Frankenstein; sinemada en çok gönderme yapılmış edebi metinlerden biri. Fakat erkek egemen bir çağda yine erkek egemen edebiyat dünyasının sınırlı hayran kitlesine sahip bilim kurgu türünde belki de bir kadın tarafından kaleme alındığından, yazarının kim olduğu çok az bilinen bir roman. Kitabın yazarı onu 19 yaşında kaleme alan Mary Shelley. Edebiyat çevrelerinde Shelley’nin bilim kurgu yazarı olarak tanınması epey uzun zaman alıyor. Halbuki kadın yazarların, eserlerini kendi isimleriyle bastıramadığı bir dönemde yazılan Frankenstein, döneminin birçok tartışmasını günümüze taşıyan ufuk açıcı bir metin. Shelley, kitabını yaşının ve zamanının çok ötesine geçerek bilime bakışın pek çok kutsallık tanımını sarstığı bir dönemde, insanın Tanrı’yı oynama cüretine bir eleştiri ve doğal olanın üstünlüğüne yapılan vurguyla kaleme alıyor. Romanda, ortaya çıkarılan bir eserin, başlatılan hareketin; onu oluşturan kişiden bağımsız bir varlığa dönüşerek ya da farklı bir ivme kazanarak kontrolden çıkabileceğinin altı çiziliyor. Bu anlamda kitapta da Yönetmen Guillermo Del Toro’nun uyarlamasında da ateşi çalıp insanlara getirmek isterken kontrolden çıkaran ve felaketlere yol açan mitolojik karakter Prometheus göndermesini görüyoruz.
Yönetmen bize tarih ve mekân gibi unsurları en az düzeyde
tutarak ünlü tablolardan hatta tiyatro oyunlarından ilhamla dekore ettiği
sahneler üzerinden zaman zaman senfonik bir müzik eşliğinde fantastik bir evren
kuruyor. Del Toro, bugüne kadar genellikle Gotik bir dekorda yapılan
uyarlamalardan farklı olarak filmini, buzullar arasına sıkışmış bir gemide
başlatıyor. Film boyunca sekizi çok bariz olan ünlü tablolara yapılan
göndermelerin ilki bu. Yönetmen, bugüne kadarki filmografisinde yürüttüğü
iyilik, kötülük gibi kavramlara ilişkin tartışmaları sürdürüyor. Normalde eli
yüzü düzgün bir oyuncuya “yaratık” rolü vererek güzellik standartlarını da
yeniden düşünmemizi talep ediyor.
Henüz psikolojik akımların, teorilerin çok yeni olduğu bir
dönemde kaleme alınan romandan uyarlanan filmdeki altı çizilmiş psikolojik
göndermeler yönetmene ait. Victor’ın annesinin erken kaybı ile başlayan
travması, ölümü yenmeyi, yeni bir hayat başlatmayı takıntı haline getirmesine
sebep oluyor. Victor, kendisinin yeni versiyonunu; eldeki malzemeyi kullanarak
oluşturduğunu göz ardı ederek bu ikinci el malzemeden yeni bir sürüm çıkmasını
bekliyor. Baba Victor’ın Çocuk Victor’a yönelik genel davranışlarında ihmalkâr-
mükemmeliyetçi bir ebeveynin yaklaşımını, Oğul Victor’ın film boyunca babasının
şefkatini, onayını arayan hallerinde de “Ödipal Çatışma”nın dokunaklı bir dışa
vurumunu görüyoruz. Yazarın kitapta yaratığa bir isim koymayarak okuyucuyu onu
yaratıcısının adıyla anma hatasına bilinçli olarak ittiği gibi Del Toro da
filmdeki yaratığın kendisine babasının ismini seçmesini sağlıyor. Bu durum okuyucuya/seyirciye,
Baba Victor’ın, Çocuk Victor’ı bir kopyası olarak göreceği ve onun kendi özgün
karakterini geliştirmesine izin vermeyeceğine dair ipuçları taşıyor. Böylece hem
okuyucu hem seyirci, sık sık kendi bireyleşmesini sağlayamamış iki karakter
arasında değişip duran baba/oğul, tanrı/insan rollerine dair kafa karışıklığı
yaşarken bu sayede hikâyeye iki ayrı perspektiften bakabiliyor.
