Basri Bey, hastaneden eve döndükten sonra komşusu onu pek
yalnız bırakmadı. Alçısı çıkana kadar yemek getirdi, çaya çağırdı,
alışverişinde yardımcı oldu. Koltuk değnekleriyle iş yapmak zor olduğu için
kendi gündelikçilerini ona günlük işleri halletsin diye yolladı. Arabasıyla işe
bıraktı, akşamları aldı. Arada hamama götürdü. Basri Bey’in karısı ise intihar
girişimine ve kırık bacağa rağmen dönmedi. Sadece birkaç kere uğrayıp yaptığı
yemeklerden, kekten, börekten bıraktı. Bir de boşanma davasını açmayı
geciktirdi. Oğlanlar arada babalarını ziyaret edip evi şenlendirdiler ama eski
enerji hiç dönmedi.
Basri ilk uğradığında büyük bir umutla karısına hastanedeki
polisin söylediklerini anlattı ama kadının üzerinde herhangi bir etkisi olmadı.
Yüzünde buruk bir gülümsemeyle getirdiği yemeklerin kaplarını boşalttı, kapları
bir poşete koydu ve gitti. Halbuki Basri yeni keşfinin kendisinde sağladığı aydınlanmayı
karısında da yapmasını umuyordu. Bu beklenti nedeniyle Ferdi’nin intiharı,
kendisinin başarısız intihar girişimi, basiretinin bağlı oluşu aklından hiç
çıkmıyordu. Basireti neden, ne zaman bağlanmıştı Basri’nin? Bunu bulabilir
miydi? Bulsa geri çözebilir miydi? Yoksa her şey için çok mu geçti? Basiretini
çözebilirse ailesini geri alabilirdi. Alçı dönemi boyunca fikirler geliştirdi.
Bu sefer her şeyi doğru yapmak istiyordu. Basiretini çözme projesinin bütün
detaylarını not alıyordu. Notlarının başına büyük harflerle ve en özenli
yazısıyla BASİRET ÇÖZME YA DA TAMAMEN BAĞLAMA OPERASYONU yazmıştı.
İki ay sonra alçısı çıkarıldı. Alçıyla birlikte koltuk
değneklerinin birinden de kurtulup daha rahat hareket edebilmeye başladı.
Nalburdan aldığı çimento ve kumla bir harç hazırladı. Sandık odasındaki işe
yaramaz küçük camı birkaç tuğlayla kapattı. Elinde kalan harçla ördüğü minik
duvarın iç yüzünü güzelce sıvadı. Bayağı düzgün bir iş çıkarmıştı. Karısı görse
onunla gurur duyardı ya da defalarca yapmasını rica ettiği şeyler yerine “böyle
lüzumsuzluklarla” uğraştığı için kızardı. Düşününce bu ikincisi daha yüksek bir
ihtimaldi. Getirdiği mutfak tüpünü dışarı koyup tüpün hortumunu kapının
altından geçirdi. İşlem başladıktan sonra içgüdüsel olarak kapıyı açmak ya da
tüpü kapatmak istemiyordu. O yüzden anahtarı da kapıyı kilitleyince dışarı
itti. Hava girmesini engellemek için rulo yaptığı eski bir battaniyeyi kapının
altına tıkadı. Kendi mutlak karanlığında yalnızdı artık. Bu operasyondan sağ
çıkarsa basiretinin çözüleceğinden emindi. Diğer yandan sağ çıkmayacağından da
emindi. Çünkü müthiş bir plan yapmıştı.
Tüpün ağırlaştırdığı odanın havasından derin nefesler çekti,
tatlı bir mahmurluk kapladı içini. Zaten bunu bekliyordu. Naif ve nahif
kişiliğine uyumlu, öyle kansız, şiddetsiz, yumuşak biçimde uyuyarak ruhunu
teslim edecekti. Uykunun kollarına kendini bıraktı. Bir ihtimal Basri hayatına
dair elde ettiği yeni ipucunun ışığında bilincinin derinlerine gömülmüş anıları
kazıp çıkarır ya da son zamanlarda pek sefil bulduğu hayat yolculuğunu sona
erdirmeyi bu sefer başarırdı. Hafızası oradan oraya atlamaya, Basri’yi
hayatının farklı zamanlarında dolaştırmaya başladı.
