“Schrödinger’in Kedisi”; kuantum mekaniğinin temel dalga denklemi problemlerinin günlük nesnelere uygulanışını ele alan meşhur bir fizik kuramıdır. Kuramı 1935’te Avusturyalı fizikçi Erwin Schrödinger yazmıştır. Düşünsel deneyde; canlı ve sağlıklı bir kedi, küçük bir şişe zehir ve radyoaktif bir kaynakla kapalı bir kutuya bırakılır. Radyoaktif kaynağın bir saat içinde ışıma ihtimali ışımama ihtimaline eşittir. Kaynak ışırsa içerideki sensör radyoaktiflik algılayacak, şişeyi kıracak mekanizmayı çalıştıracak ve zehir kediyi öldürecektir; ışımazsa sensör herhangi bir radyoaktivite algılamadığı için mekanizmayı çalıştırmayacak ve kedi zehirlenmediğinden canlı kalacaktır. Burada en önemli rol gözlemcinin/şahidin rolüdür. Çünkü gözlemci kutuya bakana kadar kedi hem ölü hem diridir. Başka bir deyişle gözlemci, ölüme ya da hayata şahit olacaktır. Kutuya bir kez bakıldığında ise biri dışında tüm ihtimaller ortadan kalkar.
Kuramın, ihtimallerin çokluğuna dayanarak sonuçların
çeşitliliğine yaptığı vurgu, onu ileriki yıllarda siyaset, edebiyat, müzik,
sinema, dizi, video oyunu, çizgi roman gibi alanlarda popüler kılar. Ayrıca Schrödinger’in
Kedisi fizik kuramı olmasına rağmen bu bilimin ötesine geçerek felsefi bir tartışmaya
da ilham kaynağı olur. Buna göre, bir “gerçeklik”, biz onu gözlemlediğimiz
sürece vardır. Halbuki gerçek hayatta, gözlemlenen olay, onu gözlemleyenlerden
bağımsız olarak kendi oluşturduğu koşullarda varlığını sürdürür.
Bir süredir İsrail’in Gazze’de işlediği suçlar, Gazzelilere uyguladığı
soykırım günlük gündemimizde gerektiği kadar yer almıyor. Bu da haliyle zulmün,
acının, dökülen kanın azaldığı yönünde bir zanna sebep oluyor. Aslında bu göz
aldanması (illüzyon) zulüm azaldığı için değil, biz Gazze’ye daha az baktığımız
için ortaya çıkıyor. Hatta bakmadığımız için görmediğimiz ya da zulüm bitti
zannettiğimiz birçok coğrafya mevcut. Bu da insanın aklına “acının algısal
bir hiyerarşisi mi var?” sorusunu getiriyor. Bir zulüm coğrafyasına
bakışımızın derinliğini; zalimin kim olduğu, zulüm görenlerle tarihsel,
kültürel, dini hatta mezhebî bağımız ve coğrafi yakınlığımız belirliyor. Öyle
ki değişik bölgelerde çekilen acılar, gündemlerde kendilerine ölü, yaralı,
mülteci, mağdur sayılarının çokluğuna/azlığına göre yer buluyor. Dünyanın
soykırım karnesinde, aylardır acılar içindeki Gazze’yle birlikte başka
soykırımlar da listeleniyor.
Sudan:
Sudan yıllardır diktatörlük, darbe ve iç savaş yüzünden acı
çekiyor. 25 milyon Sudanlı, acil insani yardıma muhtaç. 9 milyon insan evini
terk etmiş. Sudan’da kimin kimi öldürdüğü bile belli olmayan Darfur olayları
sırasında 200 binden fazla insan hayatını kaybetmiş. Son bir yıl içinde de 16
bin kişi daha ölmüş. Kitlesel ölümlere yol açacak büyük bir açlık krizinin gölgesi
ise çoktan ülkeye düşmüş durumda.
Doğu Türkistan:
Uygur Türkleri, yurtları Doğu Türkistan’da 1950’lerden beri
Çin’in sistemli soykırımına maruz kalıyor. Çok sayıda Müslüman Uygur Türkü,
gizli gözaltı kamplarında tutuluyor ve birçoğundan haber bile alınamıyor. Çin, Uygurları,
bölgeden, tarihten kazımak, hiç yaşamamış gibi gösterebilmek için akıl almaz
zalimlikler yapıyor, camileri yıkıp tahrip ediyor, Uygur mezarlıklarını yok
ediyor, sağ kalanların soy bağlarını ortadan kaldırıyor.
Arakan:
“Dünyanın en çok zulüm gören azınlığı” olan Müslüman Arakan
halkı, Budist Myanmar hükümeti tarafından 1970’lerden beri soykırıma tabi
tutuluyor. 1 milyondan fazla Arakanlı ülkesini terk etmek zorunda kalmış. Çoğu Bangladeş’teki
mülteci kamplarında hayat mücadelesi veriyor. Myanmar hükümetinin inkârına ve
ağır sansürüne rağmen, zulüm kayıt altına alınmış durumda. 2016’dan beri 24 bin
Arakanlı öldürülmüş. 18 bin kadın ve kız çocuğu tecavüze uğramış, 116 bin
Arakanlı dövülmüş, 36 bin Arakanlı yakılmış.
Kongo:
Afrika’nın ortasında verimli elmas, altın, bakır, kobalt,
koltan madenlerine sahip Kongo’da çok uzun zamandır yerli halklar arasında “iç
savaş” yaşanıyor. 1998-2008 arasındaki on yıllık dönemde 5.4 milyon insanın
öldüğü 5 milyon insanın da yerinden edildiği Kongo, en çok ihmal edilen mülteci
krizine sahne oluyor. 120 isyancı grup, çeşitli yoğunluklarda birbirleriyle ve
yönetimle sürekli çatışma halinde. Kongo halkı açlık, şiddet, ayrımcılık,
fakirlik, yolsuzluktan oluşan bir zulüm ikliminde yaşamak zorunda. Şiddet o
kadar korkunç ki, isyancı gruplar küçük yaşlardaki çocukları savaştırmaktan
çekinmiyor.[1]
Şahitlik meselesi
İnsanlığın hali pür melaline bakınca önümüzde kutulara
kapatılmış çok sayıda “kedi” bulunuyor. Ne kadar anlamazdan gelirsek gelelim
gözlemci olarak ölüme şahit olup duruyoruz. Acıların hiyerarşisi mi var yoksa çoktan
yazıldığımız şahitlikten mi kaçınıyoruz bilinmez ama dünyanın dört bir
tarafında zulüm var, bizim önlemeye gücümüz yetmiyor, acziyetimizle sınanıp
duruyoruz. Sessizliğimiz zalimlere cesaret veriyor.[2]
Esra Özer Duru, Ankara, 13.07.2024.
[1] Bunun
için Kongo’da değil, başka bir Afrika ülkesi Sierra Leone’de geçen Kanlı Elmas
filmini izlemenizi önerebiliriz.