca insanın alışveriş yaptığı bir pazar yeri var, direksiyonu hangi tarafa kırarsınız?” Bu testleri hazırlarken hikâyenin içine mutlaka bir çıkmaz yerleştirilerek seçim daha zor, daha karmaşık hale getiriliyor. Biraz komplo teorisi olmakla birlikte bu testler algoritmaların insanlığımızı test etme biçimleri sanki. Çünkü böyle durumlar; kahramanlarını ya da kötülerini farazi düşünülürken değil gerçekten yaşanırken ortaya çıkarıyor. Testi çözerken doğru seçimi yapmak basitse de hayatı yaşarken tarihin doğru tarafında yer almak çok zor olabiliyor. İşte Filistin de 1948’den beri dünyanın turnusol kâğıdı.

Netanyahu, ABD kongresinde onlarca kez ayakta alkışlanırken akla ünlü Yahudi yazar Hannah Arendt geldi. Arendt, 1948’de ABD’yi ziyaret eden İsrailli aşırı sağcı ve bugün Netanyahu’nun başkanlığındaki Likud’un kurucu babası Menachem Begin’i ve liderliğindeki İrkud’u terör örgütü olarak tanımlamıştı. Einstein’ın da aralarında olduğu 30 liberal sol Amerikalı Yahudiyle New York Times’e bir ilan vermiş ve bu Yahudi örgütünü Holokost’tan sadece 3 yıl sonra Nazilere benzetmişti. Tarihin doğru yerinde durmak böyle bir şey olsa gerek.

Kötülük sıradan mıdır?

Aynı Arendt, 1961 yılında İsrail’in Arjantin’den büyük ve zorlu operasyonlarla kaçırıp İsrail’e getirdiği ve neredeyse soykırımın tek suçlusu gibi yargıladığı Adolf Eichmann’ın duruşmalarını izledi. Bu süreç ona önce bir makale sonra da Kötülüğün Sıradanlığı isimli en tartışmalı eserini yazdırdı. Yargılanma sırasında Eichmann’ın mahkeme ve mahkemeyi izleyenler tarafından baştan mahkûm edildiğini, kendi avukatının bile müvekkilini savunmak için en gerekli, en temel delilleri mahkemeye sunmadığını gören Arendt, sözünü esirgemedi.

Kitabında, aşağı yukarı bütün Avrupa’yı soykırıma ortak eden süreci ve aktörleri özetleyen Arendt, Hitler’in ya da onun emir erlerinin katliamın tek sorumlusu olmadığını savunarak, Nazilerle iş birliği yapan Yahudiler başta olmak üzere bu kötülükteki pay sahiplerini gözler önüne serdi. Eichmann’ın “aslında Yahudileri öldürmeye değil, kurtarmaya çalıştığını” samimi bir şekilde anlattığını gören Arendt, onun, kötünün kendisi değil, sadece verilen emirleri uygulamış “dürüst ve sıradan” bir asker olduğunu fark etti. Hatta Eichmann, tıpkı Yahudi Jon ve David Kimche, Macar-İsrailli Avukat Gazeteci Rudolf İsrael Kastner gibi “uygun malzemenin” kurtulmasını sağlamak için elinden geleni yapmıştı.

İşbirlikçi Yahudilerin varlığından bahsederken de amacı kurbanı suçlamak değil, kötülüğün sıradanlığına; Yahudi soykırımı sürecinde ve Eichmann’ın yargılanmasında suçluları, sorumluları net bir şekilde ayırt etmenin imkansızlığına dikkat çekmekti. Arendt, kötülüğün, belli bir insanın içsel kötülüğüne atfedilerek çözülemeyeceğini savunurken bu yargısına birtakım örnekler verdi. Hitler’in savaştan önce kendi vatandaşı 50 bin akıl hastası Almanın öldürülmesine yol açan emrini; tüm Avrupa’da Yahudilerin takibi, tespiti, yakalanması, trenlere bindirilmesi hatta gaz odalarına gaz verilerek öldürülmesi, cesetlerinden altın dişlerinin sökülmesi, saçlarının kesilmesi, kıymetli mallarına el konması, Yahudi yıldızlarının satışı gibi işlerde yine Yahudilerin Nazilerle iş birliğini, alacağı tepkileri bilmesine rağmen sayıp döktü. “Yahudilerin yaşadığı her yerde tanınmış Yahudi liderleri vardı ve bu liderler neredeyse istisnasız olarak öyle veya böyle, şu veya bu nedenle Nazilerle iş birliği yapıyordu. … Yahudi Konseylerinin talimatlarına uymasalardı, bu insanların yarısı kurtulabilirdi. … Nazilerden -dolayısıyla Yahudi Konseyinden de- kaçıp saklanan yirmi ila yirmi beş bin kadar Yahudinin onbini yani yüzde kırk ila ellisi hayatta kalabildi” diyerek durumun çarpıcılığını gözler önüne serdi.   