Evde kavga çıkıyo, sınıfta kavga çıkıyo, sokakta kavga
çıkıyo… Basri öfkenin geldiği anı
Fıkra anlatmayı hiç beceremiyo. Okulun ilk günü “kim
fıkra anlatmak ister ya da kim şarkı söylemek ister?” diye sorulduğunda
görünmez olmayı diliyo. Tüm cesaretini toplayıp anlatmaya başlarsa kelimenin
ortasında nefesi kesiliyo, yutkunmak zorunda kalıyo, herkes tuhaf tuhaf bakıyo.
Basri utanıyo, ses fısıldıyo: Anlatma!
Mahallede her oyunun mevsimi oluyo. Basri annesini o
oyunun malzemesini almaya ikna edene kadar arkadaşları başka oyuna geçiyo. Boru
alınana kadar onlar “çamura çivi saplıyo”. Basri elinde borusu ve külah
kâğıtları kenarda bekliyo. Kimse Basri’ye külah nasıl yapılır, nasıl ıslatmadan
yalanır öğretmiyo. Basri çamur oyununa da geç kalıyo. Kuzeninden bir torba
dolusu misket geliyo. Gıcır gıcır, renk renk cam misketler… Basri misket
oynamayı bilmiyo. Annesi bir torba dolusu misketi komşunun oğluna veriyo. Basri’nin
torba dolusu ışıltısı gidiyo. Basri ağlıyo, ses fısıldıyo: Hissetme!
Sınıf arkadaşının ailesi aynı köylü, onlara çaya
gidiyolar. Herkes salonda oturuyo, bunlara camsız sandık odası düşüyo. Arkadaşı
övünüyo, “bizim ev dört odalı, onun için daha çok kira veriyoruz” Basri bakıyo,
onların evi üç oda, pek güneş almıyo ama odalar büyük, kira da vermiyolar
üstelik. Annesi evde, “bizim de küçük bile olsa sandık odamız olsa, kuruları,
bulguru, pirinci koysak, Kalbiye ablanın evi gibi azıcık güneş alsa” diye
hayıflanıp duruyo. Basri biliyo, Kalbiye ablalar da kirada oturuyo. Ses fısıldıyo:
Kıyaslama!
Okulda öğretmen, arkadaşlarını seviyo, Basri’yi daha az
seviyo. Bu nasıl sevgiyse? Arkadaşlarından biri çok akıllı, soru okunurken
cevabı söylüyo, tam da bu yüzden dayak yiyo. Öğretmen çocuğun başını tahtaya
yaklaştırıyo, gözünü nişan alır gibi kapatıp tahtayla arasını ölçüyo. Sonra
çocuğun yanağına tokadı patlatıyo. Çocuk hem tahtadan hem öğretmenden dayak
yiyo. Okul çıkışında anneler konuşuyo, “öğretmenin çocuğu olmuyo!” Merhamet
için baba olmak mı gerekiyo? Trenci amcanın beş çocuğu var. Hepsini ayrı ayrı,
üstüne karısını dövüyo. Yan apartmandaki Adile Naşit’e benzeyen teyzenin hiç
çocuğu yok. Üstelik kocasının kaşları da çok çatık ama karısı camın önüne susayıp
gelen komşu çocuklarına bardak bardak su verince bir şey demiyo. Çaktırmadan
gülüyo. Basri görüyo, ses fısıldıyo: Bilme!
Yan komşunun karısı çok para istiyo. Adam da bunalıyo,
içip içip silahını masaya koyuyo. “Ya seni vuracağım ya kendimi” diyo. Komşunun
çocuğu kapıya geliyo, Basri’nin babası gidiyo, adama sade kahve içiriyo,
tabancayı kendi evlerine gönderiyo. Anne büfenin üstüne koyuyo. Adam ertesi gün
kapıya geliyo gözleri bir tavanda, bir yerde, “Yenge bizim emanet sizdeymiş.
Bana zimmetli de o! Bir kaza çıkmadan…” apartmanın mozaik zemininde sesi
kayboluyo. Basri, “Akşam ya onu ya karısını götürüyodu emanet! Emanet kötü bir
şey mi? Zimmetlenince bir şey korunuyosa karısını adama, öğrencilerini
öğretmene zimmetleseler ya!” diye düşünüyo, ses fısıldıyo: Anlama!
Basri karıştırıyo, zimmet kim, okulu paspaslayan amca mı?