Çocuk Victor’a dair beklentilerin aşırı yüksekliği, onların
karşılanabilirliğini sadece Baba Victor açısından değil, Çocuk Victor açısından
da ortadan kaldırıyor. Çocuk Victor, babasının kendisinden ne beklediğini,
neden hayal kırıklığına uğradığını, kendisini neden sevemediğini bir türlü
anlamıyor. Halbuki istediği tek şey babasından biraz şefkat ve onay görmek.
Çocuk Victor’ın babası tarafından bu önemli bilgiden mahrum bırakılması, onun
çocuk dünyasına ve yetersizlik hislerine hapsolmasına sebep oluyor.
Baba Victor’ın, öğretilmesi gerekenlerin çokluğu karşısında korkup
sorumluluktan kaçması, Çocuk Victor’ı babasının en büyük başarısızlığı haline
getiriyor. Halbuki Çocuk Victor bilgiye, öğrenmeye aç ve açık. Babasının
yanında bulunmadığı zamanlarda kendisi olmaya daha çok yaklaştığı anlar
yaşıyor. Nitekim daha sonra sığındığı kulübede gözlemlediği aile ve ailenin gözleri
görmeyen dedesinin bilgeliği, şefkati ona ihtiyacı olan bilgiyi ve gelişme
imkânını veriyor. Burada yaşananlar Çocuk Victor’ın; babasının onu bir “üretim”
olarak görmeyi aşamaması nedeniyle mahrum kaldığı, bir ailenin parçası olmak,
sevilmek, takdir görmek gibi ihtiyaçları karşılansaydı sağlıklı bir birey
olabileceğini gösteriyor. Çünkü kısa süreli de olsa gerçek bir çocuk gibi aile
içindeki sorumluluklarını yerine getirme, yaptığı işten zevk alma, kendini
onaylama gibi gelişmeler kaydediyor.
Yine buradaki gelişim sürecinde görüyoruz ki Çocuk Victor’ın
dünyaya dair üst düzey bir kavrayışı var. İyilik-kötülük kavramlarına
yaklaşımı, insanın ya da hayvanın doğasına ait davranışları yorumlama biçimi
gayet olgun. Yönetmen bize Çocuk Victor’ın kendisine ilişkin olumsuz
yargılarının Baba Victor’dan kaynaklandığını gösteriyor. Dedenin Çocuk Victor’a
yaklaşımı, Baba Victor’dan öyle farklı ki Victor, iyilik ve kötülüğe yönelik
çoklu bir bakış açısı edinirken biz de iyi-kötü tanımlarının kim tarafından yapıldığına
göre şekillendiğini görüyoruz. Çünkü babanın “kötü” diye tanımladığı
davranışlar arasında gerçek kötülüğe dair objektif kriterler yok, sadece Çocuk
Victor’ın babasının “iyilik” kalıplarına uymayan davranışları var.
İyilik-kötülük tanımlarını dayatan Baba Victor, süreçte bütün iyi parçalarını
kaybediyor.
Baba oğulun tekrar karşılaşması sırasında baba, oğlunun
kaydettiği gelişmeyi gördüğü ve onun kendisiyle felsefi bir tartışma yapacak
düzeye geldiğini anladığı halde bundan etkilenmiyor. Çocuk Victor burada
sıkıntıyı kendi açısından çarpıcı bir şekilde “Asıl mucize benim konuşabilmem
değil, senin dinleyebilmen…” diyerek ortaya koyuyor. Çoğu zaman hepimizin sıkıntıları
da iletişimsizlikten kaynaklanmıyor mu zaten? Dinlemediğimiz için ön yargılı
davrandığımız, dinlenmediğimiz için anlaşılmamış hissettiğimiz iki parantezin
içinde geçiyor tüm iletişim çabamız.
Elizabeth’in, Çocuk Victor’ın ruhunun hangi parçasında
olduğuna dair sorusuna, oğlunun bağımsız bir birey olduğunu görmezden gelen
kibriyle verdiği “Bilmiyorum” cevabı, Baba Victor’a oğluna göstermesi gereken
saygıdan kaçınabilmesi için “mazeret” üretiyor. Film boyunca farklı oyuncular
arasında geçen farklı sahneler aracılığıyla hayat ve ölümün, iyi ile kötünün,
eski ile yeninin birbirini kovalayan sonsuz döngüsünü izliyoruz. Eski
kaçınılmaz olarak tıpkı hayatta olduğu gibi filmde de yerini yeniye bırakıyor.
Esra Özer Duru, Ankara, 21 Aralık 2025.