Arendt, İsrail’deki mahkemede, sanık Eichmann’ın Yahudilerin öldürülmesinden sorumlu tutulmasına şiddetle karşı çıkarken Çingenelerin, Klavların, Romanların öldürülmesindeki payını kabul ettiğine ama mahkemenin ısrarla bu kayıpları anmadığına da dikkat etti. İsrail, Holokost efsanesini gölgeleyecek başka bir kitlesel ölümün anılmasını istemiyordu. Eichmann’ın, sadece Yahudilerin ölümüne yol açtığı eylemlerinden sorumlu tutularak, idamına karar verildi. Üstelik itiraz, temyiz gibi hiçbir hakkı tanınmadı. Karar çıktıktan sonra üç gün içinde idam edilip cesedi yakılarak külleri Akdeniz’in sularına döküldü. Arendt, bütün detaylarıyla izlediği bu mahkeme sürecinden sonra, BM’de İsrail kullansın diye icat edilen hukuki ilkelerin bizzat İsrail tarafından nasıl çiğnendiğini ve gelecekte de Gazze özelinde nasıl çiğneneceğini 63 yıl önceden görmüştü.

İfade özgürlüğü kime kadar?

Alman Yeşiller Partisinin desteklediği Heinrich Böll Vakfı, Rus Yahudisi Masha Gessen’e Putin’i sert bir şekilde eleştirdiği, Rusya ve dünyada yaşanan otoriterleşme sürecini çarpıcı bir şekilde anlattığı için Hannah Arendt 2023 ödülünü layık gördü. Derken Gessen, ödülünü alma zamanı gelmeden önce İsrail’in Gazze’deki işgaline tepki göstererek Gazze’yi Nazi işgali altındaki bir Yahudi gettosuna benzettiği bir yazı yazdı. Yazı tabii ki Siyonistlerden tepki gördü. Gessen ne cüretle Holokost’un biricikliğine gölge düşüren ifadeler kullanırdı? Böll Vakfı önceden açıkladığı ödülü ne yapıp da iptal edeceğini bilemedi. Tuhaf durumlar yaratarak ödülü neredeyse bir ev partisinde Gessen’e takdim etti. Gessen bu yazısından sonra “İkinci Arendt” olarak adlandırıldı. Dünyanın kalanıysa; bir yanda hâkim güçlerin sevmediği birine yapılan eleştirilerin “fikir özgürlüğü” olarak ödüllendirildiğini; diğer yanda Holokost edepsizliğiyle o hâkim güçleri zapturapt altına alanlara toz kondurulmadığını bir kez daha gördü. Sosyal medyada Gazze paylaşımlarına uygulanan sansür de işin tuzu biberi.

Gazze’de olanı biteni anlayabilmek hala mümkün değil. Arendt’in kötülüğün sıradan bir şey olduğu tespiti isabetli olduğu kadar iç yakıcı. Bir zamanlar Nazilerin mazlum ettiği bir halkın mensupları, kendilerine uygulanan zulmün aynısını, o zulümde hiç dahli olmayan bir halka uyguluyor. Yarı insan yarı robot cyborglar gibi duygusuz, sıradan bir şekilde kendilerine verilen katliam emrini yerine getiriyor. Tıpkı “propagandayla inşa edilmiş vatan-millet toplumu, Nazi Almanyası”nda olduğu gibi bir Nazi İsraili var. 

Gelelim bu yazının ahlaki ikilem sorusuna: II. Dünya Savaşı sırasında hayatta olsaydınız, birlikte yiyip içtiğiniz, çocuklarınızın birlikte oynadığı, kimin kimden hangi yemek tarifini aldığının unutulduğu, anahtarınızı bıraktığınız, balkonunda çamaşır kuruttuğunuz Yahudi komşunuzu mu kurtarırdınız yoksa sadık bir Alman vatandaşı gibi komşunuzun aralarında olduğu yüz binlerce Yahudinin, kadın, çocuk demeden kamplara gönderilmesine seyirci mi kalırdınız? Yani kötülüğün sıradanlığı mı cezbederdi sizi? Ya da bu uğurda adınızın hiç anılmayacağını bile bile aynaya ölene kadar rahat bakabilmek adına kendi çapınızda kahraman olmayı mı seçerdiniz?

Not: Bu yazıyı yazmaya çalışırken Hamas’ın Lideri İsmail Heniyye şehadete erdi, Rabbine kavuştu. Oğlunun deyimiyle; onun kanı Gazzeli çocukların veya kişilerin kanından daha kıymetli değildi. Biz yine üzüntümüzü dile getirecek kelime bulamadık. Şüphesiz Allah merhamet edenlerin en merhametlisidir. İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raciun. 

https://hertaraf.com/koseyazisi-esra-duru-aynalara-bakabilmek-4262 

Esra Özer Duru, Ankara. 8.8.2024. 

2 yorum:

  1. Keşke herkes bu yazıyı bir kere bile olsa okuyabilse. Dilerim o kadar yayılır. İç muhasebe,farkındalık ve uyanış için fevkalade bir yazı olmuş. Bu güzel yazı için ve doğruları konuşan az sayıdaki insanlardan olduğunuz için kendi adıma teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel ve nazik yorumun için ben sana teşekkür ederim Yunus Emreciğim. Sevgiler.

      Sil

Taze Taze Hikâyeler

BEKLEME ODASI

Mart ayı ortalarıydı. Hava, okullardaki mevsim tablolarında her zaman bahara dahil edilmesine rağmen, yıllardır rolüne direnen bu aya yakışı...

Yeni Yazılardan Haberdar Olun

Kaçırmayın!