O Himmet, Okan’ın babası. Kalbiye ablaların eve fare giriyo. Üç gün Basrilere
yemeğe geliyolar. Okanların evine kanalizasyondan hep fare giriyo. Okan’ın
kafası kadar. Okan öyle diyo. Gerçi Okan’ın kafası küçük ama fareler büyükmüş,
kimin kafası kadarsa artık? Himmet amca yakalamaya çalışıyo. Onları, evlerinde
fare varken kimse yemeğe çağırmıyo… Ses fısıldıyo: Düşünme!
Basri, komşu abiye bayılıyo. Onun cesaretinden istiyo.
Abi pek yüz vermiyo. Basri yine de etrafında dolanıyo, kendisiyle oynasın diye
yalvar yakar oluyo. Bir gün kalbine sığmayan bir sırrı ona anlatıyo. “Kimseye
söyleme” diye tembihliyo. Ertesi gün sır patlıyo. Akşam annesi “gel bakalım”
diyo. Basri anlıyo, ses fısıldıyo: Güvenme!
Alamancı komşular, yaz tatiline geliyo. İkiz çocukları
koltuklarının altında monopol kutusu, ellerinde poşetle solucan şeker, dışarı
çıkıyo. Kilimin üstünde, birbirine haciz göndermeden önce solucan şekerler pay
ediliyo. Basri çekiniyo, tiksinmiş gibi yapıp almıyo. Herkes şekerleri
sündürerek yiyip yalanıyo. Basri pişman oluyo, “başka kaldı mı?” diye soruyo.
İkizlerin teki kilime yapışmış bir solucanı işaret ediyo, “bu kaldı ister
misin?” diye sırıtıyo. Basri kızarıp yutkunuyo. Ses fısıldıyo: İsteme!
Sınıfta Basri’nin kalemi kayboluyo. Arıyo, bulamıyo. Öğretmen kıpırdanıp durmasına kızıyo. Arkasındaki keçi kulaklı kız omuzuna dokunup sarı bir kurşun kalem uzatıyo. Basri can simidi gibi kaleme sarılıyo. Dersten sonra kıza kalemini geri veriyo. Kız gülüyo, “sana hediyem olsun!” diyo. Basri kızın gözlerindeki ışıltıyı, sesindeki cıvıltıyı duyuyo, kendisine kondurmuyo. Ses fısıldıyo: Sevme!
Zihinsel yolculuğunun durakları arasında Basri uyumaya
çalıştıkça bir şeyler derin uykuya dalmasını engelliyordu. Halbuki ara ara
gelen şu müthiş mide bulantısı ve baş dönmesine rağmen sandık odasının
zeminindeki halı rahat bile sayılabilirdi. Biraz kıpırdamaya çalışınca kusma
hissi arttı. Geçen seferki başarısız girişiminde yerde yatarken kemiğindeki
kırık yüzünden midesinin yine bulandığını hatırladı. Bu sefer bulantıyla
birlikte kalbi de güm güm atıyordu. Basiret Çözme ya da Tamamen Bağlama
Operasyonu başarılı olduysa nabzının yavaşlaması gerekmez miydi? Gümbürtü sanki
içeriden kalbinden değil de dışarıdan geliyordu. Kulağının dibinde eski sesi
yine duydu. Bu sefer ses -ne tuhaf- alt komşunun sesine benziyordu ve yıllardır
söylediklerinin tersini söylüyordu: “Uyan! Bak! Gör! Kendine gel!” Sonra Basri
birden idrak etti. İdrak onun için yeniydi! Yine yapacağını yapmış, muhteşem
planını evdeki tüp üzerine kurmuştu. Zaten bir kısmı kullanılmış olan tüp,
Basri, nihai uykusuna geçemeden bitmiş, bu sırada Basri’nin sabahtan beri ses
soluk çıkarmamasından şüphelenen komşu onu yoklamaya gelmişti. O, “Kendine gel
Basri!” diye bağırarak sandık odasının kapısını yumruklarken, Basri kendisine
“Basiretsiz Basri! Yine beceremedin! Hadi büyük tüp almayı akıl edemedin bari
küçük tüpü dolusuyla değiştirseydin! Kaldın mı yine böyle basiretsiz? Allah
seni bildiği gibi yapsın!” diye sitem ediyordu.
Takside giderlerken, Basri’nin hayatını ikinci kez kurtarmanın haklı gururunu yaşayan komşu ise onun, elinde kusmuk poşetiyle “benim film şeridim de ancak böyle olabilirdi!” diye ağlamasına hiç anlam veremiyordu.
Esra Duru, Ankara, 17.11.2021.